05 Mart 2020 01:00

İdlib’de gerçek bir zafer mümkün mü?

Fotoğraf: DHA

Paylaş

Son günlerde İdlib’de olup bitenler ve mültecilere yapılanlar sadece vicdanın değil aklın da sınırlarını zorluyor.

Bu vicdanları ve aklın sınırlarını zorlayan gelişmeler; “İki Suriye uçağı, 5 helikopter düşürdük”, “Şu kadar tank, top, füze bataryası imha ettik”, “İki binden fazla Suriye askerini öldürdük”, “5 köyü, 10 köyü...yeniden ele geçirdik”, “Şehitler tepesi boş kalmayacak”, “Omuz üstünde baş bırakmayacağız”, “Yansın İdlib, yansın Şam, yıkılsın Suriye”, “Taş üstünde taş omuz üstünde baş bırakmayacağız”...etrafında zafer naraları atılarak kutlanıyor.

TBMM ise bu gelişmeleri “kapalı oturum”la görüştü. Putin’in, Esad’ın, Trump’ın, Netenyahu’nun, Macron’un, CIA’nın, MI6’nın, MOSSAD’ın...bile fazlasını bildiği gerçekler, “şehitleri tepesi”ni genç evlatlarıyla dolduran Türkiye’nin halkından saklanmak için “kapalı oturum”la görüşüldü.

TÜRKİYE’NİN İSTEKLERİNİN SAHADA KARŞILIĞI NE?

Artık adına “savaş” denilen gelişmeler sürerken, bugün Erdoğan ve Putin, Moskova’da İdlib sorununu görüşecekler.

Erdoğan-Putin görüşmesinin en sıcak sorunu bir ateşkesin sağlanması. Erdoğan da günlerdir “ateşkes”ten söz ediyor ama bunun için şartı var. O şart da, “Suriye ordusunun, Türkiye’nin gözlem noktalarının gerisine çekilmesi!”

Bu çok masum görünen talebin sahadaki karşılığı ise, Suriye’nin İdlib vilayetinin tamamının yeniden el Kaideci Heyet-i Tahrir’uş Şam’a (HTŞ) ve öteki cihatist örgütlere bırakılması demek!

O HTŞ ki, Rusya, İran AB, Birleşmiş Milletler ve Türkiye tarafından resmen terör örgütü olarak görülüyor.

Tabii burada hatırlatmak gerekir ki, son aylarda, Türkiye’nin ağzından Suriye’deki cihadist örgütler için “terör örgütü” sözü çıkmıyor. HTŞ, “rejim muhalifi”, “Kendi topraklarını savunan yurtsever kahramanlar”, “Mehmetçik’le birlikte şehit olan müttefikler”...olarak görülüyor.

TSK birliklerinin, HTŞ, SMO ve öteki cihatist örgütlerle birlikte; füze bataryaları, çok namlulu toplar, obüsler, tanklar, SİHA’lar gibi ağır silahlarla, 9 yıldır süren iç savaşın yıkıntısını daha da ağırlaştıran askeri operasyonu sürerken, Cumhurbaşkanı Erdoğan yarın Rusya Devlet Başkanı Putin’le görüşecek.

ERDOĞAN-PUTİN GÖRÜŞMESİ ZORLU GEÇECEK

Erdoğan-Putin görüşmesinin en sıcak konusu “ateşkes”in sağlanması!

Ama yukarıda belirtildiği gibi, Türkiye’nin ateşkes şartı olan “Suriye ordusunun gözlem noktalarının gerisine çekilmesi”, “ateşkes” konusunu çok zor hale getirmektedir. Nitekim Rus yetkililer, Erdoğan-Putin görüşmesinin çok “zorlu geçeceği”ni söylemektedir. Rusya tarafı ise Erdoğan-Putin görüşmesi öncesinde, “Suriye’de, Rus askerleri dışında bütün yabancı askerlerin yasa dışı olarak bulunduğu” ve “Mülteci kaygısıyla terörizme karşı mücadeleden vazgeçemeyeceğiz” gibi, “Ateşkesi zorlaştıracak” açıklamalar yapmışlardır.

Rusya’nın bu açıklamasına karşı Erdoğan ve sözcüleri, “Bizi Suriye rejimi değil Suriye halkı çağırdı. Halk ne zaman gidin derse o zaman gideriz” diyerek, Suriye’de kalmak için yeni bir şart koştu!

Ne var ki Rusya, Türkiye’yi de ABD’nin kucağına itmeyen bir formül bulmaya çalışmaktadır.

Türkiye ise hem Suriye politikasında hem de ekonomik ilişkileri bakımından Rusya’ya mecburiyeti nedeniyle Rusya ile çatışmayacak bir noktada kalmaya çalışmaktadır.

Ancak Erdoğan da en az Putin kadar sıkıntılıdır. Nitekim Erdoğan ve sözcüleri, Suriye’ye yönelik ağızlarına geleni söylerken, “Rusya’yla karşı karşıya gelmemek” için özel bir titizlik göstermektedirler.

Bu söz düzeyindeki “titizliğin” sahadaki yeniden mevzilenmede ne kadar işe yarayacağı da tartışmalıdır.

Çünkü, çıkarların bu ölçüde karşı karşıya geldiği yerde, diplomasinin ne ölçüde geçerli olacağını tahmin etmek zorlaşmaktadır.

BATAKLIK YASASI: NE KADAR ÇABALARSAN O KADAR BATARSIN

Bu iddialarına inandırıcılık kazandırmak için malum medya rakamları ve resmi açıklamaları daha da cilalayarak, savaş tamtamlarının ritmini ve gürültü dozunu artırıyor.

Ama; “Türkiye neden İdlib’de” ve “İdlib’in tamamını ele geçirsek bile bu neye yarayacak?” sorularına verilen inandırıcı bir yanıt yok!

Buradaki ilk soruya iktidar; esas amacı olan Esad rejimini yıkarak Türkiye’nin himayesinde İhvancı bir rejim kurmayı bir adım geride tutarak, Türkiye’nin milli güvenliği” ya da “bekası” gibi klişeleşmiş ve her derde deva haline gelmiş, bir yanıta bağlayıp akan suları durdurmak isteseler de artık, bu yanıta inananların sayısı da hızla azalıyor.

“İdlib’in tamamını ele geçirsek bile bu neye yarayacak?” sorusunun İdlib’deki bataklıkta yansıması olan, “İdlib’i ele geçirme Türkiye’nin Suriye’de saplandığı bataklıktan çıkmasına daha çok mu yarayacak yoksa daha çok batağa mı batıracak?” sorusuna iktidarın gerçekler üstünden vereceği bir yanıt yok.

Ama bu iki soruya az çok siyasetle ilgilenen herkesin yanıtı, Türkiye’nin bir hafta öncesine göre bile Suriye bataklığına daha çok battığıdır! Bu yüzden de süreç artık, İdlib’de ne kadar çok “zafer” kazanılırsa batağa o kadar çok batmak anlamına gelmektedir. Bu yüzden de bugün artık Türkiye’nin Suriye macerasının geldiği aşamada, her “zafer”, zayiat verme, Suriye ordusundan şu kadar köyü, araziyi geri alma, gibi, “skor” üstünden bir kazanım gibi sunulan zaferler, gerçekte bir “Pyrus Zaferi” olmayı aşamamaktadır!

Hem sahadaki hem de diplomasideki gelişmelerin en heyecanlı takipçisi ABD ve İsrail’dir.

Nitekim Erdoğan’ın Rusya’ya gitmesi öncesinde, önceki gün ABD’den Trump’ın Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey ve ABD’nin BM Temsilcisi Kelly Craft Türkiye’ye gelerek, Rusya ziyareti öncesinde, İdlib’de “mühimmat desteği” vadederken, Erdoğan’a, “Sen Rusya’ya mecbur değilsin. Biz her konuda anlaşmaya hazırız” demişlerdir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa