13 Aralık 2019 00:36

Yayılmacılığın hamleleri

Cumhurbaşkanı Erdoğan (sağda) ile Libya’daki Ulusal Mutabakat Hükümeti Başkanı Fayiz es Sarrac (solda)

Cumhurbaşkanı Erdoğan (sağda) ile Libya’daki Ulusal Mutabakat Hükümeti Başkanı
Fayiz es Sarrac (solda) | Fotoğraf: AA

Paylaş

Aşağıya alacağımız satırlar Yeni Şafak Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül’e ait. Bu tespitler 11 Aralık tarihindeki yazısında yer alıyor. Kuşkusuz bunlar yazarın bu yönde düşünce açıkladığı ilk yazısı değil. Yazar buna benzer pek çok yazıyı kaleme aldı. Libya ile yapılan son anlaşmadan sonra söylenenler ise şunlar. “Türkiye büyük jeopolitik hamleler yapıyor. Biz biliyoruz ki, Balkanlar’da yoksak, Kuzey Afrika’da yoksak, Kafkaslarda yoksak, Kızıldeniz’de ve Basra Körfezi’nde yoksak Anadolu’da tutunamayız, İstanbul’u koruyamayız.” (boltlar yazar tarafından yapılmıştır)

Yayılma, işgal ve ilhak politikası her halde gerici bir yazar tarafından ancak bu kadar özlü ifade edilebilirdi. Geçtiğimiz günlerde cumhuriyetin 96. yılı kutlandı. Türkiye Cumhuriyeti devleti son yıllara kadar bu coğrafyalarda yazarın anladığı anlamda yoktu ama varlığını ve gelişimini -bizim istediğimiz istikamette ve içerikte olmasa da- sürdürdü, son yıllarda gündeme geldiği ölçüde bir varlık ve yokluk tartışmasını hiçbir zaman yaşamadı. Ülkenin Kürt illeri, Irak, Suriye gibi komşu ülkelerin Kürt bölgeleri son yıllarda giderek daha fazla devleti yönetenlerin sıkça askeri operasyonları gündeme getirdikleri, Suriye’de olduğu gibi işgale giriştikleri bölgeler oldular.

Ülkenin “iç güvenliği” giderek daha fazla dışarıda aranır oldu. Gerekçeler hep aynıydı: ‘Ülkenin ve devletin varlığı, bekası tehlikede, ulusal güvenliğimiz için bu adımları atmak zorundayız.’ Bu ülkeyi gerçekten seven yurtseverler, ilerici güçler, devrimci ve sosyalist çevreler dillerinin döndüğünce, güçlerinin sınırları ne kadar yettiyse bu politikaların yanlış olduğunu, ülkenin güvenliğini dışarıda aramanın bir sınırının olmadığını, ABD, İsrail vb. devletlerin işgalci, yayılmacı politikalarından örnekler vererek açıklamaya, anlatmaya, olup bitene karşı koymaya çalıştılar. Ülke kendi iç barışını sağlamak, güvenliğini garanti altına almak istiyorsa demokratik bir yönetim kurmalı, ülkede yaşayan halklar eşit haklara sahip olmalı, ülke emperyalizmden bağımsız olmalıydı. İşgalci, ilhakcı, yayılmacı politikalara karşı özet olarak söylenenler bunlardı.

Ama son yıllarda ülkeyi yönetenler Somali’de, Katar’da üs kurma, Sudan’da geniş topraklar satın alma, komşu ülkelerde toprak işgal etmeye, Doğu Akdeniz’de gerilimi tırmandırmaya, Libya’ya asker gönderme adımlarını hazırlayan gerici bir politikaya sahip oldular. Üstelik Suriye ve Irak dışta tutulursa diğer ülkelerde ne “Kürt sorunu” ne buralardan ülkeye yönelik bir tehdit gündemdeydi. İzlenen politika açıkça bölge ve diğer coğrafyalarda güç ve egemenlik mücadelesine girme, buralarda soygun ve sömürü ilişkilerinin temellerini atan ve güvenceye alan politikalar uygulamayı gündeme almaktı. Bu tür mücadele veren diğer güçlere de ‘Buralarda biz de varız’ mesajı veriliyordu. Gerektiğinde o güçlerden bazıları ile ittifak yapma, sömürü ve soygun ortaklığı kurma adımlarıydı bütün bunlar.

Açık ve net ifade etmek gerekiyor: Bu atılan adımların hiç birisi, ileri sürülen gerekçelerin tek biri bile ülkenin güvenliği, devletin bekası için atılmış adımlar değildir, milli çıkarlarla ilgili en küçük bir ilişkileri yoktur. Atılan bu adımlar giderek palazlanan, biti kanlanan Türkiye burjuvazisinin dünya da süren yağma ve talan mücadelesine, savaşına kendi gücü oranında katılması, bu pazardan kendisine düşeceğini var saydığı payı alma mücadelesidir. Elbette ekonomik kriz boyutuna, ülkenin olanaklarının sınırına bakınca bu durum için “Ayranı yok içmeye.........” tepkisi dile getirilebilir.

Ama bu tepki durumu hafife almak olur. Türkiye burjuvazisi bazen tek başına, bazen emperyalist büyük güçlerden birisine yaslanarak, iş birliği yaparak emperyalist büyük devletlerin ardında çakal olarak soygun ve sömürü piyasasına girmiştir ve bu yolda hızla ilerlemeye çalışmakta, iç sıkıntı ve çözümsüzlüklerini gözden ırak tutmaya, ekonomiye yeni taze kan akıtma işini sağlamaya, çözümsüz dertlerine bu yolla çözüm bulmaya yönelmiştir.

Ama bu yöne yönelmek kendi doğasına uygun riskleri ve tehlikeleri de birlikte getirmektedir. Bu dünya ava gidenin avlanacağı bir dünyadır. İşçi ve emekçi halkın diğer halkların yıkımı ve yağması üzerine kurulan bu gerici yayılmacı politikalardan bir çıkarı olmadığı gibi, bu politikalar halkın sırtındaki yükün -mermi, bomba harcamalarının hatırlatıldığı gibi- daha da ağırlaşmasına neden olmaktadır. Sınıf mücadelesinin kapsamı daha da genişliyor ve bu konularda işçi ve emekçilerin aydınlatılması giderek daha fazla önem kazanıyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa