Emekçinin gücü
Fotoğraf: Envato
Sosyalizm yazınına yakın olanlar “kapitalizm piramidi” ni çok iyi bilir. Bu kavramı ilk defa duyan dostlarım için ise tavsiyem, Internet’te kolayca bulabilecekleri bu şekle şöyle bir bakmak ve her kademedeki toplulukların verdiği mesajlar üzerinde biraz düşünmek olacak. Bu yazıda tüm piramidi değil, ama oradan iki katmanı sizlerle paylaşmak istiyorum. Piramidin en altında fedakârca çalışan emekçiler vardır. Emekçiler topluma “sizin için çalışıyoruz” derler. Tüm üretimi emekçiler gerçekleştirdiğine göre bu ifade doğrudur. Ne var ki, emekçilerin “sizin” sözcüğü ile kastettiği tüm toplum olduğu kadar, patronlar da bu kavram içinde yer almaktadır. Çünkü emekçiler topluma ürün sağlarken, patronlara da kâr sağlamaktadır. Patron sömürüsünün adı ana akım iktisatta kâr olarak karşılanmaktadır. Böylece emekçi ile patron helalleşmiş, kimsenin kimsede hakkı kalmamış olmaktadır. Ama nasıl oluyorsa bir kesim durmadan zenginleşiyor, diğeri ise yoksullukla boğuşuyor!
Emekçiye toplumdaki yerinin öğretilmesi ve patronun rahatlatılmasında piramidin orta yerlerinde sahneye çıkan üç cübbelinin rolü yadsınamaz. Cübbelilerden biri, bilim görüntüsü altında emekçileri ve genç dimağları sermaye sahiplerine köleleştirirken; diğeri ise, hiç görevi olmadığı halde, dünya işlerine karışarak emekçiyi ve tüm sömürü altındaki halkı uyutmaya yeltenir. İki cübbelinin telkinleriyle yola gelmeyenler ise son kertede yargıç cübbelisinin önüne süpürülür. Dikkat edilirse, her ne kadar işleri biraz şeytanca olsa da bu üç cübbeli de toplumda fevkalade saygı görür. Toplum üzerinde ilk ikisi ideolojik ve telkin yoluyla etkili olur, üçüncüsü ise baskı yoluyla son kertede duruma hâkim olmaya yeltenir. Üç cübbeli de yetkilerini gerçek bilimden, gerçek felsefeden ve gerçek hak kavram ve olgularında almış olsalardı, söylenecek bir şey olmazdı, hatta saygı görmeleri de gerekirdi. Ne var ki, her üç cübbeli de olması gereken bağımsız konumlarda bulunmamakta, kendilerini güç odağı olan sermayenin etkisi, hatta baskısı altında bularak, sermaye telkini, hatta emri ile kararlarını vermekte, sermayenin yanında yer alan siyasilerin işlerini kolaylaştırırcasına icraatlarını yapmaktalar. Kısacası her üç cübbeli odak da sermaye çıkarı doğrultusunda çalışarak sermayenin hâkimiyetinin devamını sağlamada görevli sosyal kurumlardır. Onun için ne camın arkasından bilimsel görüntüye bulanıp ahkâm kesen cübbeli, ne kutsal alan hizmetlisi görüntüsü altında aslında sermaye ve siyasi güce tabi fetvalar veren cübbeli, ne de hak ve hukuka bir nebze dokunmadan kararlar istihsal eden cübbeli ezilen halklara ve emekçiye yandaş ve deva olabilir. Ne var ki, bir toplumda yaşıyoruz ve aleni suç işlemeden hakkımızı korumayı, hatta almayı etik görevimiz olarak görmek durumundayız.
Hal böyle ise bu sosyal düğümü en hassas yerinden çözmek durumundayız. Derin analizlere girmeden düğümün en hassas, hassas olduğu kadar da kolay çözülebilir yerinin siyaset olduğunu saptamalıyız. Asgari ücret tartışmalarının şekillenmesi ve bağlanmasının çok ilginç şekilde “ikiye karşı bir” formülü etrafında döndüğü görüldü. Heyetler olarak emekçiler bir cephesinde yer alırken, işverenler ve siyasi kanat iki cephesinde karşıt birlik oluşturdu. Sendikal alana yöneldiğimizde ise, orada da Türk-İş ve Hak-İş toplantıdan çekilirken ikili cephede kalmış, Disk ise, henüz her şey bitmiş değil, sonuna dek mücadele edilmelidir anlayışı ile bir cephesinde kalmıştır. Acı tablo budur. Bu tabloyu yaratanlar “ne yapalım, gücümüz yetmiyor” ağlamasına sığınamazlar. Örgütlülük birinci adımsa, örgütsel dayanışma, hatta gerekiyorsa birleşme de ikinci adımdır. Ayrışma ve parçalanma özelleştirme aşamalarında da acı şekilde yaşanmıştır. Her sektör emekçi ve örgütleri ancak özelleştirme sırası kendilerine geldiğinde ortaya çıkabildi ve tabi sonuç hüsran oldu.
Grev ya da sermayeye ve siyasi organa karşı kalkış güç ister, hatta tevessül edildiğinde maalesef şiddetle cezalandırılır. AKP iktidarının derin korkusu, kadına şiddeti protesto dansını dahi polis şiddeti ile baskılama çirkinliğini sergileyebiliyorsa, eylem tartışmalarında akılcı davranmak gerekebilir. Ancak bir yöntem var ki, ne polis ve sermaye ne de herhangi bir dikta otoritesiyle karşılaşır. O yöntem, siyasi karar yetkisidir. Bu yetki öyle bir mülkiyet koruması altındadır ki, Soma faciası sonrasında o bölgede siyasilerin giriştiği çirkin oyun hariç, siyasi karar süreci hemen hiçbir müeyyide ile karşılaşılmaz. Emekçi dostlarımız, bu vatan sadece emekçilerin mi, patronların da değil mi! Öyleyse biz emekçiler vatan için, üretim için fedakârlık yapalım, sermaye niçin yapmasın ki! Emekçi ordusuna fiilen emekçiler kadar, yüksek eğitim kurumlarında eğitim alan potansiyel emekçiler de dâhildir. Bir üniversitede kahvaltı kaldırılıyor, öğün yemeği makul olmayan şeklide yükseltiliyorsa, mesele tasarruf ya da olanaksızlıktan öte, ülke emekçilerini, potansiyel beyinlerini çökertme operasyonudur. Artık mücadele salt hak değil, görevdir!
Her yeni yıl kutlamalarını ancak böyle bir coşkuyla yapabiliriz!
- Akılcılığa yöneliş 16 Kasım 2024 04:51
- TÜYAP konuşmaları 09 Kasım 2024 04:25
- Cumhuriyet halk rejimidir, fakat… 02 Kasım 2024 05:08
- Kaos 26 Ekim 2024 03:57
- Kevork Ağabey, müjde, oğlun Nobel aldı! 19 Ekim 2024 04:46
- Siyasi yalan 12 Ekim 2024 05:00
- İktidarın anayasa histerisine şiddetle karşı çıkılmalıdır! 05 Ekim 2024 04:33
- Boğaziçililer günü 28 Eylül 2024 05:07
- Cinayetin siyasallaştırılarak, perdelenmesi 21 Eylül 2024 04:40
- AKP’nin özü netleşiyor 14 Eylül 2024 04:45
- AKP, politikalarını düzeltebilir mi? 07 Eylül 2024 04:56
- Siyasetin derinliği! 31 Ağustos 2024 03:37