08 Kasım 2019 00:17

Berlin Duvarı'nın yıkılışının 30. yılı: Kutlanacak ne kaldı?

Berlin Duvarı'nın yıkılışının 30. yılı: Kutlanacak ne kaldı?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Yarın Berlin Duvarı’nın yıkılışının tam 30. yılı.

9 Kasım 1989’da Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nde (DDR) iktidarda olan Sosyalist Birlik Partisi (SED) Politbüro Sözcücü Günther Schabowski’nin kameraların karşısına geçerek, “Bütün vatandaşlara seyahat hakkı tanınmıştır” demesi üzerine, on binlerce insan Berlin Duvarı’na, Brandenburg Kapısı’na doğru akın etmeye başladı. Sınırdaki “Halk Polisi”nin zorluk çıkarmaması üzerine kapılar açılmış, duvara kazmalar vurulmuş ve böylece Berlin Duvarı yıkılmıştı.

Bu elbette bir sürecin finaliydi. Leipzig’deki kilisede duayla başlayan, sonra Pazartesi Gösterileriyle devam eden rejim karşıtı eylemler 4 Kasım 1989’da Alexanderplatz’da doruğa ulaşmıştı.

Berlin Duvarı’nın yıkılması sadece Almanya için değil bütün dünya için yeni bir döneme kapı araladı. Bu, Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa ülkelerinin temsil ettiği “reel sosyalizm”in yıkılması, kapitalizmin zaferini ilan etmesinden başka bir şey değildi.

Bu zaferi ABD’li Siyaset Bilimci Francis Fukuyama “Tarihin Sonu” adlı makalesinde “Artık ideolojiler ve sınıflar mücadelesi döneminin kapandığı”, “Kapitalizmin ve liberal demokrasinin alternatifinin olmadığı” şeklinde iddia etmişti. 30 yıl önce bunları yazan Fukuyama, bu yılın başında Der Spiegel dergisine verdiği röportajda bu kez “demokrasinin sonu”nun geldiğini söylüyordu. (07.02.2019)

Tehlikede gördüğü demokrasinin sonunun yıllardır övüp bitiremediği kapitalizmin getirdiğini ise kabul etmeye yanaşmıyor ve bugün ekonomi değil, kimlikler üzerinden bir mücadelenin sürdüğünü ileri sürmeye devam ediyor. Aşırı sağın yükselişini de ekonomik-sosyal sorunlara değil kimliklere bağlıyor.

Nasıl ki 30 yıl önce ileri sürdüğü “Tarihin Sonu” tezi boş çıktıysa, “Demokrasinin sonu” söylemi de boş çıkacak. Dünyanın günümüzdeki hali her renkten ve ülkeden burjuva siyaset bilimcilerin tutarsız tezlerinin çöküşünün de özetidir. Zira, dünyanın dört bir yanında sosyal temelde sınıf mücadelesi devam ediyor. İnişli-çıkışlı süren sınıf mücadelesine, sosyal hareketlere, sokağa bakmadan ileri sürülen bütün tezler, “Tarihin Sonu” gibi tarihin çöp sepetine atılmaya mahkum.

9 Kasım’da Berlin Duvarı’ndan aşarak Batı Berlin’e geçmek için birbiriyle kıyasıya bir yarış içinde olan, Demir Perde’nin esaretinden kurtulduğunu söyleyen geniş kitleler ise tam anlamıyla duvarın altında kaldı. Bu nedenle onlar için kutlanacak bir şey kalmadı.

Almanya’nın önemli köşe yazarlarından Heribert Prantl bu hafta kaleme aldığı “Birleşme (Alman) bayrağındaki sarı kahverengileşiyor” başlıklı yazısında söyle diyor: “30 yıl önce Almanlar dünyanın en mutlu halkı olduğuna dair anımsamalara baktığımızda, şimdi bundan eser yok. En son Thüringen’de de görüldüğü gibi Doğu Almanya’daki eyaletlerde insanlar daha fazla sağa kaymış durumda.” (Süddeutsche Zeitung, 02.11.2017)

Buna rağmen, Deutsche Post, utanmadan Almanların Berlin Duvarı’nın yıkılmasından bu yana en mutlu günlerini yaşadığını ileri süren “Mutluluk Atlası” yayımladı. Mutluluğun artmasına gerekçe olarak, Doğu Almanya’daki “Memnuniyet seviyesindeki ortalama artış” gösterildi.

Hal böyle olunca araştırmadan, “Aşırı sağ yükseldikçe Doğu Almanlar mutlu oluyor” sonucu çıkarmak da mümkün. Halbuki, gerçek Doğu Almanya’da halk arasında gelecek kaygısı her geçen gün artıyor ve bu nedenle ilk çok partili seçimlerde güvenerek oy verdikleri sistem partileri güç ve itibar kaybediyor.

Şimdi, batı tarafından aldatıldıklarını çok daha iyi anlıyorlar. Zira birleşme olmasına rağmen ekonomik-sosyal alanda ikinci sınıf vatandaş olmaya devam ediyorlar. Bu nedenle Doğu Almanya’dan başlayarak dünya genelinde Berlin Duvarı’nın çöküşünden sonra asıl olarak kaybedenler neoliberal politikalarla sosyal hakları elinden alınan, işsizliğe, yoksulluğa itilen emekçiler, kazanan ise tekeller olmuştur. Dolayısıyla bugün asıl olarak dünyanın her tarafında sermaye kazandıkça emekçilerin kaybedeceğini anlatma ve buna karşı bir çıkış yolu göstermeye ihtiyaç var.

30 yıl değerlendirmesi yapan Alman solu ise çoğunlukla “nostalji” ve “mağdur/kurban” söylemine sarılıyor. Örneğin Junge Welt gazetesi tarafından iki gün önce yayımlanan “Karşı Devrim/Konterrevolotion” ekinde Batı Almanya’nın Doğu Almanya’yı nasıl yuttuğu, talan ettiği bir kez anlatılıyor. Doğu Alman rejiminin yanlışlıkları ve zayıflıklarına ise pek dokunulmuyor.

Almanya ve dünyanın biriken savaş, silahlanma, yoksulluk, açlık, küresel ısınma... gibi temel sorunları nostalji yapmakla geçiştirilecek kadar hafif değil. Bu nedenle, 30 yıldır her alanda hükümranlığını sürdüren kapitalist-emperyalist sistemin insanın insanca yaşayacağı bir sistem olmadığı çıplak şekilde görüldü. Dolayısıyla doğru temeller üzerinde sosyalizmi yeniden kurmaktan başka çarenin kalmadığı bıkmadan, usanmadan anlatılmalı.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa