29 Şubat 2020 00:33

Savaşlar ve emekçiler

Fotoğraf: Paul Labbe/ABD Hava Kuvvetleri

Paylaş

Uzun süreden beri Suriye ile yaşadığımız siyasi ve askeri gerginlik nihai aşamada hepimizin içini derinden yaralayan acıya dönüştü. Kaybettiğimiz askerlere Allah’tan rahmet, ailelerine ve tüm ulusumuza başsağlığı diliyorum! Kurtuluş mücadeleleri dışında girişilen tüm savaş hamlelerinin toplumsal cinayet olduğu bilincine siyasileri davet ederek, bugünkü yazıda savaşlar karşısında emekçilerin pozisyonunu ele almak istiyorum.

Gerek iki büyük paylaşım savaşlarını, gerek irili ufaklı yerel çatışmaları ve günümüzde tanık olduğumuz Ortadoğu cehennemini konuşurken, savaş esnasında ve sonrasında yararlananlar ve zarar görenler diye bir ayırıma baktığımızda, çok net olarak görebiliyoruz ki, savaşlarda kapitalistler kazanıyor, emekçiler, kadınlar, çocuklar ve yoksullar eziliyor. Sanki savaşlar da üretim ilişkisinde olduğu üzere, sermaye ile emek arasında yaşanmakta ve her savaşta emekten sömürülen pay sermayenin hanesine değer olarak yazılmaktadır.

Savaşların doğal kaynakların paylaşımı konusunda sürdürülmesinde kesinlikle hakça kaynak paylaşımı görüşü değil, sermayeden kaynaklanan doğal kaynağa el koyma görüşü başattır. Üstelik de sermayenin söz konusu görüşü emekçilere ve tüm halka ulusal çıkar olarak yansıtılmaktadır. Oysa kaynağa el koyulduktan sonra, onun semeresini yiyecek olanın sermaye olduğu tarihin her aşamasındaki anlamsız mücadeleler sonucunda çok canlı olarak yaşanmıştır.

Savaşlar esnasında taraf ulusların ekonomik kaynakları zorlanırken bu aşamada da sermaye palazlanır, buna karşın yoksullar, kadınlar ve çocuklar mahzun olur. Savaş ekonomisine evrilen yönetimde sermaye kârında büyük bir azalma yaşanmadığı gibi, hatta oluşan karaborsa satışlarından da olağanüstü kârlar sağlanır. Ondan dolayıdır ki, savaş esnasında ve savaş ertesinde çeşitli adlarla bu tür kazançların kısmen törpülenmesi ve sağlanan gelirle savaşta oluşturulan kamu borçlarının ödenmesi yollarına başvurulur. Bu süreçte de karaborsa adeta meşrulaştırılırken, savaş sonrası uygulanan servet vergisi niteliğinde yükümlülükler de genellikle adaletsiz oldukları vb. gibi gerekçelerle reddedilmeye ve/veya kaldırılmaya çalışılır.

Savaşların cepheleri ile geri hatlarında yer alan toplumsal kesimler inanılmaz şekilde birbirinden farklıdır. Ne tesadüftür ki, savaşların geri hatlarında sermaye grupları ve varsıl kentsel topluluklar kümelenirken, ülke savunması kutsal görevi köken olarak emekçi gruplara ve yoksullara düşmektedir. Suriye göçmenleri bu konuda ilginç görüntü sergilemektedir. Suriye halkını kurtarmaya koşan ülkemizin önemli oranda Suriyeli gençler tarafından işgali anlaşılır gibi değildir. Suriyeli varsıllar Türkiye’de mesken alabilmekte, iş açabilmektedir, ancak yoksulları ise tam bir köle gibi merdiven altı imalat alanlarında hayat çürütmektedir. Tam bir sömürü örneği; Suriyeli olduğundan boğaz tokluğuna/açlığına çalıştırılanların yerini aldığı Türkiyeli emekçiler ise işsiz sefil olmaktadır. Kim kimi sömürüyor, nasıl katmanlı bir sömürü oluşuyor. Kazanan, yine maalesef sermaye olmuyor mu? Sermayenin göçmenleştirdiği insanlara sempatik bakmak yerine/onunla beraber, sermayenin insanları göçmenleştirme politikasının eleştirilmesi gerekmez mi?

Sömürü, kapitalizmin eseri olan sınıflı toplumların sonucudur. Ancak, iki önemli Sosyolog, T.H. Marshall ve T. B. Bottomore toplumların sınıfsal niteliğini gizlercesine, medeni haklar konusunda, siyasal haklar konusunda ve sosyal haklar konusunda sağlanan ilerlemeler, hatta eşitlenmeler(!) sonucunda vatandaşlık ve ulus bilincinin sınıf bilincine başat olduğunu savunur. Bu sav, aynen Fransız Devrimi sloganı olan, “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” aldatmacasına benzercesine toplumsal haksızlığı insan kitlelerine yutturma manevrasından başka bir şey değildir. Lenin’in ifade ettiği gibi, patron ile emekçi birbirine eşit midir, kardeş midir? Emekçi özgür müdür? Nitekim İngiliz sanayi devrimi Fransız aldatmaca sloganını tarihin çöplüğüne atmıştır. Aynı şekilde, sözü geçen iki ünlü sosyolog emekçilerin medeni haklar konusunda, siyasi haklar konusunda ve sosyal haklar konusunda ileri aşamalarda olarak sermayedar ile aynı düzeyde olduklarını nasıl savunabilir ki?

Savaşlar, sermayenin tetiklediği siyasetçilerin hırs ve yönetimine bırakılamaz. Savaşlarda tüm özgürlükçü halklar kadar, emekçilerin de ağırlık koymaları kendi çıkarları adına değil, fakat ülke insanlarının, kadınların ve çocukların selameti açısından kaçınılmazdır. Kurtuluş savaşları dışında kalan savaşların cinayet olduğu vurgusu ile, emekçilerin savaş aleyhtarı kalkışlarda söz sahibi olması, aynen üretim sürecinde emek-sermaye çatışmasında olduğu gibi, salt kısa dönemli çıkarları adına değil, felsefi olarak savunma konumunda oldukları, üretimin olduğu kadar kaynakların da hakça dağılımının sağlanması açılarından vazgeçilmez görevleri arasındadır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa