27 Aralık 2019

Asgari ücret tartışmalarının şifresi

Fotoğraf: Evrensel

Kayıt-içi ve kayıt-dışı istihdamı birlikte ele aldığımızda 8 milyonu aşkın iş gücünün asgari ücret çevresinde toplandığını görmekteyiz. Hükümetin ısrarlı şekilde güz yumması sonucunda sanayide yerini almış olan Suriyeli ve göçmen emekçiler ise bu hesaba katılmamaktadır. O insanlar nelere maruz kalıyor, artık onu da Allah bilir! Adaleti şiar edinmiş gibi gözüken ve kalkınmayı hedefleyen bir partinin kendi vatandaşlarına ve kucak açtığı komşuya muamelesi işte budur! Göçmen ya da sığınmacı emekçilerin sömürüsü içte de yoğun sömürüyü gündeme taşımaktadır. Kısacası Türk emekçisi işsiz, yabancı emekçi yoğun sömürü altında, böylesi kör-topal koşullarda Türk sanayi dünya ile rekabete yöneliyor. Sanayinin sembolik ismi olmaları gereken insanlar hiç sıkılmadan bitcoin ya da benzeri enstrümanlarla oturdukları yerde ve hiçbir üretime katkı koymadan çok para kazanılabildiğini halka tavsiye ediyorsa, geldiğimiz yere bedava ulaşmamışız demektir. Emekçi üzerinden para kazanmakla, bitcoin vasıtasıyla para kazanmak arasında, emek-değer açısından pek de fark olmasa gerek.

Asgari ücret konusunun tartışılması ve giderek çok sayıda emekçinin bu alana duhulü ekonominin verim düzeyi ile ilgili kırmızı sinyal alametidir. Biraz ayrıntılı araştırma gösterir ki, bir ekonomide verimlilik ile asgari ücrete tabi emekçi oranı arasında ters ilişki söz konusudur. Bakan hanımefendi asgari ücret komisyon toplantısında amaçları arasında istihdamı korumanın da olduğunu söyleyerek emekçiye gözdağı vermeye kalkacağına, keşke sanayi erbabına da verimlilik artışı yapacak yatırım ve teknoloji geliştirmelerini salık verme cesareti sergileyebilseydi. Sermaye-hükümet ilişkisi daima emek-hükümet ilişkisinin önünde ve ona başattır. İşte emekçi dostlarım, emekçilerin ve emek sendikalarının ve sair emekçi kuruluşların kapitalist hükümetlerden uzak durmaları ve onlara destek vermemelerinin ana nedeni, kapitalist hükümet yapılarının bizzat kendilerini de sıkı sıkıya bağlayan sermaye-hükümet ilişkisidir. Bu ilişkinin anlaşılamaması ve sermaye-hükümet ilişkisinin perdelenebilmesi için dincilik, milliyetçilik ya da devletin bekası vb. gibi çeşitli manevralara başvurulur, ama işte asgari ücret konusu masaya geldiğinde, bunların hepsi unutulur, istihdam adına asgari ücretin baskılanması yolu tercih edilir, çünkü sanayi yapılanması ve verimlilik düzeyi geridir. Denebilir ki, Suriyeli ve yabancı emek gücü olmasaydı belki de kriz firmaları çok daha ciddi sarsacaktı ve kriz çok daha derin hissedilecekti.

Asgari ücret tartışmalarında en adilane veya dürüst savunma olarak “insanca yaşama uygun düzeyde ücret” sloganı dolaşmaktadır. İlk bakışta kulağa oldukça hoş gelen bu slogan uygulanmayacağı gibi, aslında anlamlı bir ölçüt de oluşturamamaktadır. Zira asgari ücret ile ilgili mevzuatta da zaten bunlar yazılıdır. O halde yazılı olan şey ne diye dillendirilir ki! Demek ki, her yazılı olan kural uygulanmıyor. Niçin uygulanmıyor? Çünkü güç ilişkisi ve sanayinin verimsizliği uygulamayı engelliyor. Eğer sanayi verimsiz ise bu kârlar nereden geliyor? Demek ki, genel verimsizliğe rağmen emek-sermaye çatışmasının bir başka cephesi burada devreye giriyor. Önce genelde ortaya saçılan bazı grafiklere bir göz gezdirelim. Hemen hepsinde emek verimliliği ile ücret düzeyi arasında son yıllara doğru giderek açılan bir makas izlenmektedir. Bu demektir ki, ücretlerin genel artış düzeyi verimlilik artış düzeyinin gerisindedir. Başka bir deyişle, emekçiler verimliliklerinin karşılığını alamamaktadır. Hal böyle ise, nasıl oluyor da emek verimliliği ile ücret artışı arasındaki farkını bilen ulema, asgari ücret düzeyi ölçütü olarak emek verimliliğini değil de “hiç değilse insanca yaşama koşulları” gibi gayet afaki bir kriteri öne sürmektedir?

Münferit ve ufak tali işletmeler dışında genel sanayi işletmelerinde asgari ücret söz konusu dahi olamaz. Böylesi işletmelerde nasıl maliyet ve kâr-zarar hesabı yapılıyorsa, aynı şekilde verimlilik hesabı da yapılabilir ve hiç değilse tartışmalar bu çerçevede ve verimlilik ölçütüne göre sürdürülür. Verimlilik meselesi göz ardı edilerek insanca yaşam standardı gibi afaki ölçütler daima sermaye baskısı altında kalmaya mahkûmdur.

Asgari ücret bir lütuf değildir, bir hak ediştir. Hak ediş ise emek-değere göre belirlenir. Genel ücret ve özellikle de asgari ücret tartışmalarının bu çerçevede sürdürülmesi sermayenin verimlilik artışı sağlayacak şekilde yapılanmasını da zorlar. Aksi halde sermaye, hükümeti de yanına alarak, emeği baskıladıkça verimlilik artışı sağlayacak yeni yatırım ve teknolojik atılımlardan uzak durur. Görülüyor ki, asgari ücret tartışmaları, salt emekçinin ücretini yükseltme konusu olmanın çok ötesinde demokrasi ve verimlilik artışı sağlama hedefine yönelişin de ateşleyicisi olabilir. Biraz silkinip, tartışmaları alışkanlıklardan, daha doğrusu sermaye tembelliğinin sürüklediği kurallardan sıyrılarak üzerimize sinmiş ölü toprağını atalım, lütfen!

Evrensel'i Takip Et