06 Mart 2020 00:49

"Umuda yolculuk"tan ölüme yolculuğa

Doyran köyü yakınlarında, Meriç kıyısında bekleyen mülteciler

Meriç kıyısında bekleyen mülteciler | Fotoğraf: Sakine Yıldıran (Arşiv)

Paylaş

Türkiye-Yunanistan sınırında yaşanan mülteci dramı Avrupa Birliği’nin uzun bir süredir üzerinde çalıştığı planın eseri. Bu planda illegal yollarla AB’ye ulaşmak isteyen mültecilerin her türlü yol ve yöntem kullanılarak engellenmesi var. Bir taraftan iltica, yasal açıdan zorlaştırılırken diğer taraftan askeri ve polisiye yöntemlerle AB’ye giriş kapıları kapatıldı, dikenli telden duvarlar çekildi.

Yunanistan’ın iltica hakkını bir ay boyunca askıya alması “Avrupa hümanizmi”nin dibe vurmasından başka bir şey değildir. Savaştan ve yoksulluktan kaçan insanların canını kurtarmak için başka bir ülkeye sığınması, geçmişte de savaş ve faşist rejimlerden kurtulmanın bir alternatifiydi. Özellikle, bugün AB’ye mülteci politikası dikte ettiren Almanya için.

Hitler faşizminden kaçan milyonlarca Alman, aralarında Türkiye ve ABD’nin de olduğu pek çok ülkeye sığınarak canını kurtarmış, faşizm yıkıldıktan sonra ülkesine dönmüştü. Avrupa’nın kapısına dayanan mültecilerin geldikleri ülkelerin rejimleri Hitler faşizmi kadar barbar değil, ancak onlar da kendilerinden olmayanlara yaşam hakkı tanımıyorlar.

En önemlisi de geldikleri ülkeler emperyalist devletler tarafından satılan silahlar, sömürülen yer altı ve yer üstü kaynakları nedeniyle yaşanılabilecek gibi değil. Hiçbir Avrupa ülkesi Afganistan’da, İran’da, Irak’ta, Suriye’de, Libya’da… olanların sorumluğunu bir yana bırakıp, suçu masum insanların üzerine atacak durumda değil. Doğup büyüdükleri ülkelerde güvenli bir gelecek perspektifi göremeyen insanların “umuda yolculuğu”nu “ölüme yolculuğa” çevirmeye bu ülkelerin hakları yok, olmamalı.

Ne var ki “kale”ye çevrilen Avrupa’nın sınırları can pazarına dönüşmüş durumda. Akdeniz ve Ege’de boğularak ölenlerin sayısı artık tutulamaz oldu. Avrupa’nın kapısından içeriye adım atmak ölümle eş değer hale geldi. Yunanistan’dan Orta Avrupa’ya kadar dikenli tel duvarlar örüldü. Bu nedenle Türkiye’den Yunanistan’da geçmeyi başaranların zengin Almanya’ya ulaşması neredeyse mucize…

Dikenli tel duvarlar günümüz Avrupa’sının gerçeği. Yıllarca taştan Berlin Duvarı’nı “insanlık utancı” görenler bugün dikenli tel duvarları sığınmacıları durdurduğu için övünç kaynağı yapıyorlar. 

Örülen duvarlar nedeniyle Almanya, 2015’deki “sığınmacı krizine” göre rahat görünüyor. AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in salı günü Yunanistan-Türkiye sınırını helikopterle teftiş ettiği sırada sarf ettiği “Yunanistan’ın sınırları sadece Yunanistan’ın değil, Avrupa’nın sınırıdır” sözü durumu özetliyor. Bu nedenle mültecilerin çarptığı duvar Yunanistan değil, AB/Almanya duvarıdır. Tek başına Yunanistan’ı eleştirmek hedefi saptırmaktır. Yunanistan sadece “AB’ye kalkan” görevi görüyor. 2016’da “bekçilik” görevi verilen Türkiye görevini yerine getirmediği için, şimdi Yunanistan bekçiliği üstlenmek zorunda kaldı.

Denilebilir ki; mültecilerin Yunanistan-Türkiye sınırında yaşadığı büyük dramın asıl sorumlusu onları yerlerinden-yurtlarından ayrılmalarına neden olan savaş ve sömürü politikalarıdır. Erdoğan’ın kapıları açması ise sadece bir sonuçtur. Erdoğan’ın yaptığı ise onları kendi politikalarına alet edip, suistimal etmesidir. Dünya alem Erdoğan’ın sığınmacıları kendi siyasi çıkarları için AB’ye karşı baskı gücü olarak kullandığını biliyor. Bu nedenle mesele asıl olarak Avrupa’nın Erdoğan karşısında diz çöküp çökmeyeceği çerçevesine sıkıştırılarak tartışılıyor. Erdoğan karşısında geri adım atılmamasını savunan hükümetler ve basın, bir tek sığınmacının dahi içeriye alınmamasını istiyor. Önceki gün Yeşiller Partisinin 5 bin kadın, çocuk ve hastanın getirilmesi yönündeki teklifi hemen reddedildi.

AB ile Erdoğan arasındaki güç ve çıkar çatışması böylece soğukta yaşam mücadelesi veren, ölümle burun buruna gelen kadınların, çocukların sırtından sürdürülüyor. Halbuki, Erdoğan’la hesaplaşmanın yolu sınırda sığınmacıları ölüme terk etmekten geçmiyor. Gerçekten hesaplaşmak isteniyorsa askeri ve ticari ilişkilerin, satışının masaya yatırılması gerekiyor. 

Özellikle de Almanya’nın. Türkiye’ye sattığı silahlar Suriye sahasında dolaşmaya devam ederken, savaştan kaçan Suriyelilere Avrupa kapısında ölümü reva görmek tam anlamıyla ikiyüzlülükten başka bir şey değildir.

Belirtmek gerekiyor ki, 450 milyonluk AB’de Türkiye’deki 3 milyon sığınmacı için yeteri kadar yer var. Üstelik ihtiyaç da var. Almanya’da tam 140 belediye daha fazla sığınmacı almaya hazır olduğunu açıkladı. AB kapılarının açılmaması için Yunanistan’a ekonomik ve askerî açıdan her türlü desteği veren Almanya buna yanaşmazken, 1 Mart’tan itibaren Kalifiye İşgücü Göç Yasası’nı yürürlüğe koydu. Ülke nüfusundaki demografik değişim, her alanda genç iş gücüne ihtiyaç duyulduğunu yeterince ortaya koyuyor. Bunun için de çıkarılan yasayla dünyanın dört bir yanından hemen kullanılabilir kalifiye iş gücünün Almanya’ya gelmesi için büyük kolaylıklar sağlanıyor. Başka ülkelerin yetiştirdiği kalifiye iş gücünü sömürmek, sığınmacıları alıp kalifiye hale getirmekten daha ucuz ve sorunsuz olduğu için bu yol tercih ediliyor. İnsanı “kâr getirecek meta” olarak gören zihniyetten ne beklenebilir ki…

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa