26 Şubat 2020 00:10

Gözün aydın AKP Türkiye’si, bir hapishanemiz daha olmuş!

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

Yakın zamana kadar, özgürlük ve demokrasi talep edenler, Türkiye’yi “Dünyanın en büyük muhalif siyasetçiler hapishanesi” olarak nitelerlerdi. Son yıllarda “tek adam rejimi”nin inşası doğrultusunda atılan adımlara paralel olarak artık, “Türkiye’nin dünyanın en büyük gazeteci hapishanesi olduğu”nu da gördük.

Artık; hem Türkiye’nin AKP-MHP ittifakının kafasını karıştırmadığı geniş halk kesimleri hem de dünya demokratik kamuoyu, Türkiye’yi bir “Dünyanın en büyük siyasetçiler ve gazeteciler hapishanesi” olarak biliyor.

Önceki gün öğrendik ki, bir hapishane daha açılmış ve “Türkiye bir avukatlar hapishanesi” haline de gelmiş!

Bunu biz söylemiyoruz. muhalefet de söylemiyor. Bunu,

İzmir’de yapılan “Ege, Akdeniz, Marmara genişletilmiş baro başkanları toplantısı”na katılan Türkiye’nin en büyük 25 barosunun başkanları söylüyor.

‘AVUKATLAR HAPİSHANESİ’ TÜRKİYE!

İçinde İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Antalya, Adana...baro başkanlarının da bulunduğu 25 baronun başkanlarının toplantısından sonra yedi maddelik bir bildiri de yayımlandı.

“Türkiye tarihinin en büyük yargı krizini yaşamaktadır” saptaması yapılan bildiride, “Türkiye, son yıllarda yaşadığı demokrasi krizi ile dünyanın en büyük avukat hapishanelerinden biri haline gelmiştir” deniliyor.

Baro başkanları; “...Yaşanan hukuksuzluklar ve yürütmenin yargıya doğrudan müdahalesi anlamına gelecek uygulamalar kabul edilemez boyutlara ulaşmıştır. HSK, mevcut yapısıyla tamamen siyasileşmiş ve yürütmenin talimat niteliğindeki açıklamalarını görev addederek bağımsız yargıçlar üzerinde bir baskı mercii halini almıştır” vurgusu yapıyorlar.

Çünkü uzunca bir zamandan beri yargının üç ayağından ikisi olan “iddia makamı (savcılık)” ve “yargıçlık makamları”;

1- Yandaş avukatların kitle halinde yargıç ve savcılık görevlerine getirilmesi,

2- Az çok hukuk gözeten yargıç ve savcıların, omzunun üstüne asılı bir “Demokles Kılıcı” haline getirilen ‘FETÖ’cü suçlamaları, sürgün, görevden alma...gibi yollarla baskı altına alınıp sindirilmesiyle tamamen siyasileştirilmiştir.

Bu yüzden de Türkiye’de mahkemelerden, basın davaları ve siyasi davalarda artık, az çok “adil” ve “hukuka uygun” kararlar beklenmesi tamamen bir rastlantıya dönüşmüş bulunmaktadır.

YARGI HİÇ BU KADAR İTİBARSIZLAŞMAMIŞTI!

Nitekim bu tür karar alan yargıçların hakkında soruşturma başlatılmakta, aldıkları kararları “yok hükmünde” yapacak “üst mahkeme” kararları çıkarılmakta, yargıçlar görevden alınıp, HSK tarafından hakkında soruşturmalar açılmaktadır. Bunun son örneği, mahkemenin verdiği beraat kararı bir yargı skandalıyla püskürtülmek istenen Gezi davası olmuştur.

2010’dan itibaren yargının, önce ‘FETÖ’cü yargıçlar, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında da AKP-MHP’li avukatların sınavsız ve kitlesel olarak yargıç ve savcı yapılmasıyla yargıdaki partizanlaşma ve alınan skandal kararlar karşısında halkta yargıya güven yüzde 20’ler düzeyine kadar gerilemiştir. Bu MHP ve AKP’ye oy veren vatandaşların bile yarısı düzeyindedir.

Denebilir ki, Türkiye’de sıkıyönetim mahkemelerinin kurulduğu dönemlerde bile yargı, halk indinde bu kadar itibarsızlaşmamıştı!

Avukatların örgütü olan baroların çığlığa dönüşen tepkilerinden de anlıyoruz ki, yargının üçüncü ayağı olan savunmanın da bardağı dolmuştur!

Ancak şu da bir gerçektir ki; iktidar, bütün bu tepkiler “eleştiri”, “söz” düzeyinde kaldığında, umursamadan yoluna devam etme kararlılığındadır. Çünkü tek adamın uygulamalarını mahkemeler üstünden meşrulaştırmak, en absürt uygulamaları bile “Ne yapalım mahkeme kararıdır. Biz müdahale edemeyiz” demek ellerindeki son silahtır! Nitekim Kavala’nın tutuklanması, Rahip Brunson’un serbest bıraktırılması rezaletlerini bile, “O mahkeme beraat ettirdi öteki tutukladı. Biz bağımsız mahkemelerin kararına karışmayız” diye savunmuşlardır!

‘ADALET YÜRÜYÜŞÜ’NÜN KALDIĞI YERDEN...

Bu yüzden de 25 baro başkanının, her tür hukuksuzluğa karşı yargı bağımsızlığı talebini öne çıkarması, elbette çok önemlidir.

Ancak şu da bir gerçektir ki, “bağımsız yargı” talebi sadece avukatların, onların meslek örgütü baroların değil, halkın bütün kesimlerini de en önemli taleplerinden birisidir. Kadın cinayetlerinden siyasi davalara, ifade özgürlüğünden iş cinayetlerine, vergilerden zamlara...her konuda “adalet” talebinin çığlığa dönüşmüş olması bunun açık göstergesidir.

Bu yüzden de;

Barolar başta olmak üzere yargı bağımsızlığı talep eden her çevre, Tek adam rejimine karşı çıkan siyasi odaklar, Sendikalar (ileri işçi çevreleri ve mücadeleci sendikacılar) başta olmak üzere emek ve meslek örgütleri, sorunu işçiler, emekçiler arasında tartışmaya açıp, bağımsız yargı talebini kendi talepleri olarak benimsenmesini sağlayarak mücadeleyi örgütlemeleri, Aydın ve demokrat çevreler, sanat, bilim, kültür çevreleri, Uyanış içindeki gençlik ve kadın çevrelerinin, belki de 2017 haziranındaki “Adalet Yürüyüşü” ve “Adalet Mitingi”nin kaldığı yerden başlayan, alanları ve sokakları dolduran bir yargı bağımsızlığı mücadelesi vermesi önemli olacaktır.

Kuşkusuz ki bugün demokrasi mücadelesi içinde olduğunu söyleyen her çevre, baroların “bağımsız yargı” için mücadele çağrısından kendine görevler çıkarabilirse; bağımsız yargı mücadelesi laik ve demokratik Türkiye mücadelesinin bir dayanağı olarak genişleyip büyüyebilecektir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa