04 Şubat 2020 01:00

Ya gerçek bir barış ya da daha çok acı, daha çok gözyaşı!

Fotoğraf: DHA

Paylaş

Herkesi üzüntüye ve “Yoksa Suriye ile savaşa mı giriyoruz” endişesine sevk eden haber dün sabah saatlerinde İdlib’den geldi. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan İdlib’de Suriye Ordusu tarafından yapılan topçu atışları sonucu 5 asker ve 3 sivilin hayatını kaybettiğini söyledi. 

“Türkiye-Ukrayna Stratejik Konsey 8. Toplantısı” dolayısıyla Ukrayna’ya hareketi öncesinde basın toplantısında konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “30-35 Suriye askerinin etkisiz hale getirildiğini, operasyonların sürdüğünü, bu saldırının da cevabının misliyle verildiğini söyledikten sonra şunları ekledi: “Operasyonlarımızı sürdürmekte kararlıyız. Bu tarz alçak saldırılarla Türkiye’nin kararlılığını sınayanlar büyük bir hata yaptıklarını anlayacaklardır!”

İRAN VE RUSYA İLE EL ELE YÜRÜMENİN SONUCU

Suriye’yi 2011’den başlayarak kana bulayan, IŞİD ve el Kaide başta olmak üzere, irili ufaklı onlarca terörist örgütün kalıntıları buraya toplanmadan önce İdlib, adını kimsenin bilmediği bir Suriye kentiydi. Ama son yıllarda, köylerine kadar konuşup tartıştığımız bir bölge oldu. Özellikle de son aylarda İdlib, Türkiye Rusya ilişkilerini de adım adım geren gelişmelerin merkezi haline geldi.

Elbette ki, İdlib’deki gelişmeler “takdiri ilahi” olarak cereyan etmedi. Tersine İran ve Rusya, Türkiye’nin sırtını sıvazlarken Astana, Soçi, Tahran ve Ankara’da yaptıkları zirvelerde, Türkiye’yi zamanı geldiğinde terörist grupların hamisi gibi gösteren bir çizgiye itmekte çok mahir davrandılar.

Elbette Rusya ve İran Türkiye’yi Suriye bataklığına “zorla” itmedi. Tersine Erdoğan yönetimi, yeni Osmanlıcı dış politikanın amaçları ve “iki kırmızı çizgili” Suriye politikasıyla Suriye’de oluşan iç savaş bataklığına büyük bir hevesle atlamaya hazırdı. Çünkü Erdoğan ve ekibi, Rusya ve ABD arasındaki çelişmeleri kullanarak yayılmacı emellerini gerçekleştireceklerini sanıyordu. Suriye pastasından daha büyük bir dilim alacağını umarak Türkiye, Rusya ve İran’ın kendisini ittiği çizgiye, her adımını, “Tarihte görülmemiş bir zafer yürüyüşü”, “Türkiye’nin şahlanışı” diye propaganda ederek yürüdü.

BÖLGEDEKİ OYUNLAR TÜRKİYE’Yİ MAZUR GÖSTERMEZ

Nitekim son aylarda gerek diplomaside deneyim sahibi emekli diplomatlar, gerekse Suriye’deki gelişmeleri yakından izleyen gazeteciler ve siyasetçiler, bu gelişmeleri önceden gördükleri için, Suriye’de girilen yolun kaçınılmaz olarak çatışmalı, hatta bir Türkiye-Suriye savaşı aşamasına doğru gittiğini söylüyorlardı.

Elbette burada, gelinen noktada;

Suriye rejiminin antidemokratik karakterine,Rusya ve İran’ın hiç de barış ve halkların kardeşliği ile ilgisi olmayan, tersine bölgedeki krizi kendi çıkarları uğruna yönlendiren girişimlerine,Türkiye’nin zaaflarına ve iktidarın yeni Osmanlıcı hayalleri okşamasına,İrili ufaklı terörist grupların Suriye’yi yeniden bir iç savaşa sürüklemek ve kendilerine yeni müdahale alanları açmak için provokasyonlar yapmalarına, ABD ve İsrail’i de işin içine katarsak daha da karanlık amaçlara ve girişimlere dair çok şey söylenebilir.

Bu söylenenler, gerçeğin önemli bir yanını ifade etse de; AKP iktidarının dış politikasının gereği olarak giriştiği Zeytindalı, Afrin, Barış Pınarı ve İdlib’den Libya’ya, Doğu Akdeniz’den Irak’a bölgedeki askeri harekatları, “Krizlerden fırsat çıkarmayı” esas alan, yayılmacı amaçlar taşıyan girişimlerini mazur göstermez.

Tersine Türkiye, 2007’den beri yöneldiği yeni Osmanlıcı “aktif dış politika” adımları ile bölgedeki çatışmaları derinleştirdiği gibi, ABD ve Rusya’nın bölgede yerleşmesine bölge halkları indinde meşruiyet sağlayan bir rol oynamıştır.

GERÇEK BİR BARIŞ MÜCADELESİ İÇİN

Bugün İdlib’de olanlar da bu politikanın sonuçları olarak karşımızdadır. Tıpkı, ünlü Savaş Tarihçisi Clausewitz’in, “Savaş politikanın başka araçlarla devamıdır” önermesinde ifade ettiği gibi, İdlib’de olanlar Erdoğan Hükümetinin dış politikasında, diplomasinin yerine bile askeri güç kullanmayı tercih eden, bölgedeki cihatist gruplarla oynayan tutumunun devamıdır. Ki, bugün İdlib’de hayatını kaybeden ve yaralanan askerler de başka kayıplarda olduğu gibi, kader ya da doğa dışı güçlerin eseri değil, izlenen bu dış politikanın sonuçlarından birisidir.

Dahası bu askerler, kendi vatan topraklarını korurken değil, başka bir ülkenin (Suriye’nin) topraklarında hayatlarını kaybetmiş ya da yaralanmışlardır.

Bu yüzden de “Askerlerimiz öldürüldü, misliyle yanıt vereceğiz...” tutumu iki tarafta da daha çok ölüm ve yaralanmalara yol açacağı gibi, bölgede çatışmalara son verilmesi ve barışın egemen kılınması için yapılacak girişimlere de zarar vericidir.

Elbette ki bugün emperyalist güçlerin bölgeden ellerini çekmesi, üslerin kapatılması talepleri için mücadele çok önemlidir. Ama, her ülkenin barıştan yana güçlerinin olduğu gibi, Türkiye’nin barış ve demokrasi güçleri de, her şeyden öce kendi hükümetlerinin barış karşıtı politikalarına karşı çıkan bir mücadeleyi esas almak durumundadır.

Bu nedenledir ki, bugün Türkiye’nin;

Suriye topraklarındaki askerlerini geri çekmesi, Komşularına rejim dayatmaktan vazgeçmesi,Bölge halklarının kendi kaderini tayin hakkına saygı gösteren çizgiye yönelmesi için mücadele, barış mücadelesinin ana eksenini oluşturmak durumundadır.

Ya gerçek bir barış ya da daha çok acı, gözyaşı ve ölüm!

Başka bir seçenek yok!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa