Vesikalı Yarim: Kalbimi kıra kıra
Vesikalı Yarim'den bir kare
Yazının başlığı Ö. Lütfi Akad ve Kent Üçlemesi olacaktı. Önceki haftalarda Akad’ın Anadolu ve Göç üçlemeleri üzerine yazmıştık. Bu başlık altında da Kent Üçlemesini oluşturan ‘Vesikalı Yarim’, ‘Kader Böyle İstedi’ ve ‘Seninle Ölmek İstiyorum’ filmlerini yazacaktım. Sinemamızın klasiklerinden olan ‘kült’ film Vesikalı Yarim’in sinema tarihimizde de, yönetmen Akad’ın da filmin senaryosunu yazan Safa Önal’ın da başarılı oyunlarıyla filme değer katan Türkan Şoray, İzzet Günay ve Ayfer Feray’ın da filmografilerinde ayrı bir yeri vardır. Ayrıca filmin diğer oyuncularını, müzik seçimiyle Metin Bükey’i, içimizi yakan şarkılardaki sesi ve yorumuyla Şükran Ay’ı anımsamak ve anmak gerekir. Filme emeği geçen herkesin bu başarıda payı var. Bu yazıda bu unutulmaz filme, haftaya da üçlemeyi tamamlayan ‘Kader Böyle İstedi’ ve ‘Seninle Ölmek İstiyorum’a yer vereceğim.
Tutkulu, imkansız aşklar…
Ö. Lütfi Akad’ın unutulmaz filmlerinden ‘Vesikalı Yarim’de (1968) de Manav Halil’le Konsomatris Sabiha’nın tutkulu fakat karşılıksız aşkları anlatılır.
Manav dükkanlarına götürmek üzere, üç arkadaşıyla birlikte at arabasına sebze yükleyen Halil’i (İzzet Günay) görürüz ilk sahnede. Filmin esas kızı Konsomatris Sabiha’yı (Türkan Şoray) görmek için, dört arkadaşın Beyoğlu’daki Şen Saz’a gitmelerini bekleriz. Dört arkadaşın sıklıkla yaşadıkları, rakılı meyhane gecelerinden birinde Fethi’nin (Semih Sezerli) “Bir büyük şişe ve nevalesi benden. Fazlasına aklım yetmez. Size bu ikramı Beyoğlu’da yapacağım. Bıktım Ayı Rıfat’ın meyhanesinden.” isteğiyle gidilir Beyoğlu’ya ve Şen Saz’a. Sahnede Şükran Ay’ın sesinden “Kahverengi Gözlerin” söylenmekte, Müjgân (Ayfer Feray) elinde sigara dolanmaktadır dört kafadar içmeye başladığında.
Fethi: “Gariban kızlar işte, ne olacak. Bunların baktıkları aynalar bile küflenmiştir.”
Cemil: “Bunlar var ya, muhabbetin her türlüsünü bilirler. Erkeklerine kul köle olurlar. Dayaktan, küfürden, jiletten, bıçaktan geçtim, üste para yedirir de gene yaranamazlar. (…) Bunlar bir erkeğe tutuldular mı, hele bir de içip sarhoşladılar mı dağları düz ederler be.”
Bu diyalogdan sonra Halil’in de yaşantısını değiştirecek anlar başlar. Üç arkadaş aralarında fısıldaştıktan sonra kalkarlar. Halil, “Ben bir iki kadeh daha içip eve yollanacağım” diyerek kalır. Sahnedeki şarkı sigara dumanları arasında sürmektedir. “Sokağın ardı çarşı, evimiz karşı karşı… Bir sevda uğruna ben ömrümü verdim”. Bir imkansız sevda uğruna ömür verilecek an da tam bu sırada yaşanır. Halil garsonu çağırmak için arkasına bakar, masaya döndüğünde hem vesikalı hem de yar olacak Sabiha ile göz göze gelir.
“Bir sigara içebilir miyim? Yakar mısın?” Dumanlar arasında gülümseyen Sabiha’nın sigarasını yakar Halil. Sabiha masaya oturmuştur bile. Halil büyülenmiş bir biçimde “Emret ağabeycim” diyen garsona, “Ne istiyorsa getir” der. İlk anda çarpılmıştır Halil fakat Sabiha masada uzun süre oturmaz. Behçet Nacar’lı başka bir masada mesleğini icra etmektedir. Gecenin sonlarına doğru müşterilerini yolcu ettikten sonra bütün gece yalnız oturan Halil’in yanına döner. “Burada mısın hâlâ. Unuttum, affedersin.” İmkansız aşk, o anda başlamıştır Halil için. Şen Saz’dan ayrı ayrı fakat geceyi birlikte sürdürmek için çıkarlar. Gittikleri pavyonda Halil gözlerini Sabiha’dan ayıramamaktadır. Sabiha dans eden dansözü göstererek “Beni değil onu seyret” der.
Henüz isimlerini dahi bilmemektedirler. Sabaha karşı Halil, Sabiha’yı evine bırakır.
Halil: Eyvallah. Ne zamandır böyle vakit geçirmemiştim.
Sabiha: Eğlenmedin ki!
Halil: Niçin?
Sabiha: Ne gülüp açıldın, ne de doğru dürüst konuştun. Adını bile söylemedin, anla artık.
Halil: İsmim Halil’dir.
Sabiha: Ya… Nerelisin?
Halil: İstanbulluyum. Doğma büyüme. Tanıştığıma da çok memnun oldum.
Sabiha: Benim adım da Sabiha. Sabah şerifleri hayrolsun.
Sabiha arkasını dönüp içeriye girdiğinde, Halil’in yüzünde mutlu bir gülümseme vardır. Kapıdan ayrılıp yürümeye başladığında arkasından Sabiha seslenir: “Halil… Gel bende kal köprü kapanıncaya kadar.”
Böylesine etkileyici sahnelerden sonra imkansız aşk yol alır. Vesikalı yar Sabiha çoğu zaman alaycı, umursamaz davranır Halil’e. Halil, sazdaki işinden ayrılan Sabiha’nın yanına taşınır. Sabiha içinse yaşadığı ev farklılaşmıştır. “Halil… Bu evi şimdi seviyorum. Ondan evvel, ne bileyim ben, bir barınaktı sadece. Şimdi ev oldu.” İkisinin de yaşam biçimi değişmiştir. Halil evine, Sabiha işine gitmemeye başlamıştır. Süslü, kokulu Sabiha sade, sıradan görüntüsüyle pazara, alışverişe çıkar, Halil manavda dalgındır, kendini işine veremez, arkadaşlarıyla içmeye çıkmaz. Halil, Sabiha’da gözü olan Necmi’yi bıçaklar ve hapse girer. Çıktığında gittiği sazda Sabiha’yı görür. Sabiha, Halil’i kendinden uzaklaştırmak için yine alaycıdır. “Ooo, Merhaba Halil. Çok eskiden tanırım Halil Bey’i. Benim için adam vurdu, içeri düştü. Yeni çıkmış olacak. Hapisteyken matem tutmadığıma bozulmuş herhalde. Öyle değil mi Halil?” Halil Sabiha’yı bıçaklar. Sabiha, “Ben vurdum kendimi. Elim kaydı. Kaza” der.
Tutkulu bir aşktır yaşanan fakat aşkları dikiş tutmaz, imkansızdır, kalıcı değildir. Sabiha, Halil’in evli olduğunu öğrenmiştir. Evli olduğunu söyletemez Halil’e. Tutku sürse de aşkın imkansızlığı belli olmuştur. Bütün film boyunca anlatıyı destekleyen müzik eşliğinde finale yol alırız. İç hesaplaşmalar yaşar Halil. Sabiha’nın hediye ettiği tabakaya bakar, “Kalbimi Kıra Kıra” şarkısı eşliğinde.
Aralarındaki sorunlar Halil’in evine dönmesiyle sonuçlanır. Kapıyı açan çocuk içeri doğru seslenir, “Anne… Babam geldi.” Sabiha bir kez daha Halil’e dönmeyi dener, manav dükkanına uzaktan bakarken babası ile göz göze gelir. Halil, çocuklarını sevmektedir, önlüğünü takmış işinin başındadır. Bu artık, aşkın imkansızlığının, Halil’e ulaşamayacağının ispatıdır. Sabiha, geri dönüp İstanbul sokaklarında, erkekler arasında yürümeye başladığında bir başınadır. Bu iç burkan sahneye Şükran Ay’ın sesi eşlik eder: “Gözyaşların boşuna/ Düşmem artık peşine/ Yansın yüreğin yansın/ Şimdi de bende sıra/ Kalbimi kıra kıra/ Bıraktın bir hatıra”
Filmin belleklere kazınan, unutulmaz diyaloglarından biri de şöyleydi:
Sabiha: Niye geldin, gelmeyecektin…
Halil: Geleceğimi biliyordun ama. Nedir istediğin?
Sabiha: Bilmem… Sıkıldım belki, yetti belki. Her birimiz yolumuza gitsek.
Halil: Yolumuz?
Sabiha: Öyle!
Halil: Birleşti biliyorum?
Sabiha: Yok. Birleşecek gibi değil. Benim yolum başka. Seni tanıdıktan sonra anladım. Senle beraber olduktan sonra, seni… Sevgi de yetmiyormuş. Çok eskiden rastlaşacaktık…
- Düşen yapraklar (1) 27 Mart 2024 04:15
- Nihat Ziyalan: Yılmaz Güney’in kan kardeşi, filmlerin kötü, gönlümüzün ve edebiyatın iyi insanı (2) 13 Mart 2024 04:20
- Nihat Ziyalan: Yılmaz Güney’in kan kardeşi, filmlerin kötü, gönlümüzün ve edebiyatın iyi insanı (1) 06 Mart 2024 04:15
- Bilal İnci: Zalim, gaddar, acımasız kötü adam 28 Şubat 2024 04:20
- Geleneksel Türk tiyatrosunun son temsilcisi: İsmail Dümbüllü 21 Şubat 2024 04:00
- Atatürk, ‘Ben Bir İnkılap Çocuğuyum’ filmi ve Münir Hayri Egeli (3) 14 Şubat 2024 04:15
- Atatürk, “Ben Bir İnkılap Çocuğuyum” filmi ve Münir Hayri Egeli (2) 09 Şubat 2024 04:20
- Atatürk, ‘Ben Bir İnkılap Çocuğuyum’ filmi ve Münir Hayri Egeli (1) 04 Şubat 2024 04:35
- Jönlükten kötü adamlığa bir sinema sevdalısı: Hüseyin Peyda 28 Ocak 2024 04:33
- Şerafettin Kaya: Ben İyi Biri Olmadan Önce 21 Ocak 2024 05:10
- Yeşilçam’ın Çınarları (6): Vedat Örfi Bengü: ‘Mısır’da sinemayı kuran Türk’ 14 Ocak 2024 04:43
- Yeşilçam’ın Çınarları (4): Aziz Basmacı, Vahi Öz 07 Ocak 2024 04:04