17 Ekim 2019 00:25

Rus ruleti ile milli destan yazmak

Rus ruleti ile milli destan yazmak

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna yönelik operasyonu sahada yeni bir süreci tetikledi. Yeni süreci başlatan tek faktör Türkiye’nin operasyonu değil elbette. Sahada var olan coğrafik, demografik, siyasi şartlara ek olarak sahadaki aktörlerin hamlelerinin yarattığı sonuçlar yeni bir zemin oluşturmaya başlamıştı. Türkiye’nin operasyonu belki de aylara yayılacak bu gidişatı hızlandırdı.

Yeni süreç, apoletsiz asker misyonu üstlenmiş muhabirlerin sınırdan heyecanla aktardıklarının aksine pek de Türkiye’nin lehine olacak gibi görünmüyor.

Son olarak Türkiye’nin operasyona gerekçe gösterdiği YPG ve SDG dahil Kürt oluşumlar Şam ile anlaştı. Kürt güçlerin kontrolündeki bölgelere Suriye ordusu ve Rus polis gücü yerleşmeye başladı. Hepimizin yakından izlediği gibi Suriye ordusunun girdiği yerler arasında ABD ile Türkiye arasında aylar süren müzakerelere konu olan Menbic de var.

Şimdi öne çıkan iki soru var;
Bu noktaya nasıl gelindi?
Bundan sonra ne olacak?

- Suriye’de 2011 yılında ayaklanma başladığında vekalet savaşına dahil olan birçok ülke, ajandasını ve buna bağlı olarak politikasını gelişmelere paralel olarak değiştirdi. 2019 yılına gelindiğinde Türkiye, Suriye’de rejim değişikliği ve bölgenin yeniden dizaynı hedefleri ile birlikte yola çıktığı birçok ülke ile yollarını ayırdı. Bazı ülkelerle Suriye konusundaki ilişkisi mültecilerin koz haline geldiği ve mülteci ‘pazarlığı’ yapıldığı seviyeye indi.

- Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna yönelik operasyonunun birçok ülke ‘yeni mülteci akınları olasılığı’ üzerinden değerlendirme eğiliminde. Buna ek olarak uzun süreli silahlı çatışmalar ve kaosla birlikte IŞİD’in yeniden canlanması riski Türkiye’nin hamlelerinde tamamen yalnızlaşmasına sebep oldu.

- Türkiye’nin PKK-YPG bağlantısı ve ülke güvenliğine tehdit değerlendirmesine dayalı tezinin daha önce de birçok ülkede karşılığı yoktu, hâlâ yok. Resmi açıklamalar tersini söylese de YPG’yi ve PYD’yi uluslararası platforma taşıyan IŞİD’in Kobani saldırısı ve örgüte karşı verilen mücadele oldu. O dönemde de Türkiye’deki yetkililer birkaç gün içinde, ‘Kobani düştü düşecek’ açıklamalarından ‘Kürt kardeşlerimize kucak açtık’ söylemine geçmişti. Diğer taraftan IŞİD ile Türkiye içinde ve dışında mücadelenin uluslararası toplumu ikna edecek düzeyde etkili yürütülmediği ortada. Aynı zamanda Kürt oluşumlara yönelik söylemlerin IŞİD gibi yapılara yönelik söylemleri gölgede bırakacak kadar baskın olması Türkiye’nin milli güvenliğe yönelik tehdit tezini zayıflatan faktörler arasında.

- Türkiye’nin Suriye’deki hamlelerinden politika farklılıkları sebebiyle de olsa sadece uluslararası toplumun değil Suriye sahasında aktif olan aktörlerin de pek hazzettiği söylenemez. Nitekim, Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna yönelik hamlesinden Rusya, İran ve Şam’ın da çok rahatsız olduğu açık(tı). Bu süreçte Türkiye’nin destek alabileceği sadece ABD var(dı) ancak ABD iç politikası Başkan Trump ile Pentagon ve Senato arasındaki makası açarken ABD-Türkiye arasında belirsiz ve haliyle sonuçsuz kalması kesin müzakereleri tetikledi.

- Trump’ın herkesi defalarca ters köşe yapan açıklamalarını bir kenara koyarsak ABD’nin Suriye’deki varlığının Kürtlerle sınırlı olmadığı, İran ve Rusya gibi iki önemli gerekçesi olduğu açık. Türkiye hâlâ devam eden operasyon konusunda ABD’nin yüzde yüz desteğini almış olsaydı bile bu destek karşılıksız olmayacaktı. Mesela Türkiye, ABD’nin İran karşıtı ve Rusya’yı dengeleme gibi hedeflerini de devralacak mıydı?

- Türkiye’nin ayaklanmanın başında PYD lideri Salih Müslim’i Ankara’ya çağırdığı ve Kürtlerin ÖSO’ya katılması dahil çeşitli seçeneklerin konuşulduğu sır değil. Suriye’nin kuzeyinde yaşayan Kürtlerin o bölgenin yerel halkı olduğu ve Türkiye’ye yönelik herhangi bir saldırı yapmadıklarını da hatırlatmak gerekiyor. Diğer taraftan 2011’in başından beri yürüttükleri ve herkesle görüşmelerini sağlayan açık kapı politikası sayesinde hem Suriye içinde hem de uluslararası platformda önemli kazanımlar elde ettiler. Çatışma dönemi bütün Suriye’de olduğu gibi Kuzey Suriye’de de tarihsel fikir ayrılıklarını ve çekişmeleri ortadan kaldırmış, herkesi ‘tek düşmana’ karşı birleştirmişti. Savaş dönemi ortaya koyulan ve eksiklerine rağmen uygulanan yönetim modeli geniş bir bölgeyi savaşın yıkımından korudu ve nispeten güvenli tuttu. Ancak sıcak savaşın sona ermeye başlaması ile birlikte Suriye Kürtlerinin bulundukları bölgelerde aşiretlerle ve Arap vd. halkla yaptıkları ittifakların da zemini zayıflamaya başladı. Bu dönemde açık kapı politikasından uzaklaşmaya başlayan Suriye Kürtleri ABD ile yakınlaşmaya başladı. Şam ile Kürtlerin çatışma eşiğine gelmesi iki taraf da kesinlikle kaçındığı için ihtimal dışıydı ve siyasi düzeyde görüşmeler zaman zaman çökse de devam etti.

Nihayetinde Suriye’nin kuzeyinde bağımsız bir devlet ve hatta özerk yapının ortaya çıkmasına imkan verecek demografik, coğrafik ve siyasi şartlar oluşmadı. Türkiye’nin son olarak Fırat’ın doğusuna yönelik operasyon başlatması Kürtlerle Şam’ın bir kez daha yakınlaşmasını sağladığı gibi önümüzdeki dönemdeki ilişkilerin de bu zeminde yürütülmesini sağlayacak gibi görünüyor. Ancak Ankara ile Şam’ın Kürtlere bakışlarının ve tehdit algılarının tamamen farklı olduğunu hatırlamakta fayda var.

- İdlip’te iyice sıkışan Türkiye’nin Rusya ve İran’a karşı bir koz ortaya sürmesi gerekiyor. Güvenli bölge girişimleri İdlip’e karşı pazarlık unsuru olabilir hâlâ. Ancak sahada uluslararası destek alamamış ve tamamen yalnız kalmış Türkiye’nin Suriye’den er ya da geç tamamen çıkmaya zorlanacağı açık.

Türkiye uzunca bir süredir Suriye sahasında Rusya’ya bağımlı hale geldi. Türkiye’nin ABD’nin desteğini almakta zorlandığı göz önüne alındığında Rusya’nın Türkiye üzerindeki baskısını arttırması olası. Şam ile Kürtlerin asgari düzeyde de olsa iç müzakere sürecini başlatması Rusya ve İran’ın sıklıkla dile getirdiği “Suriye’deki yabancı güçlerin çekilmesi” söylemlerini eyleme dökme aşamasına geçmelerini kolaylaştıracak gibi görünüyor.

Mevcut duruma bakıldığında Türkiye ve Suriye ordularının karşı karşıya gelme riski olsa da geniş bir alana yayılan uzun süreli çatışmaya girilmesi pek mümkün değil. Son duruma göre Türkiye’nin desteklediği yeni adıyla Milli Ordu’nun da sahaya sürülmesi ihtimali zayıf.

Sahada bunlar olurken Rus lider Putin Suudi Arabistan’a oldukça şaşalı bir törenle karşılandığı bir ziyaret yaptı. Putin’in Suudi Arabistan’a yaptığı ziyaretin zamanlaması Suriye’deki gelişmeler açısından oldukça önemli. Rusya’nın bölgeye açıldığı ve ittifaklarını güçlendirmek için yoğun diplomasi yürüttüğü bir dönemin ardından gerçekleşen bu ziyaret Rusya’nın yeni hamlelerini de etkileyecek.

Suudi Arabistan ile Türkiye’nin arasının epeydir bozuk olduğu ve Suudi Arabistan’ın Suriye politikasını esnetebileceği sinyalleri verdiği göz önüne alındığında Türkiye’yi hem Suriye’de hem de bölgede iyice sıkıştıran yeni gelişmelerin yaşanması şaşırtıcı olmaz.

Diğer taraftan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önümüzdeki günlerde Moskova’ya gitmesi bekleniyor. Bu ziyarette Rus tarafının “Türkiye’nin Suriye’den aşamalı olarak çekilmesini” istemesi mümkün. Yine Türkiye’nin uzun süredir miktarını bilmediğimiz miktarlarda harcama yaparak desteklediği ve sahada birlikte hareket ettiği ÖSO/Milli Ordu’nun bekasının artık kamuoyu önünde tartışmaya açılması da mümkün.

Suriye’de bir kez daha yeni bir dönem başladı ve Türkiye’nin başından beri sorunlu olan Suriye politikasını değiştirmemekte ısrar etmesi faturayı daha da kabartacak gibi görünüyor.

İnsan sormadan edemiyor; Rusya’nın Suriye sahasına doğrudan dahil olmak için fırsat kolladığı o günlerde o fırsatı altın tepside Rusya’ya sunanın Türkiye olduğunu hatırlayan veya sorgulayan var mı acaba?

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa