3 Kasım 2019

Kulağını tıkayınca insan kendi sesine de yabancılaşıyor

“Ben Giannina Fruttero ve ben savaşta değilim.”
“Ben Hector Morales, oyuncuyum, bu ülkede yaşıyor ve bu ülkede çalışıyorum ve ben savaşta değilim.”
“Ben Paulina Morano ve ben savaşta değilim.”
“Ben Lus Dubo ve ben savaşta değilim.”
Bu sözler görmezden gelinen taleplerini ve de gösterileri sadece yağma ve kaos üzerinden çerçeveleyen medyayı eleştiren Şilililere ait ve Devlet Başkanı Sebastián Piñera’nın 73’te Amerika Birleşik Devletleri destekli darbeyle Allende’yi iktidardan indiren faşist diktatör Pinochet’nin popüler “Savaştayız” sözünü tekrarlamasına bir gönderme.

“Aldığınız bilgileri sorgulayın”, “Bilgiyi saklamak da yalan söylemektir”, “Hepimizin telefonlarında kameralar var ve hazırlanan kurguları/kumpasları görmek artık çok kolay”, “Artık daha fazla yalan istemiyoruz, sorumluluk alın” diyen eylemciler medyayı, öldürülen/yaralanan insanlardan çok, zarar gören süpermarketlerin haberini yapmakla eleştiriyor. Video, kendilerini çalışanların sahip olduğu ilk antikapitalist online yayın (streaming) hizmeti veren kanal ya da kooperatif, antikapitalist Netflix olarak tanımlayan Means TV tarafından yayınlandı. Bağımsız Sinema Merkezi tarafından da Türkçeye çevrildi*.

Şili’de 14 Ekim’de başkent Santiago’da metro ücretlerine yapılan 30 Peso’luk zamma isyan eden öğrencilerin başlattığı eylem 21. gününe girdi. Lübnan, Ekvador, hatta daha önce Fransa’da Sarı Yeleklilerin eylemlerinde olduğu gibi “Zamlar geri alınmasına rağmen gösteriler devam ediyor” bizdeki de dahil olmak üzere ana akım medyada en sık geçen cümlelerden biri, devamında “çünkü manyaklar” ya da “esas dertleri başka”ya çekilebilecek bir giriş. Oysa protestonun en popüler sloganı mealen “Mesele 30 peso değil, 30 yıl”. Şili, pek çok ülkede olduğu gibi uzun yıllardır neoliberal ekonomi politikalarına teslim olmuş durumda, ailece Pinochet’nin gadrine uğramış sosyalist Michelle Bachelet’nin 2006’da devlet başkanı seçilmesine rağmen karşı koyamadığı gidişat, bir önceki seçimde Bachelet’ye yenilen sağcı Piñera’nın iki dönem üst üste seçim kazanmasını sağladı. Piñera “düşman” olarak tanımladığı protestoculara bugün tankla, tüfekle karşı koymaya çalışıyor ve Şili hafızasında hâlâ canlı olan Pinochet travmasına oynuyor.

Latin Amerika’yı azıcık tanıyanlar, en azından Chavez’e karşı 2002’deki darbe girişiminde ana akım medyanın rolünü hatırlar. Peki ya uluslararası medya? Alan MacLeod, bağımsız medya izleme kurumu MintPress’te yayımlanan makalesinde, CNN, NBC ve the Guardian’ın Şili’deki protestolara Hong Kong’takinden çok daha az ilgi gösterdiğini söylüyor ve Şili’dekileri “isyancı” olarak tanımlarken Hong Kong’dakiler için “protestocu” etiketini kullandıklarına dikkat çekiyor. Hatta popüler haber sitesi Slate’te “Şili halkı ‘neoliberalizme yeter’ dedi” başlığının “Şili halkı ‘yeter’ dedi” şeklinde değiştirildiğini söylüyor. Trump destekçisi Rupert Murdoch’ın sahibi olduğu The Wall Street Jounal’da yer alan bir makalede isyancıların Küba ve Venezuela hükümetleri tarafından desteklendiği iddia ediliyor. Hatta Trump’ın Batı Yarımküre İşleri Bürosu Sekreter Yardımcısı Michael Kozak, Kremlin’in Şili’nin sosyal ağlarına nüfuz ettiğini ve gerginliği artırmak için sahte haberler yayımladığını iddia ediyor.

MacLeod, Fair.org’da yayımlanan bir başka makalesinde PBS’te Hong Kong gösterilerine dair 282 içeriğe ulaşırken, Şili için 20, Ekvador için 43, Haiti için 13 içeriğin bulunduğu tespitini yapıyor. Hong Kong protestolarında ölen kimse yok, Şili’de ölü sayısı 23’e ulaştı ve tutuklu sayısı 5 bin 400’ü geçti.

MEDYA İÇİN BAZI KURBANLAR DAHA DEĞERLİ

MacLeod özellikle The New Yok Times’in haberleri üzerinden bilinen medya “değerleştirmesi”ne de giriyor. Malum medya için bazı kurbanlar diğerlerinden daha önemli ve değerli. Batıda biri doğal gaz kaçağından ölse manşet olur, doğuda iki çocuğu evlerinde panzer öldürse başlığı sayfa altında “Panzer uykuda yakaladı” atılır misali...

The New York Times Hong Kong’la ilgili yayımladığı üç başyazısında protestocuları Çin komünistlerinin baskısı karşısındaki demokratik fikirli insanlar olarak tanımlıyor, çünkü Hong Kong eski bir İngiliz Sömürgesi, demokrasi kültürü, insan hakları ve ifade özgürlüğü talepleri tehdit oluşturmuyor. Bildiğimiz eski dünyanın “yeni” diye pazarlanan ama hiç de yeni olmayan adetleri...

Gelelim Türkiye’ye; biz ne okuyor, ne dinliyor, ne izliyoruz? Adı “Barış Pınarı” olan bir savaştan Türkiye’de galip dünyada mağlup çıktığımız bir ay geçirdik. Dünyanın merkezinin kendinden makul sanan gazeteciler mesleki onurlarını sınır ilçelerinde kasklarla çelik yeleklerle korumaya kalktılar, olmadı. 1993’te “Cephede Sırp Vurdum” sözünün sahibi Türkiye Gazetesi Muhabiri Yusuf Sancak’ın “rekorunu” eleyemedilerse izin çıkmadığından, mesleğin kamusal işlevine dair hiçbir fikri olmayan nice cengaverler Suriyeli cihatçılara “embedded” (iliştirilmiş) olmanın gururunu yaşadılar(!).

Fakat fiyatı biçen devlet savaştaki gazeteciliğe hatta en basitinden gazeteciliğe değer vermediğinden pazarda hükmü yok. Medyada olmak ya da olmamak “Suriye’nin İdlib’de gözü var” diyecek denli gözü dönmüş “analist”lerle aynı kefeye konup konmamak tartışmasına uzuyor. Medyanın değersiz kurbanları kendi içine de kolayca işliyor, bugünün popüleri yarın dışlanabiliyor.

EN MUTLU DEPRESİFLERLE TANIŞMA VAKTİ

Şili, Lübnan, Ekvador, Mısır, 200’den fazla insanın öldüğü Irak ve diğerleri en azından 30 yıllık neoliberal ekonomi politikalarının sonucu. Sokağa çıkanlar ne düşman, ne dış güçlerin maşası ne de vatan haini. Piñera’nın düşman tanımıyla, Türkiye’nin beka sorunu aynı kapıya çıkıyor, aynı derdi örtüyor. Geçen yıl Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay Asgari Ücret Tespit Komisyonunda Sarı Yelekliler eylemine referansla “Böyle ne kadar gider? Önümüzdeki günlerde göreceğiz. Ne kadar gider? İşte gördük Fransa’da gitmediğini. Üç gün sonra bizim burada görür müyüz görmez miyiz? Bize bağlı” demişti. Sözlerini geri aldı. Ağustos ayında kamu çalışanlarına ilişkin toplu sözleşme görüşmelerinde açık kalan mikrofondan “Uzasa işi karıştıracağız, en azından kapattım böyle” sözleriyle gündeme geldi.  Hak-İş Genel Başkan Yardımcısı ve Özçelik-İş Sendikası Genel Başkanı Yunus Değirmenci 1.3 milyona aldığı makam aracıyla haber oldu.

Son istatistiklere göre Türkiye’de işsizlik 1 milyon 65 bin kişilik artışla yüzde 13.9’a yükseldi. Genç işsizlik yüzde 7.2 artarak yüzde 27.1’e ulaştı. TÜİK’in 2018 iş gücü istatistiklerine göre işsizlikte en yüksek ikinci oran gazetecilikte, her dört gazeteciden biri işsiz. Bu rakama geçen hafta Hürriyet’ten evlerine gönderilen tebligatla işlerinden kovulan 43 meslektaşımız daha eklendi. Kendi içine kapalı medya evreni ne çeperi dışında, uzun zamandır nüfuz etmediği sosyal hareketliliği görüyor ne de dünyanı türlü coğrafyalarından fışkıran itirazlara kulak kabartıyor. Kıdem tazminatı tabii ki önemli ama misal Soma işçileri bu sebeple 5 Ekim’den beri eylem yapıyor. 

Şimdi önümüzde türlü seçenek var: Haftalarca elinde sopayla tahtaya kalkan öğrenciler gibi Suriye haritası önünde hiç bilmedikleri konuda ezberlediklerini tekrar eden gazeteci “analist”lere mi gülelim, savaş muhabiri kılığına girenlerle alay mı edelim, gazetesinden 43 meslektaşı işten atılmışken Saray menüsünde ejder meyvesinin kaldırılmasına üzülenlere mi acıyalım, tazminatları nedeniyle ayrılamayan, taleplerine hak verdiğimiz arkadaşlarımızın evlerine gelen skandal tebligat sonrası “Kovulduk ey halkım unutma bizi” tweet’lerine mi kızalım? Bence önce tıkadığımız kulaklarımızı açalım, insan kulağı tıkalıyken kendi sesine de yabancılaşıyor. Lübnanlı isyancıların dediği gibi belki de “En mutlu depresif insanlarla tanışma vaktimiz gelmiştir”.

Evrensel'i Takip Et