İdlib çıkmazından çıkan sorular
İdlib’de gerilim sürerken, TSK’nin Hatay'daki sınır birliklerine fırtına obüsü ve zırhlı araç sevkiyatı devam ediyor. | Fotoğraf: TSK/AA
Türkiye’yi yönetenler çözümü değil, çözümsüzlüğü gözetiyor. Politik denklemlerde çözümsüzlük unsuru olarak yer alıyor ve çözümün önüne geçip ötelediği ölçüde sahada yer buluyor. Başından bu yana, Suriye meselesinde de böyle. Daha uzun yıllara yayılarak dünya siyasetinin önemli çekişme alanı olacağı belli olan ‘Suriye sorunu’nun önemli bir parçası olmayı başarmış(!) durumda Türkiye. Rusya’yla Amerika arasında değişen vizelere yaslanarak Fırat’ın doğusundan batısına; Kürtlerden ‘rejim’e; Cerablus’tan Afrin’e, vs... oradan oraya sıçrayan bir ‘yakan top’ gibi, değdiği yere çözümsüzlük bulaştırıyor.
Böylesi bir pozisyonun bedelleri oluyor elbette. Ekonomik, sosyal, siyasal sonuçları... Savaş ikliminden gül gelecek değil ya, cenazeler geliyor! “Öğlen namazını müteakip kılınacak cenaze namazından sonra...” anonslarıyla verilen rutin haberlere konu olup kısa sürede unutulanlar! Fakir fukaranın ocağına düşen ateş ise hiç sönmüyor, iktidarın beka sorununun bir parçası olarak hep yanıyor...
İşte o ‘yakan top’ şimdi de İdlib’de iş tutmaya çalışıyor! “Bir gece ansızın gelebiliriz... Rejim değişene kadar İdlib’den çekilmeyiz” deniyor. Günlerdir izliyoruz; atılan her adım, söylenen her söz, arkasından onlarca soru bırakıyor. Öyle strateji falan bilmeye gerek yok, yüzeysel bir bakışla da olsa insanın aklını tırmalayan bu soruları sıralamak bile ortadaki garabeti sergilemeye yeter herhalde.
***
İdlib’de kalma ısrarı, “Suriye’nin toprak bütünlüğünden yanayız” söyleminin sahte olduğunu göstermiyor mu?
Kontrol altındaki diğer alanlarla birlikte, Türkiye’nin hamiliğinde bir cihadist-İslamcı bölge/devletçiğe işaret etmiyor mu bu ısrar?
‘Suriye’nin toprak bütünlüğü’ hassasiyeti sadece Kürtlerin talepleri söz konusu olduğunda mı geçerlidir?
İdlib’i alarak ‘toprak bütünlüğünü’ sağlamaya çalışan Suriye’yi bundan men etmeye çalışmanın, ‘kendi şehrine giremezsin’ demenin meşruiyeti olabilir mi?
Suriye’nin kendi topraklarından çekilmesine dair “Şubat sonuna kadar” mühlet vermenin en küçük bir rasyonalitesi var mıdır?
‘Türkiye’nin güvenliği İdlib’den başlar’ ajitasyonunun en küçük bir inandırıcılığı kalmış mıdır? Böylesi bir ‘güvenlik’ anlayışının savaş ve kaos dışında bir sonuç ürettiği görülmüş müdür? Savaş, bir ‘güvenlik’ aracı/yöntemi olabilir mi? Ne kadar çok insan ölürse o kadar çok mu güvende oluruz? Türkiye, ‘etkisiz hale getirilen rejim unsurları’nın sayısı ölçüsünde mi güvenli bir ülke olacak?
“Suriye’yi rejimin zulmünden temizlemeden bize huzurla uyumak haramdır” sözleriyle angaje olunmuş bir ‘strateji’nin şimdiden garantilediği tek sonuç, ‘asla huzurlu bir uyku uyuyamayacağımız’ olmuyor mu?
“Bedelini ödetiyoruz, yüzlerce ‘rejim unsurunu’ vurduk” istatistikleri, yüreklere düşen evlat acısını dindiriyor mu?
‘Bir gece ansızın gelebiliriz’ parolasıyla gidilebilecek yer kalmış mıdır Suriye’de? Dilin kemiği yok, “Gerekirse Rusya’yla da savaşırız” gevezelikleriyle iştigal eden havuz başı zevatının yerçekimsiz propagandasına malzeme üretmek dışında nasıl bir sonuç hedefleniyor? Hemen Amerika’dan istenen patriotlarla Rus uçakları mı vurulacak yoksa?! Zamanında vurulmamış mıydı bir Rus uçağı? Ne olmuştu sonradan? Binbir özürden sonra “biz vurmadık, fetö vurdu” denilmemiş miydi? İhraç domatesler tarlalarda çürümemiş miydi? Aylar sonra gelen ilk Rus turist kafilesi Antalya Kemer’de MHP’li belediye başkanı tarafından törenle karşılanmamış mıydı?
İdlib’de korunan cihatçılar kimdir? Daha önce TSK/MİT tarafından organize edilen ÖSO’yla (sonradan Suriye Milli Ordusu oldu adı) birlikte anılıyorken, şimdi ağızlardan düşmeyen ‘muhalifler’ genellemesiyle kastedilenler kimlerdir?
SMO yetkililerinin “Rejime karşı ittifak halindeyiz” dediği ve İdlib merkezini kontrol eden Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) bu ‘muhalifler’ denilenin içinde midir? HTŞ Türkiye’nin de resmen kabul ettiği gibi terör örgütü müdür değil midir? HTŞ lideri Muhammed Colani kimdir? IŞİD’in öldürülen lideri Bağdadi’nin ‘emir’ olarak Suriye’ye gönderdiği, sonradan Nusra Cephesi’ni kuran Colani’nin “Ruslar asla Türk halkının dostu olmadı. İdlib’de işgalci Ruslarla savaş Türk halkının doğrudan çıkarınadır...” sözleri ne anlama gelmektedir?!
Havuz medyasında “TSK ve Muhaliflerden büyük taarruz” manşetleriyle selamlanan “taarruz”da HTŞ de var mıdır?
“Soçi’deki yükümlülüğe uymuyorlar” denilerek suçlanan Rusya’nın “Türkiye verdiği sözleri yerine getirmedi, İdlib’i terörist gruplardan arındıramadı ya da arındırmak istemedi” şeklindeki açıklamalarına elle tutulur bir yanıt verilebiliyor mu? Türkiye mi Rusya mı uymadı, Soçi’ye? İdlib’de arındırılmasına dair söz verilenlerin başında gelen HTŞ’yle bugünkü yakınlık, en hafif deyimle ‘manidar’ değil midir?!
“Yansın Suriye, yıkılsın İdlib” diye sallamak kolay; bugün Suriye’nin kuşatmasında kalan gözlem noktalarındaki güçleri geriye çekmeden Suriye/Rusya’yı sıkıntıya sokabilecek ciddi bir hamle şansı var mıdır? Artık neyi gözetledikleri meçhul ‘gözetleme noktaları’, savaş tekniği açısından koz mudur, rehin midir?
Daha önceden Türkiye’ye gelenler de dahil, bugün de İdlib’den kaçıp sınıra yığılan yüzbinlerce insanın geleceğine ilişkin asgari bir ‘güvenceli’ formül nasıl bulunabilir? Savaşla mı müzakere ve diyaloğla mı?
Sorular... Sorular...
Daha da çoğaltılabilecek bu soruların toplamı, artık kronikleşmiş bir ‘sorun’a da işaret etmiyor mu? İdlib’deki ve giderek Suriye’deki düğümün çözülmemesinin baş sorumlusu başta belirttiğimiz o ‘yakan top’ rolüne soyunanlar ve “İdlib’te ne işimiz var?” sorusunu ‘vatan hainliği’ belleyenler değil mi?
Ve bir soru da zamanında “Mehmetçiğin tırnağına zarar gelmemesi için, içimiz yana yana tezkereye evet” diyen, bugün ise İdlib’den gelen cenazelerden dolayı iktidarı eleştiren muhaliflere...
Var mıdır bir sözünüz?!
Yarın, “iyisi mi biraz Kürtleri dövelim de stres atalım” denilip, tekrar Fırat’ın doğusuna yönelirse malum ‘yakan top’, bugünkü itirazlarınız devam edecek mi?
Yoksa, “milli birlik ve beraberliğimiz...” makamından mı ötecek diliniz yine?!
- 1 Mayıs, 10 Not 05 Mayıs 2024 04:46
- İstanbul seçimi, sazan sarmalı ve Zana’nın trajedisi! 29 Mart 2024 19:51
- Solun ayarını seçimler mi bozuyor, yoksa ayarlar bozuk mu zaten? 09 Temmuz 2023 04:40
- Sosyalistlerin muaf olma hali ya da kaybeden sadece "Burjuva muhalefeti" mi?! 25 Haziran 2023 01:55
- Yenilmek de direnerek olsun, teslim olarak değil! 21 Mayıs 2023 04:40
- 1 Mayıs notları ve 14 Mayıs imkânı 07 Mayıs 2023 02:19
- Tarihi seçimler ve solda sekterlik halleri 30 Nisan 2023 04:17
- ‘Ayşe Teyze’ler, Mahirler varken, seccade konsolidasyonu yeter mi? 09 Nisan 2023 04:56
- Ayhan Bilgen’in ‘yapıcı muhalifliği’ ve bir tür ‘itirafçılık’ hali! 02 Nisan 2023 04:48
- Şapkadan çıkan Erbakan ile ‘bize pusu kurdular’ diyen pusucu nereye koşuyor? 26 Mart 2023 04:40
- 20 Mart’a denk düşen ‘tesadüfler’ ve bir zorunluluk 22 Mart 2023 04:49
- Değişim enerjisi, kuyudaki Akşener ve ‘kazanacak aday’a ilişmek! 12 Mart 2023 10:16