28 Aralık 2019 00:30

Mustafa el Recep’in üstündeki battaniye

Adana'da yol kenarında üzeri battaniye ile örtülmüş halde bulunan ceset

Fotoğraf: DHA

Paylaş

İki hafta önce fabrikada çalışmaya başlayan Suriyeli Mustafa el Recep’in yol kenarına, üzerine battaniye örtülerek atılmış cesedi, bir devir yangınından sağ çıksalar bile Alan Kürdiler için hayatın su gibi akamadığını, iş cinayetlerinin, kazalarının, evsizliğin, güvencesizliğin en önce onlarda prova edildiğini gösteriyor. Evsiz kalıp da fabrikada yatıp kalkmak zorunda kalan onlar. Sigortasız, en düşük ücretle çalışan, mülksüzlerin en mülksüzleri onlar. Sınır dışı edilme tehlikesi ve tehdidi altında görünmez olmaya zorlananlar da, çalışma hayatını düzenleyen kuralların kapsama alanına giremedikleri için “kağıtsız”lıklarından toplumsal kayıtsızlığa haklılık çıkarılan kesimler de onlar. Göçerken göçüp gidenler, göçmenler.

Mustafa el Recep’in ölü bedenini yol kenarına bırakanlar işçinin intihar ettiğini ileri sürüyor. Olabilir. İntihar da, iş cinayetine kurban gitmek de, nefret suçunun kurbanı olmak da bu dönemde emekçiye mahsus. Fakat göçmen işçinin ölümüne sebep olan her ne ise, resim olayın peşine düşülmeyeceğinden, çıksa bile hesap sorulmayacağından emin olmanın nasıl bir şey olduğunu gösteriyor. En alttakilerin hayatının beş para etmediğine dair bir kanı o cesedin atıldığı ortalıkta oluştu çünkü.

AKP’li Belediye Başkanı Murat Zorluoğlu’na, askerden geleli üç yıl olmasına rağmen, belediye dahil iş bulamadığını, ama “viyadüklerin başına çıkıp kendimi atarım diyen birinin işe alındığını” iddia eden Trabzonlu işsiz Gökhan Öztürk’ün “Bizde mi viyadüğe çıkalım?​” sorusuna Belediye Başkanı’ndan aldığı “Biz o şekilde kimseyi almıyoruz, çıkana atla diyoruz” gibi yanıtlardan türedi bu pervasızlık. İş cinayetlerinden sorumlu tutulmayan işverenin fabrika içi faaliyetin güvenliğini üstüne vazife almamasından, sıkıştığında arkasında devleti bulmasından, hiçbir müeyyidenin olmamasından, paşa gönlüm kanununun İş Kanunu’yla yer değiştirmesinden, her zaman her koşulda işçinin doğuştan ve olağan suçlu olmasından aynı zamanda.

Mustafa el Recep’in acıklı sonu onun göçmen olmasının doğal değil kurulmuş sonucu elbette. Bu kurgu, göçülen ülkedeki emekçilerin statüsünü şekillendiren pratiklerle yakın ilişkili. Yani göçmen işçinin kaderini yerli işçilerin durumu belirliyor. Örneğin son iki yılda birkaç kez açıklanan ekonomik programlarda emekçiler için kıdem tazminatı, esnek çalışma gibi belaların dışında bir şey önerilmemişse, ekonomik krizin yükünü çalışanların taşıması isteniyorsa, güvencesizlik emekçilerin ana gövdesini kemirerek büyüyen bir ur haline gelmişse ve buna itirazlar bir kulaktan girip ötekinden çıkıyorsa göçmen işçilerin normali de bu bağlamla oluşur. O bağlam Soma’da göçükten çıkarılıp sedyeye alındığında, çarşafı kirlettiği için kendisine kızılmasından korkan işçiye ‘Çizmemi çıkarayım mı?​’ diye sordurur. Soma’da 301 kişi ölmüştür ve onlardan birinin yakınını bir Başbakanlık Müşaviri tekmelemiştir.

Aynı normal içinde patron 15 yaşındaki çırağını palangaya asıp ‘feci şekilde’ dövebilir. Ve ancak palanganın kırılabileceği aklına gelirse bu işkenceye son verebilir.

Göçülen ülkenin işçi sınıfının, devletinin, yasal sisteminin, bürokrasisinin ve üst sınıflarının aynasıdır bunlar. Ondan sonraki her tekil olayda aynı resmin, kendini tekrar eden detayları saklıdır. Emekçide büyüyen öfke ve boşalmayan hınçla birlikte. Ne var ki siyasi iktidar öfkenin hedefini de belirler. Onun işaret ettiği yerde bir dalgakıran olarak göçmen durur.

Mustafa el Recep, büyüyen tepkinin boşaldığı yere dalgakıran olarak dikilmiş milyonlarca kişiden biri. Diğerleri, yerli olanları, devletlûdan gelen tekmeye, küfre aşağılamaya ses çıkaramasın diye emeği ucuzun ucuzu bir mal olarak alınıp satıldığı için iş arama kuyruğunda en öne geçebilen kişi. Değersiz ve kağıtsız. 

Göçmen, kendileri olağan suçlu olarak görülüyorken, yerli emekçilerin her belanın sorumlusu olarak kolaylıkla el altında bulduğu kurban; bir emekçinin kendisine tokat atan müdürünün karşısında çıkmayan çığlığını savaş narasına çevirerek yönelttiği düşman olmaya adaysa, bizzat buraya atandığındandır. Huzursuzlukları kendi bedenine bir sünger gibi emen göçmen sistemin emniyet vanası haline gelir.

O battaniyenin altında gizlenen ölü beden düzenin, attıkça rahatlayacağı ama rahatlamak için yenilerine ihtiyaç duymaya devam edeceği posasıdır.

               

 

 

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa