06 Aralık 2019 00:40

NATO Zirvesi: Batı cephesinde değişen şey çok

NATO'nun 70. yılında toplanan zirveden genel görünüm.

Fotoğraf: Murat Çetinmühürdar/Cumhurbaşkanlığı/AA

Paylaş

Kim ne derse desin; NATO’nun 70. kuruluş yılının kutlandığı Londra’daki zirve, batılı emperyalist devletler arasındaki pazar kavgasını, siyasi egemenlik çatışmasını daha görünür hale getirdi. Bu durum NATO’nun gelecekte hangi formda yoluna devam edeceği ya da etmeyeceği tartışmasını da beraberinde getirmiştir.

Yakında üye olacak Kuzey Makedonya ile birlikte toplam üye sayısı 30 ülkeye çıkacak ittifakın, Soğuk Savaş’ın bitmesinden bu yana devam eden anlayış üzerinden yoluna devam etmesinin zor olduğu Avrupa basınında son birkaç haftadır yazılıyor.

Çelişkilerdeki derinlik ve Donald Trump’ın ABD başkanı seçilmesinden sonra hızlanan güvensizlikle birlikte, artık liderliği daha fazla sorgulanır hale gelen ABD’nin, bütün üye ülkeleri kendi çıkarları etrafında uyumlu şekilde bir arada tutmasının koşulları giderek daha imkansız hale geliyor.

Bu nedenle “NATO krizi” aynı zamanda ABD’nin sarsılan ve sorgulanan konumuyla yakından ilgili.

Zirvenin magazini olarak kameralara yansıyan Kanada, İngiltere, Hollanda ve Fransa devlet başkanlarının kendi aralarında “Trump mavrası” çevirmesi, ardından bunu duyan Trump’ın durumu “iki yüzlü” olarak değerlendirip basın toplantısını iptal ederek Washington’a dönmesi de durumu özetliyor.

Zirveden bildiren Süddeutsche Zeitung Muhabirleri Mattihas Kolb ve Paul-Anton Krüger’in verilen mesajlardan yola çıkarak, “Pek çok görüş farklılığına rağmen ortak bir açıklamanın yayımlanmasıyla skandal önlendi. Hem Merkel hem de Macron Londra’daki görüşmeleri olumlu ve yararlı değerlendirdi. Basın toplantısını iptal eden Trump da sonuçtan memnun olduğunu belirtti” (05.12.2019) değerlendirmesinde bulundular.

Benzer bir durumun katılımcı diğer ülkeler için de söylemek mümkün. Her ülke kendi lehine bir parça olumluluk çıkardı zirveden.

Türkiye de bunların başında geliyor.

Suriye’de Rusya ile askeri ve siyasi yakınlaşmanın karşılığı olarak NATO zirvesinde eleştiri oklarını sert şekilde üzerine alması beklenen Türkiye, denilebilir ki, şimdilik sorunu ötelemiş görünüyor. Ancak bu “NATO’nun Türkiye sorunu”nun bitti anlamına gelmiyor.

Ancak, gelinen aşamada NATO içerisinde Fransa-Almanya ekseniyle ABD arasında yaşanan rekabet, tarafları Türkiye konusunda ortak bir tutum almayı dahi zorlaştırmış görünüyor.

Erdoğan’ın zirve öncesi ve sırasında Fransa Cumhurbaşkanı Macron’u hedefe koyarak ABD’ye yakın durması da bunun sonucu.

Terör tanımı konusunda zıt iki kutup gibi görünen Erdoğan ve Macron, Rusya ile ilişkiler konusunda ise neredeyse aynı çizgide. Sonuç bildirisinden her ne kadar Rusya’dan “agresif” ve “Avrasya’nın güvenliği için tehdit” tanımlamaları kullanılsa da Macron düzenlediği basın toplantısında Rusya’dan “komşu” ve “NATO’nun düşmanı değil partneri” diye söz etmesi de bu konuda görüş farklılığının olduğunu ortaya koyuyor. Keza Almanya Başbakanı Merkel de aynı yönde değerlendirmede bulundu.

Ama, Erdoğan, NATO’nun Rusya konusundaki görüşlerine çekince koymadığı gibi, sonradan bir açıklama yapma gereği dahi görmedi. Bu önümüzdeki dönem sürekli “üst akıl” diye eleştirdiği ABD’ye daha fazla yaklaşacağının mesajı olarak da okunabilir. Dolayısıyla ABD’den gelen tehditler Erdoğan’ı bir ölçüde hizaya sokmuş görünüyor. NATO’daki manzara bu yöndeydi.

Görüş farklılığı askeri harcamalardaki artışıyla meydan okuyan ülke olarak değerlendirilen Çin için de geçerli.

Dolayısıyla bugün daha çok ABD sermayesinin çıkarlarına bağlı olarak hedef halinde getirilen iki ülkeye karşı Almanya ve Fransa’nın aynı saiklerle davranmayacağını zirve bir kez daha gösterdi. ABD için “potansiyel düşman” olan bu ülkeler, birçok Avrupa ülkesi için “şans” durumunda.

Bütün bu çelişkilere rağmen NATO dünyayı silahlandırmaya devam ediyor. Üye ülkelere gayrisafi milli hasılalarının yüzde 2’sini askeri harcamalara ayrıma zorunluluğu dayatan ABD, bu zirvede şartı yerine yetirmeyen ülkeleri bir kez daha uyardı. Ve Trump, göreve geldiğinden bu yana NATO’nun askeri harcamalarını 130 milyar dolar artırmakla övünüyor. Bu nedenle 2018’de dünya genelinde silahlanmaya ayrılan toplam bütçe (1.8 trilyon dolar) rekor kırdı.

Unutulmamalı ki; silahlanmaya, askeri alanlara ayrılan her kuruş sağlıktan, eğitimden, sosyal alanlardan kesiliyor. Bu nedenle her ülkede yüzde 2 şartına karşı mücadele her zamankinden büyük bir önem taşıyor. Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü tarafından hazırlanan rapora göre, 2017’de ülkelerin askeri harcamalarının genel ortalaması dünya gayrisafi yurt içi hasılasının yüzde 2.2’sine tekabül ediyordu. Bu da dünya genelinde kişi başına yıllık 230 doların askeri harcamalara ayrıldığı anlamına geliyor.

ABD, Çin, Suudi Arabistan, Rusya ve Hindistan dünya genelinde askeri harcamaların yüzde 60’ını yapıyor. Türkiye ise 2017’de 18.2 milyar dolar askeri harcama ile 15. sırada yer aldı. “2018’de savunma ve güvenlik harcamalarına 102.8 milyar TL ayrılırken, 2020 yılı için öngörülen ödenek miktarı 141.1 milyar TL’ye yükseltildi. Bu rakam öngörülen bütçenin yüzde 12.8’ine tekabül ediyor.” (vicdaniret.org)

Bütün bunlardan ötürü NATO’ya karşı mücadele silahlanmaya karşı mücadeleyle birleştirildiği takdirde halk açısından daha anlamlı olur. Tek başına NATO’dan çıkmanın soyut kalma olasılığının bulunduğu günümüzde, bunu somut askeri harcama dayatmalarıyla birleştirmek önemli. Almanya’da yüzde 2’ye karşı verilen mücadele çerçevesinde çok sayıda inisiyatif kuruldu, imza kampanyaları başlatıldı.

“Batı Cephesi”nde keskinleşen çelişkilerin, bu savaş örgütüne karşı yıllardır mücadele edenler tarafından da fırsata çevrilmesi kaçınılmaz.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa