"Puslu havalar, paslı pusulular" meselesi
Fotoğraf: Envato
Kirvem,
Malum olduğu üzere şu cavalacoz, şu kavanoz dipli dünyanın çeşitli diyarlarında yaşayan insanların hangi ahvallerde, hangi taraklarda ne tür bezler dokuduklarını hemen her gün birbirinin peşi sıra giderek artan ıvır zıvır bilumum teknolojik gelişmeler sayesinde tıpkı bir vakitler Yeşilçam’ın otuz altı kısım tekmili birden filmleri gibi anbean izleyip, haberdar oluyoruz...
Nitekim ezelden beri “aççık seççik” görünen o ki; berrak pınarların başını tutup, bunların bekçiliğini kendi keyiflerince veya bileklerinin gücüyle üstlenen zorbaların yanı sıra, keza aynı şekilde suyun kaynağında çadır kurup, dolayısıyla bunun kaymağını destursuz lüpleyen bilumum tufeylilerin keyfi, tam anlamıyla sanki ballı börek tatlısı!
Atalarımızın kim bilir hangi deneyler, hangi tecrübeler sonucunda edinip, akabinde de bizlere armağan ettikleri ecdat yadigarı uyarılarından yola çıkıldığında, anlaşılan o ki; birileri işkembelerini kaymaklı kadayıf, fıstıklı baklava ile tıka basa doldururken, diğer yandan da kimileri de açlıktan kokan nefesleriyle bütün bu “nimet”leri, karılmaz camlı vitrinlerin önünde yutkunup izlediklerinde, işte o zaman eninde sonunda “kıyamet” kopuyor...
Aslında atalarımızın bu uyarılarını kulak ardı etmeyip, hatta tam aksine son derece önemseyen nesiller olarak şu güzelim ülkemizde “biri yer, biri bakar” gibi tatsız, tuzsuz bir tablo ile milletçe yüz yüze gelmemek için günde beş vakit namazımızı kılıp böylece Tanrı’ya yalvarıyoruz ama, diğer taraftan da memleketimizin sathında gelişen, özellikle de son zamanlarda gerek dahili, gerekse harici olaylar nedeniyle gele gele nihayetinde neredeyse kıyametin eşiğine gelip dayandığımız için cümleten hem efkarlıyız, hem de ister istemez endişeliyiz...
Bol kepçeli demokrasimiz sayesinde oylarımızla seçip Ankara’ya postaladığımız vekillerimizin, seksen iki milyonluk nüfusumuza ilaveten, ayrıca bir müddetten beri “Tanrı misafiri” diyerek bağrımıza bastığımız dört milyonu aşkın Suriyeli “kardeşlerimiz”in de; irili ufaklı, yandan çarklı sorunlarına derman olup, dolayısıyla memleketin her yanını, her bucağını tez elden gülistana çevirmelerini umutla bekleyip, hatta bu bapta milletçe neredeyse hep beraber sabreden birer derviş kesilmemize rağmen, umduğumuz dağlara kar yağdığını, bu baptaki güvenimizin tıpkı kulpu kırık gariban bir fincana dönüştüğünü gördükçe, bu kez de ağlanacak halimize gülüyoruz...
Milletçe İçine balık istifi dolduğumuz teknemizin giderek su aldığını, bu yolculuğun maalesef “hayırlara vesile” olmadığını, bunu da; kimilerimiz davul, zurna, çığırtma, kaval, kemençe, keman, klarnet eşliğinde, kimilerimiz de illa da üç telli saz ile dillendirip, dururken, beri taraftan duyabilene aşkolsun!
Baştan kara rotamızla, puslu havadaki bu paslı pusulalarımızla döne döne nihayetinde günün birinde kayalara toslayacağımızı avazımız yettiğince haykırıp duruyoruz ama, bu arada sesimizi, soluğumuzu duymayan, feryatlarımıza kulaklarını tıkayıp, sadece elindeki Nuh Nebiden kalma dürbünüyle hep aynı noktadan, aynı zaviyeden ufku boş gözlerle seyreden anlı şanlı kaptan-ı deryamızdan nedense, ne hikmetse nafile yere “mucize” bekliyoruz Kirvem!..
- Bitmeyen yazı* 05 Nisan 2022 00:14
- ‘Saltanat kayıkları’ meselesi 19 Mart 2022 23:23
- 'Ayıp' meselesi 12 Mart 2022 23:00
- ‘Yamuk beyinler’ meselesi 05 Mart 2022 21:31
- ‘İp ipullah sivri külah’ meselesi 26 Şubat 2022 23:05
- ‘Laklakiyat’ meselesi 19 Şubat 2022 20:45
- ‘Saz çalıp çığırmak’ meselesi 12 Şubat 2022 22:00
- ‘Demirkazık’ meselesi 05 Şubat 2022 23:20
- ‘Minik serçe’ meselesi 30 Ocak 2022 02:15
- ‘Enkaz’ meselesi 23 Ocak 2022 02:43
- ‘Rektifiye’ meselesi 16 Ocak 2022 03:40
- "Aç tavuk" meselesi 09 Ocak 2022 02:30