17 Ocak 2020

Yemekhane protestolarının ardından

Hükümet her ne kadar gündemi değiştirmeye çabalasa da yaygınlaşan işsizlik, yoksulluk ve toplumdaki yansımaları bir şekilde gündemin ön sıralarında yerini buluyor. Önce artan intihar vakaları, sonrasında İÜ’de yaşanan yemekhane protestoları vasıtasıyla tartışmaya açılan öğrencilerin yaşam koşulları bu toplumsal gerçeği tekrar tekrar gündeme taşıdı.

İÜ tarihindeki öğrenci hareketlerine baktığımızda geçmişten bu yana yemekhane protestolarının büyük önem taşıdığını, çoğu zaman başka talepleri de içerecek şekilde giderek büyüyen bir hareketliliğe yol açtığını görüyoruz. Üniversite yönetiminin bunu bilmemesi mümkün değil. Hükümetin krizi olabildiğince arka plana atmaya çabaladığı bir dönemde, her türlü baskıyla sesi olabildiğince kısılan üniversitelerde yeni bir eylemlilik sürecinin kıvılcımını çakabilecek böylesi bir kararı almaları ancak bu sessizliğin verdiği öz güven ile açıklanabilir.

Hangi taraftan bakılırsa bakılsın bir gerçek var ki, üniversite idaresi süreci oldukça kötü yönetti. Yöneticiler eylemler başladığı süreçte öğrenci temsilcilerini kabul edip diyalog kapısı açabilirlerdi. Böylece, sonraki süreçte öğrenci talepleri kabul edildiğinde bu durumu en azından hükümete yakın siyasi çevreler nezdinde puan kazandıracak hale çevirebilirlerdi. Onlar işin hemen başında öğrencileri polise tartaklatıp, taleplerine kulaklarını tıkayınca sonrasında attıkları geri adım kamuoyu nezdinde uzlaşma değil, mağlubiyet oldu.

Bugün İÜ öğrencileri verdikleri mücadele sonunda indirimli yemek haklarını korumayı başardı. Ama karşılaştıkları maddi zorluklar burada bitmiyor. Barınma, gıda, eğitim harcamaları ve diğer gündelik masrafların yanı sıra ülkemizde eğitimin fırsat maliyeti de oldukça yüksek. Eğitimde geçen her ay haneye bir maaş eksik girmesi anlamına geliyor. Türkiye gibi işsizlik ile boğuşan bir ülkede pek çok öğrenci ailelerine karşı da maddi sorumluluk taşıyorlar. Ve dahası, mezuniyet ardından bu süreçte oluşan kaybı telafi edebilecekleri bir gelecek beklentisi de giderek zayıflıyor.    

OECD verilerine göre Türkiye 20-24 yaş arası genç nüfus içerisinde ne eğitimde ne istihdamda olanların oranı açından 35 OECD ülkesi arasında en son sırada yer alıyor. Yüksek öğretim mezunlarının işsizlik oranı açısından ise Yunanistan’ın hemen üzerinde son sırada. Şunu da eklemeliyiz ki, OECD verileri son olarak 2018 yılında güncellenmiş durumda. Daha güncel olan Eurostat verilerine göre ise 2019 yılının üçüncü çeyreği itibariyle Türkiye (yüzde 12.2’ye karşılık yüzde 15.1 işsizlik oranı ile) bu alanda Yunanistan’ı geride bırakmış ve arayı açmış durumda. TÜİK’in son açıkladığı ekim ayı verileri yüksek öğrenim sahibi nüfusun işsizlik oranını yüzde 13.8 olarak gösteriyor. TÜİK verilerinin son aylarda fazlaca tartışılır hale geldiği gerçeğini bir kenara koysak dahi oldukça vahim bir tabloyla karşılaşıyoruz.

Hal böyle olunca çoğu bölümde öğrencilerin derse devam oranı tarihinin en düşük seviyelerine gerilediğini, sınavlara dahi katılımda büyük düşüş yaşandığını görüyoruz. Birçok öğrenci dışarıda geçici işlerde çalışarak yaşam mücadelesi veriyor. Yine önemli bir kısmı alacakları eğitimin önlerine kapı açacağı inancını daha yolun başında yitirmiş olduklarından öğrencilik sırasında iş tecrübesi edinerek hayatta tutunma çabasına giriyorlar.

İşte okumanın dahi başlı başına bir mücadele haline geldiği böylesi bir ortamda idare sabah kahvaltısını kaldırdı ve öğrencilerin yemekhanede yiyeceği ikinci yemeğin bedelini 3,5TL’den 18,5 TL’ye çekme kararı aldı. Karar belli ki, giderek daha fazla öğrencinin günün farklı öğünlerinde beslenme ihtiyacını yemekhaneden sağlamasından kaynaklanıyordu. Bu bir süredir benim de gözüme çarpan, öğrencilerle konuştuğum bir durum. Sabah kahvaltısı saatinde okula gelip, akşam yemeğine kadar kütüphanede ya da okul çevresinde vakit geçirip akşam yemeği ardından okuldan ayrılan öğrencilerle karşılaşıyorum. Genç bir insan açısından bu yaşam tarzının tercihten ziyaden bir zorunluluk olduğunu anlamak zor olmasa gerek. Üniversite gibi bir kurumun başındakilerin bu gerçekten hareketle öğrencilerin yaşadığı maddi zorluklar üzerinde daha fazla durması, somut araştırmalarla merkezi yönetime çözüm önerileri sunması beklenirdi. Ama tüm bunları es geçip, yemeğe zam yapmayı tercih ettiler.

Konunun bir diğer boyutu ise eldeki kaynakların ne denli öğrenciler gözetilerek kullanıldığı. Geçtiğimiz günlerde İÜ Demokratik Üniversite Girişimi tarafından yapılan konuya dair açıklamada öğrenci sayısı 304 bini bulan (62 bini örgün eğitimde) üniversitenin bütçesi içerisinde öğrencilerin yemek ihtiyacı için ayrılan tutarın 27 milyon ile toplam içinde yüzde 2,6 gibi bir paya sahip olduğu ifade ediliyor. Diğer yandan öğrencilerin barınma ihtiyacı için de kaynak ayrılmadığı, üniversitenin yurt kapasitesinin 278 kişiyle sınırlı olduğu vurgulanıyor. Buna karşılık 4,2 milyon dolayında bir tutarın “Kâr amacı gütmeyen kuruluşlara” dönük cari transfer harcamaları için ayrıldığı göze çarpıyor. Bu kaynakların hangi vakıflara gidiyor olduğunu üç aşağı, beş yukarı tahmin etmek mümkün. Ama deyin ki memleketin dört bir yanında yardım kuruluşlarına dağıtılıyor. Hal böyleyken, üniversite yönetiminin önce kapısının önünü temizlemesi gerekmez mi?

Evrensel'i Takip Et