Soylu'nun hevesi, BİK'in sopası
BirGün ve Evrensel gazetesi, Basın İlan Kurumunun verdiği cezaları sürmanşete taşıdı | Fotoğraf: Evrensel
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu katıldığı bir radyo programında “Her şeyi bırakıp gazetecilik yapmak istiyorum. Şu an eleştirerek düzeltilmesi gereken onca konu var ki anlatamam. Araştırmacı gazetecilik şu an yok neredeyse” demiş. Umarım bu isteğini bir an önce gerçekleştirir. Lakin kendisini uyarmak lazım, araştırmacı gazetecilik yok değil var sadece örneklerin sayısı az çünkü gazeteciler zamanlarının büyük kısmını yaptıkları haberlere açılan soruşturmalar ve davalarla geçiriyor. Örneğin Pelin Ünker Cumhuriyet gazetesinde çalıştığı dönemde Panama ve Paradise Papers’ı haberleştiren Uluslararası Araştırmacı Gazeteciler Konsorsiyumundaydı (ICIJ). Konsorsiyumda 380 gazeteci vardı, sadece Pelin Ünker yargılandı. 2017’de açılan, Dönemin Başbakanı Binali Yıldırım’ın çocuklarının Malta’daki offshore şirketlerini konu alan Paradise Papers yazı dizisi nedeniyle Ünker’e 8 bin 660 lira para cezası ve 1 yıl 1 ay 15 gün hapis cezası verildi. Aynı dönemde “Paradise Papers kayıtlarından Albayrak ve ağabeyi de çıktı” ve “Paradise Papers: Kendilerine cennet halka cehennem” başlıklı haberler nedeniyle Evrensel’den Çağrı Sarı’ya da dava açılmıştı, Sarı altıncı duruşmada beraat etti. Bu kararın ardından Ünker yeniden yargılandı, dördüncü duruşmasında hakimin “Maalesef zaman aşımı olduğunu tespit ettim” tespitiyle dava düştü. Mehmet Cengiz, satın aldıktan sonra yanan Hüseyin Avni Paşa Köşkü’nün bulunduğu Hüseyin Avni Paşa Korusu’ndaki hukuksuz inşaatları konu alan “Boğaz manzaralı lüks müştemilat” haberi nedeniyle Cumhuriyet gazetesine 1 milyon TL’lik manevi tazminat davası açtı. Gördüğünüz gibi Sayın Soylu, araştırmacı gazeteci olmak istiyorsanız, mahkemelerde geçirecek bol bol vaktiniz ve ayrıca paranız olması gerekiyor.
Para demişken ekonomik krizle reklam pastasının küçülmesi, eski ana akımın prestij kaybetmesi ve internetin etkisiyle hem okuyucusundan hem de reklam gelirinden olan gazetelerin yerelinden ulusalına hemen tümü bugün Basın İlan Kurumuna (BİK) bağımlı durumda. Kurum 1961 yılında darbe sonrası Demokrat Partinin bütün resmi hatta özel ilanları yarattığı “besleme basına” aktarması üzerine adil dağıtımın sağlanması amacıyla kurulmuştu. Fakat unutulan çok önemli bir şey vardı o da özerklik. Devlete bağlı bir tüzel kişilik olan BİK’e bir de kendisinin belirlediği Basın Ahlâk Esasları’na uymadıkları gerekçesiyle ilan kesme yetkisi verilince bunun bir sansür aracına dönüşmesi kaçınılmazdı. Yakın geçmişten hatırlayacağımız en bilinen örnekler 19 Aralık 2000 “Hayata Dönüş Operasyonu” gibi korkunç bir isim verilen ikisi asker 32 kişinin öldüğü yüzlerce kişinin yaralandığı, sakat kaldığı cezaevleri operasyonları sırasındaydı. Hatırlarsanız medyanın çoğunluğu operasyonları aklamayı görev edinmiş, Milliyet “Sahte oruç, kanlı iftar” başlığı atmıştı. Dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk Perihan Mağden’in ölüm oruçlarıyla ilgili “Yine Ölüm Yine Ölüm” yazısında kendisine hakaret edildiğini öne sürerek Radikal gazetesinin ilanlarının kesilmesi için Basın İlan Kurumuna başvurmuştu. Bu başvuru büyük tepki çekmiş, sansüre karşı basın örgütleri seslerini yükseltmişti. Aynı yıl Yeni Asya’da yayımlanan Ali Ferşadoğlu imzalı “Sivil örgütler ve Bediüzzaman” yazısı nedeniyle Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü Ali Suat Ertosun’un başvurusu da haklı bulunmuş gazeteye üç gün ilan kesme cezası verilmişti. Cezalarının üç-beş günle sınırlı olması ilginç. Bugünle kıyaslanınca daha az insafsız denilebilir belki de, belki imkan olsa bugünkü olanakları kullanmaktan çekinmezlerdi...
BOZUK SAAT BİLE GÜNDE İKİ KERE DOĞRUYU GÖSTERİR
Geçen hafta BirGün gazetesi BİK’in gazeteye üç ayı aşkın bir süredir ilan ve reklam akışını durdurduğunu açıkladı. İlk gerekçe “Baskı ve Bayi-İade Defterleri”nin gecikmeli olarak tutulması, ikincisi ise “Bazı haberlerde yayın kaynağının kullanılmaması”. Bu ülkede hatırlarsanız bir gazete CNN Intrenational’dan Christiane Amanpour’la Gezi protestoları döneminde “Her şeyi para için yaptık” başlıklı hayali bir röportaj yayımlamıştı. Kaynak konusunda bu kadar hassas olan BİK, Takvim’e olmayan bir röportaj nedeniyle ilan kesme cezası uyguladı mı?
Bundan en azından beş altı yıl öncesine kadar BİK’in sitesinde, resmi ilanların hangi gazetelere ne kadar dağıtıldığına dair bilgilere, uygulanan cezalara, tiraj raporlarına erişebilirken bugün ulaşamıyoruz, neden? BirGün baskı ve bayi iade defterlerini bir dönem geciktirdiği için mi (?)
BirGün’ün isyanının ardından Evrensel’e uygulanan cezalar da gündeme geldi, tamamı editoryal tercihlerle ilgili ama şaşırtıcı değil elbette. BİK Genel Kuruluna atanan temsilciler arasında, daha önce bu köşede analizi yapılan “Türk Medyasında Terörün Ele Alınışı” ve bir fişleme belgesinden öteye gitmeyen “Uluslararası Medya Kuruluşlarının Türkiye Uzantıları” başlıklı SETA raporlarında imzası bulunan Takvim Yazarı İsmail Çağlar da var. Genel Kurul Temsilcileri arasında bir isme daha dikkatinizi çekmek isterim: Muhammet Mücahit Küçükyılmaz, diğer bazı üyeler gibi Cumhurbaşkanı’nın başdanışmanlarından biri. Küçükyılmaz’ın 2010 yılında, o dönem Abdullah Gül’ün ekibinde olduğunu da not düşerek, yazdığı “Türk Basınında Dış Habercilik” raporundan bazı bölümleri aktarmak isterim:
Türk medyasının mülkiyet yapısındaki dönüşümün sadece sermayenin çeşitlenmesi düzeyinde kalmayıp çoğulculuk, çok seslilik ve kamu yararı lehine de şekillenmesi, özel olarak dış habercilik ve dış habercilerin daha nitelikli hale gelmesinde yararlı olacaktır.
Basın kuruluşunun ve orada çalışan habercinin üzerinde haberin içeriğini ve veriliş tarzını etkileyecek iç veya dış baskıların bulunmaması gerekmektedir. Sansür ve psikolojik baskı ihtimalinin olduğu meslekî ortamda nitelikli bir dış habercilik yapılması mümkün değildir.
Dış haberciliği yerel bakış açısıyla sınırlı kalarak yapmamak, her şeye Türk gözlüğüyle bakmak yerine daha evrensel düşünebilmek ve farklı toplumları anlamak önemli bir faktördür. Türkiye’yi dış dünyaya anlatmak kadar başkalarını anlamakta da başarılı olmak iletişimin sağlığı açısından gereklidir. Bu çerçevede, dış haberin iç haber kurgusuna kurban edilerek verilmesi, haberin niteliğini zedelemektedir.
İster bozuk saatin tesadüfü deyin ister iktidar zehirlenmesi; yeni partilerin vaatlerini dinlerken geçmiş tecrübeleri akılda tutmak gerek. Bugün “yerli ve milli habercilik” talep edenlerin hemen hepsi yakın zamana dek uluslararası standartlar talep ediyor, baskı ve sansürü eleştiriyorlardı. Kurumsal bir temele oturmaması halinde niyetlerin hiçbir önemi yok.
- Marx’ın vampirleri ve medyanın yeni sermayedarları 26 Kasım 2024 04:40
- Gazetecileri yargıdan kim koruyacak? 18 Kasım 2024 04:30
- Etki ajanlığı: Muhalefet 'casusluk' sayılacak 12 Kasım 2024 05:00
- Etki ajanlığı: Tek yasayla çok yasak 05 Kasım 2024 05:02
- ‘Cesur Yeni Dünya’nın çocukları 13 Ekim 2024 04:22
- “Sınır hattı çok sıcak” 06 Ekim 2024 04:42
- Medya bir çocuğa kanat takıp ağladı, diğerini çöpe attı 29 Eylül 2024 05:05
- Narin’in kanatlarından melek olmaya çabalamak 15 Eylül 2024 04:53
- Özak Direnişi bitmedi 13 Eylül 2024 05:20
- Gazeteciliği S-400’lerle aynı kutuya mı koyalım, ayrı mı saralım? 01 Eylül 2024 04:52
- Kâr-zarar hesabıyla ‘dijital faşizm’ 10 Ağustos 2024 06:50
- "Net olarak" sansür 04 Ağustos 2024 05:21