28 Ocak 2020 00:46

'Kader-kaza' ile bölücülük arasında deprem tartışmaları

Elazığ'da çadır önünde yaktıkları ateş etrafında ısınmaya çalışan depremzedeler

Fotoğraf: MA

Paylaş

24 Ocak günü, Elazığ-Sivrice merkezli 6.8 şiddetindeki depremde hayatını kaybedenlerinin sayısı dün sabah itibariyle 39’u bulurken, yaralı sayısının bin 500 dolayında olduğu belirtiliyordu.

Ülke sathında heyecan uyandıracak kadar büyük depremlerde olan tartışmalar yeniden gündemde.

Tartışmayı Kızılay Başkanı Kerim Kınık’ın depremin hemen arkasından sosyal medya hesabından yaptığı, “Bölgedeki vatandaşlarımızın olumsuz şartlardan korunması için ihtiyaç duyulan malzemeleri bölgeye sevk ediyoruz. @Kizilay Destekleriniz için Deprem yazın 2868’e sms yollayın 10₺ katkıda bulunun. Dilediğiniz kadar gönderebilirsiniz” mesajı başlattı.

Vatandaşlar haklı olarak bu mesaja tepki gösterdi ve haklı olarak 1999 17 Ağustos deprem sonrasında salınan “deprem vergisi” için “Toplanan (miktarı 40 milyar ile 66 milyar arasında değişiyor) paralara ne oldu?” diye sordu.

İçişleri Bakanı Soylu’nun bu tepkilere karşı tutumu ise “Bu kişiler hakkında soruşturma başlatmak” oldu! Depremde vatandaşın kendilerinden yardım beklendiği bir zamanda, yardımın en yüksek makamındaki kişilerin böyle davranması, iktidarın zihniyetinin de bir tezahürü oldu. Sanki vatandaşın Kızılay’dan beklentisi Kızılay kasasına bir miktar daha fazla para girmesi ya da sosyal medyadan gösterilen tepkilerin susturulmasıymış gibi!

ASIL ÖNEMLİSİ DEPREMDEN ÖNCE ALINMASI GEREKEN ÖNLEMLER

Deprem karşısında iktidarın tutumunun bir diğer boyutu da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Elazığ’da katıldığı cenaze namazı sonrası yaptığı konuşmada kendini gösterdi. Nitekim Erdoğan depremi “kader-kaza” olarak değerlendirdi.

“Tabi bu tür afetler bizler için büyük bir imtihan. Ve bu konuda Müslüman olmanın bu noktada teslimiyetin hep en güzel örneklerini vermişiz... Şimdi yine bir imtihandayız” diyen Cumhurbaşkanı, sorunu doğal bir afet ve bu afeti en az zararla atlatmanın yerine; “depremi Allah’ın kullarına yönelik bir imtihanı” olarak görüyor ve dolayısıyla sorunun esasını “Allah’ın takdirine boyun eğmek, teslim olmak” şeklinde öne sürüyor.

Onca deprem deneyimini ve bilimin sağladığı imkanları depremin ortaya çıkaracağı can kayıplarını, yıkımı önlemek için kullanmak yerine; “Olanda hayır vardır” diyerek “Allah’ın kullarını imtihanı olarak gösteren” ve buna yanıtı “teslim olma” olarak veren zihniyetin hiç kuşkusuz ki deprem gibi büyük bir doğal afetin gerektirdiği önlemleri almada başarılı olma şansı yoktur.

Bununla da yetinmedi Cumhurbaşkanı. Depremde gerekli önlemler alınmadığı için böyle yıkımların olduğunu söyleyenleri, “depremlerin önceden bilinmediğini ve önleminin mümkün olmadığını” ifade ederek yanıtlamış oldu.  

Oysa hiçbir eleştirici, “Deprem niye oldu, iktidar depremi niye önlemedi?” diye sormamıştı. Sorulan sorular, yapılan eleştiriler hep “depreme bilimin, deprem mühendisliğinin imkanları kullanılarak hazırlanılmadığı” içindi!

DEPREM, BÖLÜCÜLÜĞÜN HANGİ AŞAMAYA GELDİĞİNİ GÖSTERDİ

Eleştiriler karşısında Soylu ve AKP sözcüleri, “Bu felaket karşısında hepimiz birlik ve bütünlük içinde olmalıyız” diyen bir propaganda yapıyorlar.

Propaganda böyle ama gerçekler tamamen başka.

Çünkü iktidar artık kendisini ”ülkenin sahibi” sanıyor ve sahibi olduğu bölgeye de kedisinden başka kimsenin girmesini istemiyor.

Bunun en çarpıcı örneği; depremin hemen ertesi günü HDP’li Ergani Belediyesi’nin getirdiği 2 kamyon yardım malzemesinin kente sokulmaması oldu. Ergani’den yola çıkan ve içinde gıda, çocuk bezi, kadın pedi, el feneri, ekmek, su gibi birçok malzemenin olduğu kamyonları kente alamayacaklarını kaydeden polisler, AFAD ekiplerinin yardımları dışında yardım kabul edilmeyeceğini söylediler. Ama Ankara, İstanbul, Adana, Mersin gibi belediyelerden gelen yardımlar kabul edildiği gibi, hor görme tavırlarına maruz kalmalarına rağmen bu belediyelerin arama kurtarma ekiplerinin bölgedeki çalışmalara katılmasında da bir sakınca görülmedi.  

Bu da demek oluyor ki, HDP ve HDP’nin yerel yönetimleri, dolayısıyla HDP’ye oy veren vatandaşlar birlik ve bütünlük içinde görülmüyor.

Bu da Erdoğan-AKP yönetiminin, halkları ayrıştırmada geldiği noktayı gösteriyor.

Felaket karşısında Türk’üyle, Kürt’üyle, Suriyelisiyle halk birleşirken, valiliğin HDP yardımını reddeden tutumu “asıl ayrıştırıcının kim” olduğunu, “asıl bölücülüğün hangi aşamaya geldiğini” de göstermiş olmaktadır.

EMİNE KUŞ, SURİYELİ MAHMUD... VE DİĞERLERİ

Bilim insanları, deprem mühendisleri, uzmanlar... alınması gereken önlemleri söylüyorlar. Ve bu tartışmalar önümüzdeki günlerde elbette ki sürecek.

Türkiye bir deprem ülkesi ve sıkça yaşanan büyük depremlerde önemli dayanışma örneklerine tanıklık ettik.

Bu son depremde de UMKE görevlisi Emine Kuştepe, Suriyeli Mahmud gibi depremzedelere yardım için büyük bir gayret ve cesaret gösteren insanlar tanıdık. UMKE ve AFAD’ın görevlilerinin büyük gayret ve beceriyle 45 kişiyi enkaz altından çıkardığına tanık olduk, gün geçtikçe başka dayanışma ve yardımlaşma örneklerine de tanık olacağız.

Çünkü Türkiye’nin halkları felaket anlarında içlerindeki dayanışma ve yardımlaşma duygusunu ortaya çıkararak hareket geçmeyi başarmışlardır. 

Evet her depremde, komşuların, hiç tanımadıkları kişiler için dahi bir can kurtarmak uğruna ne fedakarlıklar yaptıklarını gördük, neleri başardıklarına tanıklık ettik. Elazığ depreminde de bu böyle oldu ve bundan sonra da göreceğiz.

Halk yaralarını saracak; yarasını sararken de depremi ranta çevirenlerden, kaderine boyun eğmeye çağıranlardan hesap sormayı da öğrenmeye devam edecek!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa