09 Şubat 2020 00:43

"Çivisi çıkmış" düzen ve felaket birikimi!

"Çivisi çıkmış" düzen ve felaket birikimi!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Taziye evine döndü memleket. Birinden diğerine, felaketler serisi adeta... Elazığ-Malatya depreminden Van’da onlarca can alan çığa, İdlib’den gelen cenazelerden İstanbul’daki uçak kazasına...  

Öncesi bir yana; şu son on gün içerisindeki bu haberler bile, her defasında “Allah beterinden saklasın” denilip geçilen ‘belaların’ nasıl da dört bir yanımızdan kuşattığını göstermeye yeter. Maalesef, ‘başı beladan kurtulamayanların’ ülkesi burası!

Neden böyle?

“Çivisi çıkmış bir kere” denir ya; hayır, öyle diyemeyiz herhalde. Hem memleket çerçeveli tablo mudur ki çiviyle duvara çakıp monte edesin? Ayrıca, bu teşbihte ‘çivi’ denilen ne oluyor peki? Onu gevşeten, çakılı olduğu yerden çıkmasını zorlayan başka etkenler olmalı en azından. Malum, fay hatlarının enerji biriktirip harekete geçmesini önleyecek bir sihirli ‘çivi’ yok elimizde. Karın birikip taşarak uygun eğim ve zeminde çığ halinde akmasına mani olacak bir ‘çivi’ de... Doğanın fiziki yasalarına tabi süreçler bunlar ama insanla buluşup, insanı etkilediği noktada toplumsal yasaların da dahil olduğu süreçler haline gelirler. Tam da o noktada insanın, elbette iktidar, devlet vb. dolayımlarla birlikte ortaya çıkan gücü ya da güçsüzlüğü konuşulmalıdır. Varsa bir ‘çivi’, odur. Depremin, çığın bu ölçüde bir felaket haline gelmesinin önüne geçecek de odur, İdlib’i bir savaş ve ölüm cephesi olmaktan çıkaracak da o ‘çividir.’ Yine, kârın maksimizasyonu dürtüsüyle havayolu taşımacılığını özel şirketlerin piyasasına dönüştüren, ‘en büyük havaalanı’ için birilerine milyarlarca dolar akıtan ama mevcut havaalanında gerekli bir ikinci pisti yapmayıp uçakları ‘yorgun pist’e indirten de aynı ‘çivi’dir...

Velhasıl, bağlamları var herşeyin. Görünenle ya da sonuçlarla oyalanınca ‘belaların’ peşinden sürüklenip gidiliyor böyle. Yapılan edilen de bu oluyor en fazla.

***

Sonuçlarla ilgilenildiği içindir ki ‘önlem’ babında konuşulanlar insanda acı bir gülümseme hissi uyandırıyor çoğu zaman:

Deprem enkazında yapılması gerekenler... Yaşam üçgeni oluşturmak... Çığ altında kulaç atma tekniği... Arama kurtarmada dikkat edilecekler... Uçakta kemer takmanın önemi... Pistlerdeki su oluklarının durumu... “Rusya’ya bu kadar güvenilir mi?​”... “İdlib’de eller tetikte, her an girebiliriz...” vs...vs...

Ve elbette bu muhabbet listesine şunları eklemeli:

Deprem denince ‘birinci adam’ın aklına ilk elden “TOKİ’nin yaptığı 4794 konut” geliyorsa...

“Enkazdan çıkarılanların Şehir Hastanesindeki hallerini görünce huzura erdim”, “Deprem vergilerini soranlar haindir” denilebiliyorsa...

‘Kara gün dostu’ olarak çocuklara belletilen Kızılay’ın başındaki bürokrat, “vergiden kaçınmayı” mübah görüyorsa...

Türkiye birinci derecede deprem bölgesi olmadığı halde, depremlerin yıkıcılık düzeyi açısından dünyada ilk üçe giriyorsa...

Daha 70’li yıllarda (Türkiye “dünya devi” olmadan yani!), Van Köy Hizmetleri, elindeki mütevazı olanaklarla sözkonusu çığ bölgesinde aldığı önlemlerle (suni çığ vb.) bu ölçüde kayıpları önlüyorken ve bugün bu teknik gelişmişlikle böylesi acı sonuçlarla karşılaşılıyorsa...

Sayıştay raporuna göre 21 Haziran 2017’de tamamlanması gereken Sabiha Gökçen havaalanındaki ikinci pist (muhtemelen üçüncü havaalanına ihtiyaç artsın diye) hâlâ açılmamışsa...

“Suriye’nin toprak bütünlüğü için” bulunulan(!) Suriye topraklarında, Suriye’nin resmi ordusunun karşısında başka bir ordu kurup yine Suriye’nin İdlib bölgesinde çekilmesi için resmi/meşru iktidara “Şubat sonuna kadar mühlet” verilebiliyorsa...

“‘Türkiye’nin Suriye’de ne işi var?​’ diyen ya gafildir ya da bu milletin hasmıdır” denilerek yeni acılara kapı aralanıyorsa...

“Çivi” gerçekten de çıkmış, beladan belaya koşacağız demektir!

***

Ve bütün bu ‘belalar’ silsilesi, içine hapsedildiğimiz bir kuşatmanın en çıplak haliyle görünür olmasından başka bir şey değil aslında.

Aç gözlülüğünün, hırslarının kefaretini fakir fukaraya ödeten acımasız bir düzenin en olağan, en sıradan halleri...

Kâr ve rant batağında kulaç atarken, fütursuzca, hoyratça yüklendiği toplumsal yaşamdan gaspettiklerinin yerine acı, ölüm ve yoksulluktan başka bir şey koyamamaktadır.

Asıl ‘felâket’ de budur!

Yaşamı değil de kârı, rantı, ölümü ve acıyı kerteriz almış bir sisteme “felâket” denmez de ne denir?

Hem de ‘çivisi çıkmış’ felaket...

Beton, sömürü ve savaş üzerinden kurulmuş ‘felaket-sermaye birikimi’ denkleminden payımıza acı ve ölümden başka ne düşer ki?

Hiç kazanılmayacak savaşların, beyhude ‘dava’ların, kâr ve rant tezgahlarının, yaşamdan çalıp insanlığa zaman kaybettirmek dışında bir şeye yaradığına tanık olmadı tarih...

Ama işte, bir düzen böyle sürdürülebiliyor ancak.

İnsanlığa kaybettirdiği zamanı kendi ömrüne katıp ‘çivileyerek’ sürüyor.

O ‘çivi’den kurtulmak, kendi çivimizi çakmak gerekiyor!

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa