28 Kasım 2019 00:10

Arap Ayaklanması'nın getirdikleri

Lübnan'daki protestolar sırasında çekilmiş bir fotoğraf

Fotoğraf: AA

Paylaş

Lübnan, Irak ve İran’daki protestolar önceki haftalara göre hafiflemiş olsa da sürüyor. Aslında bölgedeki birçok ülke (henüz) kitlesel sokak gösterileri başlamamış olsa da uzun süredir huzursuz. 

Kimileri bu huzursuzluk dalgalarının 2011’de başlayan Arap Ayaklanması’nın artçıları olduğunu savunuyor. Doğru ancak eksik bir görüş. Günümüzdeki protestoların, kitlesel gösterilerin, korku duvarlarının tamamen yıkılmasa da büyük ölçüde aşındığını ortaya koyan tepkilerin başlangıcı Arap Ayaklanması ise Arap Ayaklanması’nın miadı neydi? 

Bölgedeki her ülkenin kendine has sosyal ve ekonomik yapısı var. Haliyle her bir ülkenin kendine has sorunları yine yerel gelişmelere paralel olarak yıllar içinde dönüşerek kronikleşti. 2011’de başlayan Arap Ayaklanması ile ilk patlamalarını gördüğümüz tepkiler her ülkede farklı tezahürlerle ortaya çıktı. 

İsyanın sıçradığı bölgelerdeki yıkımın boyutları iç sebepler kadar dış müdahale gibi faktörlere göre de değişiyor. Mesela günümüzde Libya’yı bir ülke olarak sayabilmek çok zor. Yine Suriye, daha uzun süre vekalet savaşlarının sahnesi olmaktan kurtulamayacak gibi görünüyor. 

Arap Ayaklanması’na yol açan yüzlerce sebep sayılabilir; baskıcı rejimler, yolsuzluk ağları, kurumsallaşma süreci zayıf/tamamlanmamış devlet sistemleri, din-mezhep çatlaklarından beslenen güç odakları, parçalanmış toplumsal yapıyı bekasının sigortası olarak gören yönetici kesim, dış müdahaleye davetiye gibi iç şartlar, gelir dağılımı adaletsizliği, en küçük eleştirinin devlet bekası gibi ağır kılıflarla örtbas etmenin normal sayıldığı zihniyet, hukukun kişilerin keyfiyetine bağlı olduğu ve mafyatik düzenin koruması haline geldiği yapılar sistemler vs. vs…

Neredeyse 9 yıldır devam eden bu kanlı huzursuzluk dönemi yukarıdaki sorunların çözümünü sağladı mı? Büyük ölçüde hayır. Aksine, sıcak çatışma dönemleri hafiflemeye başladığından beri bölge başka bir kaotik döneme doğru ilerliyor yavaş yavaş. Temel soru hâlâ cevapsız; bundan sonra ne olacak? İsyanın az ya da çok hissedildiği her bir ülke kronikleşmiş sorunlarla sarmalanmış eski zihniyetlerle mi devam edecek? Yeni, temiz, şeffaf, demokratik yönetimlere mi geçilecek? Halkların talepleri buydu sonuçta. İyi de bunu kimler, hangi kadrolarla yapacak?

Sonuçta on yıllardır büyük ölçüde tek parti olmasa da tek seslilikle, tek merkezden yönetilmiş ülkelerden bahsediyoruz. Bir muhalefetin ortaya çıkması, gelişmesi, yönetime aday olması, üstelik kangrene dönüşmüş sorunlara el atabilecek kadar hazırlıklı hale gelmesi birkaç yılda sağlanabilecek bir şey değil. 

Bir de az ya da çok yıkımın yaşandığı ülkelerde yeni bir siyasi yapı, yönetim modeli, demokrasi gibi beklentileri gölgede bırakabilecek çok daha acil sorunlar çözüm bekliyor. Elindeki gücü bırakmak istemeyenler için muhteşem bir nimet! ‘Demokrasi mi istikrar mı; seç birini’ dayatması için mükemmel şartlar!

Mevcut havaya bakılırsa Arap Ayaklanması gibi bir kaosa yol açan yapısal sorunlara el atan yönetim henüz yok. Bu yönde sözlü olarak belirtilen niyetler olsa da icraata geçen de yok. Diğer taraftan Arap Ayaklanması büyük ölçüde sona erdi, çatışmalar bitti, dış müdahaleler azaldı veya seyir değiştirdi. Bu durumda, 2011 öncesinin bakiyesi ile iyice ağırlaşmış olsa da aynı düzenler devam mı edecek?

Güç sahiplerinin niyetinin ve beklentilerinin bu olduğu kesin ancak sokaklar ve henüz yeni yeni filizlenen şartlar başka şeyler anlatıyor: Arap Ayaklanması bitmedi ve belki de önümüzdeki onlarca yıl yeni ayaklanmaları veya artçılarını yaşamaya devam edeceğiz. Zaten ayaklanma dönemini tetikleyen şartlar ortadan kalkmadıkça yeni Arap Ayaklanmaları görmemiz neredeyse kaçınılmaz.
Önümüzde uzanan, nereye evrileceği kestirilemeyen bu yeni dönem(ler) kanlı yıllar getirir mi bilinmez ancak bölgedeki insanların 2011 öncesindeki gibi olmadığı açık. 

Bir tarafta yıkım ve kaosla iyice radikalleşen nesiller, diğer tarafta korku duvarlarının yıkılabileceğini görüp cesaretlenenler var artık. 2011’e kadar pek konuşulmayan veya konuşanların büyük bedeller ödemesine sebep olan konuların tartışmaya açıldığı bir dönemin başındayız gibi görünüyor. Radikalizmi besleyen dini argümanlara dair tartışmalar başta olmak üzere, 10 yıl öncesine kadar tabu sayılan meselelerin yavaş yavaş gündeme gelmeye başlaması ümit verici. Demokrasi, insan hakları gibi taleplerin sloganlarla sınırlı kalmadığı, enine boyuna tartışıldığı, kadın hakları gibi bölgeye oldukça yabancı mücadelelerin daha görünür olduğu, vatandaş-devlet ilişkisinin yeniden düzenlenmesi gerektiğinde ısrar edenlerin sık sık ekranlarda boy gösterdiği bu yeni eşik, bölgenin geleceğini etkileyecek.

Diğer taraftan birçok ülkenin başından atmaya çalıştığı mülteciler de gidişatı olumlu-olumsuz etkileyecek. Mültecilerin hepsi ülkelerine geri dönmeyecek ancak sayıları az olsa da dönen kesimin tetikleyeceği şartları küçümsememek gerek. Başka kültürle iletişime geçebilen, birkaç dil konuşan, başka bir hayatın mümkün olduğunu tecrübe eden milyonlarca insanın yaratacağı etki kestirilemeyecek kadar büyük olabilir. Aynı zamanda mültecilere yönelik politikalarla gettolaşmalar ve radikalleşme süreci de aynı ölçüde hızlı gelişebilir.

Yeni siyasi akımlar, hatta ayaklanma döneminin yıktığı/ortaya çıkardığı müttefiklik ilişkileri devletlerin temel esaslarından dış politikalarına kadar çok boyutlu olarak etkileyebilir. 

Yıkımın gölgesinde kalan bu ümit verici gelişmelerin büyümesi, köklenmesi muhtemelen hiç kolay olmayacak. Sonuçta Arap Ayaklanması gibi yıkıcı bir sürece rağmen mevcut zihniyetini değiştirmek istemeyen, 2011 öncesi şartları en kısa sürede kurmak için çaba gösteren, hâlâ içerideki sorunları görmemekte ısrar edip gözünü dış müdahalelere çeviren yöneticiler koltuklarında oturuyor. Muhtemelen bölgeyi en az ayaklanma dönemindeki kadar çetin bir dönem bekliyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa