01 Şubat 2020 00:09

Erdoğan’ın Astana ve Soçi çıkışı Rusya’yla krizin habercisi mi? (2)

Fotoğraf: Kayhan Özer/Cumhurbaşkanlığı/DHA

Paylaş

Yazının dünkü bölümünde Erdoğan’ın İdlib konusunda Rusya’yı Astana ve Soçi’ye sadık kalmamakla eleştirdiğini ve bu çıkışın ister istemez “Suriye’de Rusya ile iş birliğinin sonuna mı geliniyor?​” sorusunu akıllara getirdiğini vurgulamıştık. Devamında Erdoğan iktidarı ve Rusya arasındaki ilişki ve iş birliğinin hangi koşullarda ortaya çıkıp geliştiğine değinmiş ve her iki tarafın kendi çıkarlarını gözetmeye çalışmasının bu ilişkinin eşitler ilişkisi olduğu anlamına gelmediğine ve dolayısıyla Rusya’nın bölgesel egemenlik/paylaşım mücadelesinin başını çeken güçlerden biri olduğuna dikkat çekmiştik.

Şimdi Erdoğan’ın Rusya’yı Astana ve Soçi anlaşmalarına uymamakla eleştirmesinin arkasında hangi hesapların bulunduğuna ve bu çıkışın yaratabileceği olası sonuçlara geçebiliriz.

Son krizi daha iyi anlamak için öncelikle Erdoğan’ın Rusya’yı sadık kalmamakla suçladığı Astana ve Soçi mutabakatlarının kapsamına/içeriğine bakmak gerekiyor.

Rusya, İran ve Türkiye arasında Mayıs 2017’de Kazakistan’ın Başkenti Astana’da imzalanan Astana Anlaşmasına göre; çatışmaların durdurulması ve Suriye krizine siyasi bir çözüm bulunması amacıyla “İdlib ve civarındaki Lazkiye, Hama ve Halep vilayetlerinin belirli bölgeleri, Humus vilayetinin kuzeyindeki belirli bir bölge, Doğu Guta, Suriye’nin güneyindeki belirli bölgelerde (Dera ve Kuneytra vilayeti) güvenli bölgeler oluşturulacak” ve anlaşmayı imzalayan garantör ülkeler (Rusya, İran ve Türkiye) Suriye rejimi ile silahlı muhalif gruplar arasındaki ateşkesin devamının sağlanmasından sorumlu olacaktı. Ancak bu ateşkes, IŞİD, el Nusra gibi Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) tarafından terör örgütü olarak kabul edilen örgütleri kapsamayacak, bu örgütlere karşı mücadele devam edecekti.

Suriye ordusunun İdlib’e yönelik bir operasyon başlattıktan sonra Eylül 2018’de Türkiye ve Rusya arasında İdlib konusunda Soçi’de imzalanan mutabakata göre; Rusya, Suriye ordusunun İdlib’e yönelik operasyonunun durdurulmasını, Türkiye ise, 15-20 kilometre genişliğinde ve yaklaşık 250 kilometre uzunluğunda bir güvenlik şeridinin oluşturulmasını (M-4 ve M-5 otoyollarının geçiş güzergahı) ve buradaki terör gruplarının silahsızlandırılmasını sağlayacaktı.

Ancak Soçi mutabakatının imzalanmasından bu yana Rusya Lideri Putin ve Dışişleri Bakanı Lavrov, Erdoğan iktidarını defalarca büyük bölümü HTŞ’nin elinde bulunan İdlib’de terörist grupların silahsızlandırılması ve güvenlik şeridinin oluşturulması konusundaki taahhütlerini yerine getirmemekle eleştirdiler -ki bu eleştirilerin temelsiz olduğunu söylemek mümkün değil. Hatta Fransa Lideri Macron’un önceki gün Türkiye yönetiminin Libya’ya paralı asker gönderdiği ve anlaşmalara uymadığı eleştirisini Rusya Lideri Putin İdlib’den Libya’ya cihatçı militanlar gönderildiğini söyleyerek daha Temmuz 2019’da dile getirmişti.

Ancak bu eleştiriler Rus liderin Berlin Konferansı öncesinde Libya’da savaşan taraflara (Serrac ve Hafter) Erdoğan ile birlikte ortak ateşkes çağrısı yapmasına engel olmamıştı. Çünkü bölgede (Ortadoğu) egemenlik/paylaşım mücadelesinin başını çeken güçlerden biri olan Rusya’nın bu mücadelede Türkiye gibi güçlü bir ülkeyle iş birliğini olabildiği/sürebildiği kadar kendi politikalarının başarısı için kullanmaya devam etmek istemesinde şaşırtıcı bir yan da yoktur.

Erdoğan iktidarına gelince….

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Afrika gezisi dönüşü yaptığı açıklamada Suriye ordusunun Rus uçakları eşliğinde İdlib’de sürdürdüğü operasyonun sivilleri hedef aldığını iddia ediyordu. Bu nedenle Suriye ordusunun stratejik önem taşıyan Maaret el Numan kasabasını HTŞ’nin elinden almasını sağlayan son operasyondan sonra “Kim terörist? Kendi toprağını savunanlar mı terörist? Bunlar direnişçi” açıklamasını yaparak HTŞ’yi savunma noktasına geliyordu.

Şurası tartışılmaz bir gerçektir: Suriye ordusunun İdlib operasyonu gibi, İŞİD ya da Nusra (HTŞ) gibi radikal İslamcı terör gruplarını hedef alan bütün operasyonlarda siviller de zarar görmekte ve on binlerce, yüz binlercesi göç etmek zorunda kalmaktadır. Ancak mesela Musul’un IŞİD’den alınması sürecinde bırakın buna itiraz etmeyi, Türkiye’nin bu operasyona katılması için “A olmazsa B ve C planlarımız da var” diyen Erdoğan’ın İdlib’deki operasyona karşı çıkışının gerçek nedeni siviller değil, İdlib’in cihatçı çetelerden alınmasının kendi politikaları için doğuracağı sonuçlardır.

Peki, nedir İdlib operasyonunun Erdoğan iktidarının Suriye ve bölge politikası için olası sonuçları?

Öncelikle İdlib’in HTŞ’nin elinden alınması Erdoğan iktidarının İdlib’deki “gözlemci” statüsünün sona ermesi ve buradan çekilmesi anlamına geliyor. Ayrıca bu operasyon Türkiye’deki iktidarın Suriye’ye müdahale politikasının öncülüğüne soyunduğu 2011’den bu yana iş birliği yaptığı cihatçı çetelerin son kalesinin düşmesine, başka bir deyişle Suriye masasında en önemli kozlarından birini kaybetmesine yol açacaktır. Dahası Türkiye’deki iktidar, bir kısmını Libya’daki yayılmacı emelleri için kullandığı artık aleni hale gelen bu on binlerce cihatçı militanı ne yapacağı sorusuyla da karşı karşıya gelecektir.

Bunun da ötesinde İdlib’den çıkmak zorunda kalması, Erdoğan iktidarının kaçınılmaz bir şekilde Afrin başta Suriye’de elinde bulundurduğu bölgelerden çıkmaz zorunda kalacağı bir sürecin de başlangıcı olacaktır.

Bu nedenle Erdoğan, son çıkışıyla kendi iktidarının İdlib’deki pozisyonunu kaybedeceği ve buradaki cihatçı grupların tasfiyesine yol açacak bir sürecin önüne geçmeye çalışıyor.

Erdoğan’ın Astana ve Soçi’yi hatırlatıp Rusya’yı suçlaması, özellikle batılı emperyalistlere verilmiş bir mesaj anlamı kazanıyor. Almanya ve Fransa özellikle mülteci sorunuyla karşı karşıya gelmemek ve ABD de Rusya-Suriye yönetiminin elinin güçlenmesini engellemek için Erdoğan’ın İdlib’e operasyon yapılmasının önüne geçmek için yaptığı girişimleri destekliyor. İşte Erdoğan, son çıkışıyla özellikle siviller üzerinden bu güçlerin harekete geçmesini ve Rusya üzerinde baskı kurmasını istiyor.

Bununla birlikte batılı emperyalistlerin yeşil ışık yakabileceği ihtimali üzerinden askeri operasyon seçeneğini masaya sürerek ve yine Türkiye’yi kaybetmek istemeyeceği gerçeği üzerinden Rusya’ya, Türkiye ve Suriye yönetimi arasında tercih yapması gerektiğini söyleyerek İdlib operasyonunun durdurulması için elindeki tüm kozları oynamaya çalışıyor.

Rusya ve Suriye yönetimi için İdlib operasyonu, Suriye’de siyasi çözümün önündeki engellerin kaldırılması bakımından hayati bir önem taşıyor. O yüzden çeşitli defalar ertelenmiş olsa da bu operasyonun gerçekleştirilmesi ve İdlib’in HTŞ’nin elinden alınması vazgeçilmez bir hedef olarak duruyor.

Üstelik bu operasyon sanıldığı gibi ilişkilerin kopmasına değil, aksine Türkiye’deki iktidarın Suriye politikası bakımından Rusya’ya daha fazla bağımlı hale gelmesine yol açacaktır. Çünkü buradaki varlığı büyük oranda Rusya’nın ‘olur’una bağlı hale gelecektir. Daha önemlisi ise; Rusya’nın, Suriye Kürtlerini ‘tehdit’ olarak gören Erdoğan iktidarının Kürt sorunu konusundaki hassasiyetlerini kendi politikaları için kullanabilme zemini genişleyecektir.

Sonuç olarak, Türkiye’deki iktidarın bir yandan yayılmacı emellerine ve öte yandan Kürtlerin hak eşitliği karşısında baskıcı-inkarcı politikalarına dayanak oluşturmak için emperyalistler arasındaki çelişkileri kullanmaya dayalı siyaseti tersi sonuçlar doğurmakta; emperyalistlerin bu gerici politikayı kendi çıkarları için kullanmalarına ve Türkiye’deki iktidarı kendi politikalarına daha fazla bağımlı hale getirmelerine yol açmaktadır.

Rusya ve İran’la yaptığı anlaşmalara (Astana ve Soçi) bakarak kendini Suriye’de ‘oyun kurucu’ bir güç sanan Erdoğan iktidarının Suriye ordusunun Rus destekli İdlib operasyonu karşısında içine düştüğü açmaz bize bu gerçeği bir kez daha gösteriyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa