"Milli tedrisat çorbası" meselesi
Fotoğraf: Envato
Kirvem,
Siyah önlük, beyaz yakalı “üniforma” lafımızla ilkokula başlayıp, akabindeki günlerde de harfleri; abı ab, babı bap heceleyerek veya “uyu uyu, yat uyu” tekerlemeleri eşliğinde ya da fasulye, nohut tanelerini, karpuz çekirdeklerini önümüzdeki kırık dökük, eski püskü ahşap sıralarda yan yana dizip böylece okuma yazmayı çözmeye çalıştığımız günler hayli gerilerde kaldı...
Sınıftaki sıralar arasında gezinip, dur durak demeden başımızda mekik dokuyan “örtmen”lerimiz, ellerinden hemen hemen hiç eksik etmedikleri otuz santimlik tahta cetvellerle arada bir yaptığımız ufak tefek yanlışlar nedeniyle minik avuçlarımızı yoklarken, zaman zaman da nasırlı elleriyle enselerimizi hafif yollu okşayıp, böylece bir an önce okuyup yazmamız için her türlü gayreti sarf ettikleri o günler de keza maziye doğru çoktan yelken açtı...
“Alfabe”lerin son sayfasına altı aylık bir “talim, terbiye” neticesinde ulaşmanın sevincini, elimize tutuşturulan iki sayfalık karton “karne”lerimizle kanıtladığımız zaman dilimi de geçti, gitti rüzgarlarla savruldu...
Fasulye, nohut, karpuz çekirdeklerinin yanı sıra, ayrıca küçük mukavva “fiş”ler sayesinde giderek artan kelime dağarcığımızla başlayan okuma yazma seferberliğinin ardından, bu kez de yurttaşlık bilgisi derslerinde öncelikle “yurttaşlık” kavramını, keza tarih, coğrafya, hayat bilgisi, resim, müzik, jimnastik derken, diğer yandan da iki kere ikinin, altı kere altının, dokuz kere dokuzun kaç ettiğini de “çarpım tablosu”nu ezberleyerek, “dört işlem”li matematik problemlerini doğru çözmek için boncuk boncuk ter döktüğümüz o günler de kuş olup uçtu gitti...
Sonra?
Sonra, “ilk mektep”le başlayan bu “talim, terbiye” sistemimizin giderek orta, lise, üniversiteleri de kapsayan süreç içinde, bilumum iktidarlar tarafından çeşitli gerekçelerle yazboz tahtasına dönüştürülüp, dolayısıyla bir türlü dikiş tutturamadığımız bu “milli eğitim” çorbasından kimilerimiz nasiplerini alırken, kimi yurttaşlarımız da bundan “mahrum” kaldılar...
Bizler... Şanslıydık! Çünkü bir zamanlar Diyarbakır “Gavur Mahallesi”ndeki eski bir Ermeni kilisesinin onarıldıktan sonra Süleyman Nazif İlkokulu adıyla tedrisata açılmasıyla, okulun “gavur” öğrencileri olarak daha henüz yeni yeni okuyup yazmayı çözmek üzereyken, diğer taraftan da jimnastik derslerinde özellikle havanın güzel olduğu günlerde yine örtmenlerimizin ellerinden düşmeyen cetveller eşliğinde gırtlaklarımızı paralarcasına yeri göğü inletip, duruyorduk...
“Çıktık açık alınla on yılda her savaştan...”
Vee... Şimdilerde, tam da şu günlerde kimi “hain” yurttaşların şom ağızlarına bakılırsa, yanlış hesaplardan yola çıkan iktidardaki kurmaylarımız sayesinde gele gele nihayetinde neredeyse milletçe duvara toslamak üzereyiz; ancak özüme göre tam aksine yine de hayallerimize gem vurmadan yolumuza aynı minvalde devam etmemiz gerekir; çünkü istikbalimizin teminatı olan gençlerimizi “dindar ve kindar nesiller” olarak yetiştirmeye devam ettiğimiz müddetçe, bu alemde sonsuza kadar yüce tanrının mübarek eli üstümüzden, bereketi evlerimizden, sofralarımızdan asla eksik olmayacaktır Kirvem!
- Bitmeyen yazı* 05 Nisan 2022 00:14
- ‘Saltanat kayıkları’ meselesi 19 Mart 2022 23:23
- 'Ayıp' meselesi 12 Mart 2022 23:00
- ‘Yamuk beyinler’ meselesi 05 Mart 2022 21:31
- ‘İp ipullah sivri külah’ meselesi 26 Şubat 2022 23:05
- ‘Laklakiyat’ meselesi 19 Şubat 2022 20:45
- ‘Saz çalıp çığırmak’ meselesi 12 Şubat 2022 22:00
- ‘Demirkazık’ meselesi 05 Şubat 2022 23:20
- ‘Minik serçe’ meselesi 30 Ocak 2022 02:15
- ‘Enkaz’ meselesi 23 Ocak 2022 02:43
- ‘Rektifiye’ meselesi 16 Ocak 2022 03:40
- "Aç tavuk" meselesi 09 Ocak 2022 02:30