İdlib'de tank kovalarken...
Fotoğraf: AA
İdlib’in köylerinden birinde Türkiye destekli muhaliflere ait 15 tonluk zırhlı aracın rejim güçlerinin bir tankını vukuatsız, kansız, patlamasız kovalamasının görüntüsünü atlayan yoktur. Bu görüntüler isteyenin ‘bizim rejim’ yanlısı mücahitlerin cevvalliğinden kolay ve risksiz kahramanlık payı çıkarmasına müsaitti. Sonuçta İdlib’de uluslararası hukuka aykırı bir biçimde, gayrinizami güçlerle müdahil olan Türkiye’yi suçlamaya yarayacak, devlet erkanını zora düşürecek bir şey yoktu görüntüde. Biri kaçan diğeri kovalayan iki hantal makinenin yarışının komik görüntüsü üzerine, insan istediği kadar atıp tutabilir ve yüzüne ibretlik görüntüler vurulmadan bedavadan zafer nutukları atabilir.
Türkiye Suriye’ye üç kez, iktidar mensuplarının adına operasyon veya harekat dediği vesilelerle girdi. Bunlar olurken arazinin kimseyle kapışmadan, kimsenin burnu kanamadan elde edildiğine dair, tek sesli medya aracılığıyla yaygın bir algı da oluşturuldu. Nahoş görüntüler ise anında dijital alemden temizlendi, hesabını soran susturuldu. Ortamda sadece milliyetçi sloganlar duyuldu.
Kamuoyunun bu harekatlar sırasındaki yönlendiriliş ilkesi hep aynıydı. Silahlı kuvvetlerin hatırı sayılır ağırlığının Suriye’ye yayılarak fiili bir savaş pozisyonu almasına, güçlerin birbirini sık sık yoklamasına rağmen karşılaşılan en büyük sorunun Made in Turkey zırhlı araçların tank kovalamacasında olduğu gibi önemsiz karşılaşmalardan ibaret olduğuna yönelik ısrardı bu. Suriye sorunu 5 dakikada halledilecek, Emevi Camii öğle namazına yetişecekti çünkü.
Erdoğan’ın geçen hafta kullandığı ‘Libya’da birkaç tane şehidimiz var’ sözü de savaş siyasetinin pahasını içeride ve dışarıda en aza düşüren bir belirsizlik kaydıyla doğrudan ilişkilidir. Bugün 33 askerin ölümüyle önümüzde duran tablo da nereye çeksen oraya uzayan ifadelerle, Soçi ile Astana’nın hükümlerine meşrebe göre mana verebilme kudretiyle çizildi.
Savaşın savaş gibi olmadığı, adları ve sayıları önemsenmeyince şehidin şehit olmadığı, mış gibi yapınca olması gerekenin olduğu bir zihniyet evrenine ait bir laflar buz gibi bir realiteyi nihayet çağırdı. Zaten son üç gündür savaş kelimesi devletlü tarafından açıkça telaffuz ediliyordu.
Şimdi yokmuş gibi yapılamıyor, tank kovalamaca, usul usul yanaşmaca dönemi kapanmış görünüyor. Çok tehlikeli bir eşikteyiz.
Bugün Mehmetçiğe ve kendisine doping olsun diye savaş sloganları atanlar, savaşı başkasının toprağında oynanan risksiz bir oyun sananlar için şunu hatırlatmakta yarar var. Şimdiye kadar ihtimali bile halkı hizaya getirmek için elverişli bir malzeme olan savaşın mevcudiyetinde işler içeride de iyi gitmeyecek. Sevdiği iktidar partisinin peşine düşenler ya da onun gazına gelerek teskereye oturduğu yerden el kaldıranlar ülke sınırlarını genişletmek uğruna yapılanlarla kendi sınırlarının nasıl daralacağını da deneyimleyecekler. Çünkü savaş şimdiye kadar olandan farklı bağlamlar oluşturur, cephede olanın evdekine ulandığı kendine özgü ortamı yaratır. Şakası yoktur!
Önceki gün çiftçi taleplerini ‘Memlekette harp var, el insaf’ diye geri çeviren AKP vekili Rıza Posacı’yı eleştiren İhsan Çaralan, savaşın her tür baskı ve şiddetin gerekçesi olarak nasıl gösterildiğine dikkat çekmişti. Aynı gün Cumhuriyet’te yer alan bir haber de İdlib ve Libya’daki kural tanımaz varoluşun, komşunun arazisinde gecekondu kurma hakkını kendinde görme siyasetinin içeride, gündelik hayata nasıl yansıyabildiğinin örneğini verdi. Gaziantep’te Şehit Kamil İlçe Belediyesi bir yurttaşın kıymetli arazisiyle kendi arazisinin yerini değiştirmiş, yurttaş bu kararın iptali için dava açmış ve kazanmış; buna rağmen belediye kendi arazisiymiş gibi yurttaşın arazisinde işlem yapmaya devam etmişti.
Bu sıradan vaka Suriye’de Libya’da olanın iz düşümüdür aslında.
Dış siyasetini başkalarının toprağındaki anlamsız var oluşunu güçlendirecek biçimde düzenleyen bir tek adam rejiminin iç politikasının, hazine arazilerinin yandaş müteahhitlere peşkeş çekilmesini geçtik, yurttaşın elindeki tapulu arsanın ilhakı veya işgaline kadar yayılması normaldir. Misaki Milli’yi takmayan hırs içerdeki parseli de, hukuku da takmaz. Nitekim İçişleri Bakanı içeride yaşanabilecek alanı kedi köpek sevenlerden başlayıp doğa ve insan hakları savunuculuğunu, kadın hakları mücadelesini kültürel terörizm parantezine alarak daralttı. Halkın üzerinde yaşadığı parsel giderek daralıyor.
Biz bu noktaya kayyum atamalarıyla, “Cepte bulunsun” niyetiyle onaylanan teskerelerle geldik. “Belediyelerden teröre destek, sınırda bekaya köstek var” diye diye usul usul genişletilen sınırlarda bakıldığında serap sanılanın ağır bir fatura olduğunu görmeye hep birlikte başlıyoruz.
Çok geç değil; savaş bir tank kovalamaca oyunu değildir. Felakettir. Acı, kan, gözyaşıdır. Sınırları genişletiyorum derken koruyamayacağın bir noktaya da gelebilirsin.
Yani el insaf, ateşle oynama!
- Arka taraf! 15 Kasım 2024 04:48
- Kürtler Türkler birbirini sevsin! 01 Kasım 2024 05:02
- ‘Çözüm’süz süreç 25 Ekim 2024 15:05
- Hiçbir şey olmamışsa da bir şeyler oluyormuş gibi çözüm süreci 18 Ekim 2024 05:07
- Yenikapı ruhu 2.0 11 Ekim 2024 04:50
- Kimin yanında, kimin karşısında? 04 Ekim 2024 04:55
- Narin'in katlinden polis cinayetine 27 Eylül 2024 06:05
- İsrail’in kirli savaşı 20 Eylül 2024 06:00
- Narin'in gerçek sırrı 13 Eylül 2024 05:23
- Halaydan büyük meseleler 06 Eylül 2024 05:41
- SETA'dan gelen imdat 30 Ağustos 2024 04:55
- İzmir yangınının anatomisi 22 Ağustos 2024 05:00