18 Aralık 2019 00:05

Reddetme hakkı ve ahlakı

MFÖ, Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde şarkı söylüyor

Fotoğraf: AA

Paylaş

MFÖ’den (Mazhar-Fuat-Özkan) Mazhar Alanson’un, ‘Cumhurbaşkanlığı Kültür Sanat Büyük Ödülleri’ töreninde müzik alanındaki ödüllerini Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan alırken, “Şimdiye kadarki ödülleri kaybettim ama bu ödülü ömrümün sonuna kadar saklayacağım” şeklindeki sözleri, gösterilen tepki ve karşı tepkilerle birlikte, bir adım geri çekilerek biraz daha etraflı tartışmayı gerekli kılıyor.

Bu ödülden başlayalım. MFÖ’nün şarkıları çocukluğunda gönlünde yer edenler içinde bir kesim, böyle bir dönemde ve iktidarın 17 yıllık pratikleri ortada iken bu ödülün alınmamasını murat etti muhtemelen.

Aslında MFÖ, tarihi boyunca, böyle bir ödülü reddedebileceği umudunu besleyen bir pratik de sergilemedi. Alanson’un geçtiğimiz yıl Sabah gazetesine verdiği söyleşi de bu ödüle dair yaklaşımını destekler nitelikteydi.

Alanson’un ödül törenindeki konuşmasına hayıflananlardan biri olan Ertuğrul Özkök, üç gün önce Hürriyet’teki köşesinde, ‘Bak Mazhar Kardeşim Hepimizi Çok İncittin’ başlığı altında şunları yazdı: “Tabii ki bir sanatçı cumhurbaşkanının verdiği ödülü şerefle hayatının sonuna kadar saklar. Bunu da söyler... Ama bunu söylemek için öteki ödülleri aşağılayıcı, küçümseyici tarzda konuşmak güzel bir davranış mı... Biz sana Altın Kelebek ödülleri verdik. Ben o jürinin başkanıydım.”

Bu sözler karşısında insanın aklına, Metin Akpınar ve Zeki Alasya’nın efsane Devekuşu Kabaresinden bir replik geliyor: “Minik minik minik kelebek/ minik kelebek/ dur sakince uçmak ne demek/ uçmak ne demek/ fazla gezinme git bir dalda dur/ git bir dalda dur.”

Dün başka bir Hürriyet Yazarı, Rauf Taner, “Yine ‘o kafa’” başlıklı yazısında Alanson’a tepki gösterenleri eleştirirken şöyle diyordu: “Kendi memleketinden, kendi öğretmeninden, polisinden, askerinden, kendi devletinden nefret eden, şizofren bir yapı bu.”

Burada bir hatırlatma yapalım. Rauf Tamer, Türkiye’de bir dönem sağın referans gazetesi olan Tercüman’ın yazarlarından biriydi ve dünkü yazı başlığında tırnak içine alarak atıf yaptığı, ‘O Kafa’ da Türkiye’nin solcularını ve sosyalistlerini, ‘Bunlar Boğaz’da viskisini yudumlar, halkla hep uzaktır’ diye hedef aldığı kitabının adıdır. O kitaba bakanlar, bütün hayatı boyunca devletin ve sağ iktidarların istikrarlı bir savunucusu olan Rauf Tamer’in, solcu aydınlara karşı, bolca ithamını göreceklerdir.

Ödülleri reddetme hakkı ve ahlakına dair bazı örneklerle devam edelim. İsveçli İklim Aktivisti 16 yaşındaki Greta Thunberg, kendisine verilen İskandinav Konseyi Çevre Ödülü’nü reddetti. Thunberg, “İklim mücadelesinin daha fazla ödüle ihtiyacı yok. İhtiyacımız olan siyasetçilerin ve iktidardakilerin bilime kulak vermeleri” dedi. Thunberg, 29 Ekim 2019 günü sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada da, 75 bin dolar değerindeki ödülü, iklim değişikliğiyle mücadele konusunda ‘Güzel sözler söylemek’ yerine ‘Somut eylemlerin hayata geçirilmesi’ gerektiğini ifade ederek reddettiğini yazdı. 16 yaşındaki Thunberg’in bu tavrı, yarına kalacak bir değer taşıyor kuşkusuz.

Yaşar Kemal’in “Bozkırın Tezenesi” diye tanımladığı Halk Ozanı Neşet Ertaş da, Süleyman Demirel’in cumhurbaşkanlığı döneminde kendisine verilmek istenen devlet sanatçısı unvanını reddetmişti. Şu sözler kendisine aittir: “Ben halkın sanatçısı olarak kalırsam benim için en büyük mutluluk bu.”

Leylâ Erbil de ödül kurumuna sıcak bakmayan bir yazardı. Bir tek istisna yapmış ve dostu Füsun Akatlı anısına verilen ödülü kabul etmişti.

1986 yılında verilmeye başlanan ‘devlet ödülü’ niteliğindeki ‘Atatürk Uluslararası Barış Ödülü’ de, 1992 yılında kendisine verilen Nelson Mandela tarafından, Türkiye’de Kürtlere yönelik ayrımcılık gerekçesiyle geri çevrilmişti. Bu ödülün ilk sahibinin NATO Eski Genel Sekreteri Joseph Luns olduğunu da hatırlatalım.

Fransız Filozof Jean-Paul Sartre ise, Nobel’in de reddedilebileceğini gösteren isim oldu. 1964 yılında layık görüldüğü Nobel Edebiyat Ödülü’nü reddeden Sartre, ret gerekçelerini şöyle açıklamıştı: “Ret, o an içimden gelmiş bir karar, bir davranış değildi. Ben resmi payelere her zaman dirsek çevirdim. Harpten sonra 1945’te, Legion D’honneur verilmek istendiği zaman da hükümette pek çok dostum bulunduğu halde reddettim. Gene bazı dostlarımın beni yeterli görmelerine rağmen, College de France’a girmeyi de kabul etmedim. Bu tutumun temelinde benim, yazarın görevine dair anlayışım var. Siyaset, topluluk ya da edebiyat meselelerinde bir tutumu benimseyen yazar, bence ancak kendi imkanlarını, yani kalemini ve kağıdını kullanmalıdır. Kabul edeceği her paye, okuyucularını bir etki karşısında bırakır ki, işte ben bunu istemiyorum. İmzamı ‘Jean Paul Sartre’ olarak atmakla, ‘Jean Paul Sartre 1964 Nobeli’ diye atmak aynı şey değildir, diyorum.”

Bir ödül, onu veren kurum açısından etik, politik, hegemonik ve moral bir anlam taşır. Bu değerler verene göre değişir. Dolayısıyla bir ödülü kabul ya da reddetmek de basit olmayan bir anlam ifade ediyor ve sizinle birlikte tarihinize yazılıyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa