06 Aralık 2019 01:03

Anlaşamadıklarında anlaştılar

NATO üyesi ülkelerin liderleri zirve öncesi aile fotoğrafı için dizildi.

Fotoğraf: Facundo Arrizabalaga/EPA-EFE/AA

Paylaş

NATO’nun 70. yılı dolayısıyla yapılan Londra zirvesinin sonuç bildirgesini, toplantı öncesinde Macron zaten açıklamıştı. Fransa Cumhurbaşkanı toplantı öncesinde “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti” demekle, NATO içerisindeki güçler arasındaki derin çelişkilerin varlığını bir kez daha vurgulamış, bu vurgu NATO’nun resmi bildirgeleri, açıklamaları ne yönde olursa olsun, gerçek durumun açığa vurulması olarak gündemdeki yerini almıştı.

Nitekim NATO’nun en önemli gündemi olan ve kabul edilen Baltıklardaki Rusya’ya karşı yeni mevzilenme meselesinde durum şuydu; “Avrupa’nın istikrarı ve güvenliği ancak Rusya ile sağlam bir ilişki kurarak garanti edilebilir, Rusya, artık NATO’nun düşmanı değildir.” Bu tespit ve ifadeler toplantı sonrasında yaptığı bir açıklamada Macron tarafından dile getirildi. Evet ölü ortadaydı ama kimsenin cenazeyi kaldıracak mecali yoktu.

NATO demek ABD demekti ve uzunca bir süredir AB’nin en öndeki iki gücü Almanya ve Fransa bir Avrupa ordusu organize etmek üzere çaba gösteriyor, ama aralarında mevcut çelişkiler, liderin kim olacağı sorunu bu doğrultuda hızlı ve kesin adımlar atılmasının önünü kesiyordu. Bütün bunların yaşanması ve gerçekleşme yönünde ilerlemesi beklenmedik gelişmeler mi? Uluslararası politik gelişmeleri yakından takip edenler için bunların hiç birisi sürpriz ve beklenmedik olaylar değildir.

NATO “iki kutuplu” dünya döneminde kurulmuş, “komünizme karşı mücadelede” kapitalizmin dünya jandarması olarak görev yapmıştı. Duvarların yıkılması ile birlikte NATO ABD’nin kesin önderliğinde tek ve güçlü askeri ittifak olarak varlığını sürdürmüş, kendisine yeni bir “düşman” aramaya başlamıştı. Bu düşman “uluslararası terörizm” olarak tespit edilmiş, dünya halklarına karşı yıkım ve işgallerle süren bir süreç güncellenerek, sürdürülmüştü.

Ancak kapitalizmin eşitsiz ve sıçramalı gelişimi Çin gibi ülkeleri ön plana çıkarmış, kapitalist gelişmenin Hindistan gibi ülkelerde yaygınlaşması ile birlikte eski güç ilişkileri ve bunun üzerine kurulan dengeler altüst olmaya başlamıştı. Emperyalist dünya da yeni kutuplaşma eğilimleri hız kazanmış, ABD’nin eski ve tartışmasız gücü aşınmaya başlamıştı. Artık yapılan her NATO toplantısı, bu savaş örgütüne üye devletler tarafından yapılan her ortak toplantı, alışkanlık olduğu üzere birlik, beraberlik masajlarının verildiği, ama masa altındaki tepişmelerin derinleştiği toplantılar oluyor. Bu toplantı da Çin hedef tahtasına yerleştirildi ama başta ABD olmak üzere Almanya ve İngiltere gibi ülkelerin Çin’le yoğun ilişkileri var ve bu konu başlı başına bir ayrılık konusu vb.

Kuşkusuz bu NATO toplantısının Türkiye açısından da ayrı bir önemi vardı. Suriye harekatı, S-400 sorunu, Rusya ile ilişkiler bu toplantının resmi ve gayriresmi gündemleri arasındaydı ve Erdoğan’ın toplantıya gitmeden önce yaptığı açıklamalar; özelikle terörizm meselesini öne çıkararak, Rusya ile askeri alan dahil, gelişen ilişkilerin çokta tartışılmamasını sağlamayı taktik olarak amaçladığını gösteriyordu. Yoksa Macron’un ikiyüzlülükle ifade ettiği “İttifakın bir üyesi olup Rusya’dan bir şeyler satın almak ve bunlara entegre olmak, onunla çalışmak nasıl mümkün olabilir?​” sorusunda gündeme getirdiği durum, olanca ağırlığı ile Erdoğan’ın sırtına yıkılacaktı.

Bu konularda eski durumdan öteye giden bir adım atılmadı. S-400’ler NATO sistemine entegre edilemezdi ve zaten ortada iktidar tarafından dile getirilmiş böyle bir istek de yoktu. Suriye Kürtlerinin örgütleri terörist olarak kabul edilmedi, bunun yerine o yuvarlak terörizm karşıtlığı bildirgedeki yerini aldı. Yani herkes yine bildiği gibi davranacaktı! Anlaşılamayan konularda anlaşmak son zamanlardaki her zirvede olduğu gibi bu zirvede de üzerinde anlaşılan tek konu oldu. Bu arada Trump, Kanada Başbakanı Trudeau’ya “ikiyüzlü” diyerek, yapacağı basın toplantısını da iptal ederek zirveyi planlanandan önce terk ederek ABD’ye döndü.

Şimdi genel olarak uluslararası politik tablo şöyle görünüyor: Büyük emperyalist devletler arasındaki çelişkiler derinleşiyor ve keskinleşiyor. Üstelik bu durum dünya ekonomisinin genellikle durgun seyrettiği bir dönemde gerçekleşiyor ve bu da pazar mücadelelerini keskinleştirerek gerilimleri daha hızlı artıran bir rol oynuyor. Emperyalist güçler birbirlerine karşı gümrük duvarlarını yükselterek, vergileri artırarak ya da bu yönde adımlar atarak, silahlanma yarışını hızlandırarak işleri kesin bir hesaplaşmaya doğru götürüyorlar.

Ama uluslararası tablo artık bundan ibaret değil. Duvarlar yıkıldıktan sonra uluslararası işçi sınıfının ve dünya halklarının mücadelesi en geri düzeyine inmiş, yer yer mevzi mücadeleler olsa da halklar adeta bir şokun etkisi altına girmişlerdi. Artık bu durum sona erdi. Bugün pek çok ülkede işçi ve emekçi halklar ayağa kalkmış durumdalar. Hükümetler devriliyor, diktatörler yıkılıyor, uluslararası tekelci kapitalizmin dayattığı neoliberal politikalara, baskı ve teröre karşı bağımsızlık ve demokrasi için mücadeleler yaygınlaşıyor ve sertleşiyor.

Sonuç olarak şunlar söylenebilir: Evet eski ittifaklar çözülüyor ve güç ilişkileri değişiyor, emperyalistler arası çelişkiler keskinleşiyor. Ama bu durum emperyalistlerin halkların mücadelesine karşı geçici veya kalıcı birlikler, koalisyonlar oluşturmayacağı ve oluşturmadığı anlamına gelmiyor. Onlar halkların yükselen mücadelesini boğmak için her yol ve yöntemi deniyorlar ve deneyecekler. Ama işçi ve emekçi halklar da gelişmelerden, olup bitenlerden epeyce tecrübe çıkardılar ve kendi mücadelelerini, örgütlerini geliştirerek yollarına kararlılıkla devam ediyorlar. Olgular yeni bir altüst oluşlar dönemine doğru hızla ilerlendiğini gösteriyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa