14 Ocak 2020 00:30

Erdoğan’ın Libya ve Suriye politikasında Putin ağırlığı!

Fotoğraf: Kayhan Özer/Cumhurbaşkanlığı/DHA

Paylaş

AKP-MHP ittifakı sözcülerinin, yandaş medyanın, “doğru” için bir tek ölçütü var; Erdoğan ne diyorsa o!

Erdoğan bir şey söylemişse bütün gayretleriyle “tek doğru”nun onun söylediğini kabul edip, var güçleriyle, herkesi de o “tek doğru”yu kabul ettirmek için bütün yeteneklerini seferber ediyorlar.

Okuyucularımız şimdi; “Bunda şaşılacak bir şey yok; tek adam yönetiminin aynı zamanda doğrunun ‘tek adam’ın ağzından çıkanlardan ibaret olması normal değil mi?​” diyeceklerdir. Olup bitenler okuyucularımızın yanıtı içindeki bu sorusunun çok haklı olduğunu gösteriyor.

Bunun son örneğini Putin’le 8 Ocak günü yapılan görüşmelerden sonra gördük.

Erdoğan ve onun her köşeyi tutmuş “hınk” deyicileri korosu, yıllardır Kürt güçleriyle yapılan çatışmalarda “ateşkes yapılmasını” isteyenlere, “Teröristle ateşkes olmaz. Ateşkes iki meşru ordu arasında olur” diyerek “siyaset dersi” verdiler! En son Libya’ya asker gönderme çerçevesinde, “Libya’da Türkiye taraf değil arabulucu olmalı” eleştirilerine karşı da “Darbecilerle (Hafter güçleri kast ediliyor) meşru hükümet arasında arabulucu olunmaz. Arabuluculuk iki meşru güç arasında olur” diyerek, “siyaset dersini” derinleştiren Erdoğan ve korosu, Putin-Erdoğan görüşmesinden sonra, 8 Ocak'ta, yüz seksen derecelik bir dönüş yaptılar. Terörist dedikleri Tobruk güçleriyle “meşru hükümet” dedikleri Trablus Hükümeti arasında “ateşkes çağrısı” yapmakla da kalmadı, “Türkiye ve Rusya’nın iki hükümet arasında arabuluculuk yapmaya hazır” olduklarını açıkladılar.

ERDOĞAN ‘ASKER DİPLOMASİSİ’NDEN ‘BARIŞ DİPLOMASİSİ’NE GEÇMİŞ!

Aynı kıvraklığı, yandaş medyanın “akademisyen”, “stratejist”, “yorumcu” takımı da gösterdi.

8 Ocak akşamına kadar, Erdoğan’ın her sorunda askeri öne süren tutumunu “askeri diplomasi dehalığı” olarak alkışlayanlar, “ateşkes” ve “arabuluculuk” çağrısından hemen sonra Erdoğan’ı “barış diplomasisinin dehası” ilan ettiler. Normal düşünen fanilerin “tutarsızlık” olarak gördüğü bu büyük "U dönüşü”nü de “bir tutumdan tam tersine geçme başarısı”, bir “diplomatik manevra başarısı” olarak propaganda etmeye başladılar. Erdoğan’ı “barış diplomasisi”ne geçtiği için övenler, bu ülkede yıllardır; “barış” diyen tabipleri, akademisyenleri, insan hakları savunucularını, siyasi muarızlarını,...”teröre destek vermek”le suçladıklarını da unutmuş göründüler!

“Tek adam yönetimi” savunucuları, Libya’daki arabuluculuk girişimlerini de 8 Ocak akşamı itibariyle başlatıyorlar. Ve tabii bu girişimlerin başında da Erdoğan’ın olduğunu, bütün girişimlerin Erdoğan etrafında onun komuta ve kontrolünde yürütüldüğünü gösteren bir mizansen oluşturuyorlar. Erdoğan, Merkel ve Putin’le görüştü; Bir heyet Rusya’ya gidiyor (Çavuşoğlu ve Akar dün gitti). İtalya Başbakanı Guiseppe Conte, Türkiye’ye Hafter’den mesaj getiriyor (Conte, dün geldi)... haberleri bu mizansenin parçaları olarak sunuluyor.

8 OCAK AKŞAMI NE OLDU?

Oysa 8 Ocak akşamı olan, Türkiye’nin Libya politikasının Putin’in dolayısıyla Rusya’nın Libya politikasına yedeklenen bir çizgiye çekilmesinden ibarettir.

Suriye’de onca manevradan sonra dönülüp dolaşılıp Putin’den (ve Trump’tan) izin alınmadan kıpırdayamaz duruma gelinmesi gibi, şimdi de Libya’da Putin’den izin alınmadan adım atılamaz hale gelinmiştir.

Bu yüzden 8 Ocak 2020 gününü tarihçiler, “Türkiye’nin Libya politikasının Rusya’nın Libya politikasına endekslendiği gündür” diye yazacaktır.

Peki bundan örneğin Türkiye’nin “yeni Osmanlıcı” amaçlarından, Libya’yı Müslüman Kardeşçi (İhvancı) bir yönetim oluşturma girişimlerinden, Libya’ya asker gönderme ve “Libya pastası”ndaki hedeflerinden, Afrika’ya sıçramak üzere bir üs olarak kullanma amacından ya da Münhasır Ekonomik Bölge (MEB)’den vb. vazgeçecek midir?

Elbet ki hayır! Ama bunları Rusya’nın kabul ettiği koşullarda ve Rusya’nın Libya ve Afrika’daki girişimleriyle uzlaşarak yapmaya çalışacaktır!

Putin (ve Trump) Erdoğan yönetiminin zayıf yanını görmüşlerdir ve kullanmaya devam edeceklerdir!

ATEŞKES’İN KALICISI OLMAZ AMA!...

8 Ocak günü yapılan Erdoğan-Putin görüşmesinden bir değil iki “ateşkes” çağrısı çıkmıştı. Bunlardan birisi Libya, ötekisi ise İdlib için yapılmıştı.

Her iki bölgede de çatışan taraflar “ateşkesi” kabul ettiler.

Ancak bölgedeki çelişkiler açısından bakıldığında ateşkes yapılmış olsa bile, iç savaşa varan çatışmalara sahne olan nedenler kalmaya devam ettiği sürece ateşkes sadece geçici bir durumdur. Eğer çatışmaya yol açan nedenler ortadan kaldırılmazsa, ateşkesin bir zaman sonra bitmesi kaçınılmazdır.

Nitekim İdlib’de de Libya’da da bugüne kadar çok kez yapılan ateşkeslerden sonra çatışmalar yeniden başlamıştır.

Bu yüzden de Libya’da olsun, Suriye’de olsun barışı savunmak, bu ülkelerdeki iç savaşlardan faydalanarak kendi iç ve dış politika amaçları, ekonomilerinin lehine sonuçlar çıkarmak isteyen emperyalistler ve gericiliklerine karşı bir mücadeleyle birleşmeyen “ateşkes”lerin çok ömrünün olmayacağı da apaçıktır.

Hele de Suriye ve Libya gibi pek çok bölge gücü ve emperyalist gücün müdahil olduğu ülkelerde bu daha da önemlidir.

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa