07 Mart 2020 00:30

Hor görme garibi bir derdi vardır!

Hor görme garibi bir derdi vardır!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

“Baba- Oğul” çatışmasının/ ilişkisinin sinemada görünme biçimi ister istemez, iktidar ve iktidara başkaldırma gerilimiyle birlikte değerlendirilmeyi hak ediyor. İlk gösterimini gerçekleştirdiği Tribeca Film Festivali’nde senaryo ve en iyi aktör ödüllerini kazanan, ardından Adana Altın Koza’da En iyi film ve yönetmen heykelciğine uzanan “Nuh Tepesi” de bundan azade değil kuşku yok ki.

Erdoğan Mitrani, “Nuh Tepesi” ile ilgili ortakoltuk.com sitesinde kaleme aldığı değerlendirme yazısında Yönetmen Cenk Ertürk’ün kısa filmlerinde de baba temasının baskın olduğunu ifade etmiş. Röportajlarından Ertürk’ün film için altı yıl çalıştığını öğreniyoruz. Hikaye de şöyle. Başka bir kadın için eşini ve oğlunu terk ederek Fransa’ya giden İbrahim yıllar sonra geri döner. Ağır hastadır ve artık olgun çağlarına gelmiş oğlu Ömer’den kendisini doğduğu köye götürmesini ister. Çocukken diktiği zeytin ağacının altına gömülmek istemektedir çünkü.

Ancak aradan geçen onlarca yılda birçok şey değişmiştir. Ömer’in “Diktim dediği” zeytin ağacı “Nuh Tepesi”nde öylece durmaktadır fakat halk bu ağacın Nuh Peygamber tarafından dikildiğine inandırılmış, birileri de bu inancın rantını yemeye başlamıştır. Uzun yıllar öncesinden gerilimli oldukları Cevdet ve ailesi ise musluğun başını tutmaktadır.

“Nuh Tepesi”, yolculuk boyunca biriken ama bir türlü patlayamayan gerilimi göstererek ileride bir noktada İbrahim ve Ömer’in kapışacağını sezdirerek başlıyor ilk başlarda. Ancak ikilinin köye gelmesiyle başka bir gündem ağır basıyor. Bir yandan İbrahim’in o ağacın altına gömülme inadı, diğer yandan insanların inançlarını ranta çevirme bezirganlığı baba-oğul geriliminin önüne geçiyor. Türkiye’nin yabancısı olmadığı bu bezirganlığın yalnızca ‘sivil’ değil, aynı zamanda devlet aygıtının içine nasıl sızabildiğine dair bir yan hikayenin açılacağı hissi güçlense de daha fazlasını görme imkanımız olmuyor ve yeniden sivil alana dönüyoruz. Yani Cevdet ile İbrahim arasındaki kapışmaya.

Öte yandan her taşra anlatısının uzantısı olarak bir devlet görevlisi (öğretmen, imam, muhtar, komutan vb…) giriyor hikayenin içine. Buradaki karakterimiz imam, sağduyunun ve tuhaf biçimde ‘aklın’ temsilcisi olarak dikkat çekiyor.

Nihayetinde din bezirganlığı, devletle iş birliği, gericilik, geçmişin hesapları vb. gibi meseleler bir yana bırakılıp baba ile oğul arasındaki kapışma ile sonlanıyor film. Arada bir noktada Ömer’in ayrılmak üzere olduğu hamile eşi ile (Annesinin yapamadığı) hesaplaşmaya da tanıklık ediyoruz.

“Nuh Tepesi”, özellikle Görüntü Yönetmeni Federico Cesca’nın iç mekan ve gece çekimlerindeki performansı ile dikkat çekiyor. Benzer şekilde “Kynodontas” (Köpek Dişi), “The Lobster”, “The Killing of a Sared Deer”ın (Kutsal Geyiğin Ölümü) ardından bir kez daha çalıştığı Yorgos Lanthimos’un “The Favourite” (Sarayın Gözdesi) filmindeki kurgusu ile Oscar adaylığı kazanan Yorgos Mavropsaridis’in varlığı filmde hissediliyor. Cenk Ertürk’ün atmosfer kurma, mizansen inşa etme ve mekan kullanma becerisinin, Haluk Bilginer’in dingin oyunculuğu ile birleştiği noktada film daha da yukarılara çıkıyor ve iyi bir ilk film olarak kayıtlara geçiyor. Ali Atay ise gösterişli bir oyun ortaya koyarken, karakterin duygu geçişlerinde aksıyor bazı yerlerde. Açıkçası çok iyi bir oyuncu olduğunu düşündüğüm Mehmet Özgür’ü giderek birbirinin aynı rollerde görmeye (İç Anadolu vb. aksanlı, genellikle kötücül ve karanlık) başladığımızı düşünüyorum. İyi mi, evet burada da çok iyi kuşkusuz.

Öte yandan “Nuh Tepesi”nin sorunu, tek başına sahip olduğu bir arızadan kaynaklanmıyor.

Türkiye sinemasında yakın dönem ‘baba-oğul’ hesaplaşmalarını içeren filmlerin çoğundaki hastalıktan mustarip o da. Yani “Yaptılar ama soralım bir niye yaptılar” ya da “Hor görme garibi bir derdi vardır” şeklinde özetleyebileceğimiz bir ‘iyi niyet’ taşıyor film. Belli ki ne İbrahim’in ne de Ömer’in eş ve çocuklarına yaptıklarının anlaşılır ve hak verilir bir tarafı yok. Ama film bize ısrarla “Bir dinleseniz hak vereceksiniz” diye fısıldıyor adeta. Türkiye sinemasının erkek yönetmenlerinin, kafalarındaki ıssız adamlara, gizemli babalara, dertli oğlanlara mazeret üretip durmasından çokça sıkıldım açıkçası. Onların kibirlerine, kuruntularına, hatalarına anlamlı açıklamalar getirmelerine, “Onlar da ortam kurbanı” mazeretleri üretmelerine ve bütün bunlar olup biterken mağdurların hiç görünmemesine (Ya da buradaki gibi iki dakika görünüp kaybolmasına) itirazlarım var ama kime edeyim!

Bunları geçtim, baba-oğul gerilimi ve çatışmasının her defasında ya uzlaşmayla ya da babanın yok oluşuyla birlikte ona dönüşen oğulda donan kareyle bitiyor olması da başka bir can sıkıcı hal. Yazının girişinde de belirttiğim gibi, baba ‘devlet’ ise ona başkaldırıp hiçbir kazanım elde edememenin, dönüp dolaşıp aynı yere gelmenin hiçbir kıymetiharbiyesi yok. Ne siyasi ne de beşeri ilişkiler açısından!

NUH TEPESİ

YÖNETMEN: Cenk Ertürk
OYUNCULAR: Ali Atay, Haluk Bilginer, Arin Kulaksızoğlu, Mehmet Özgür, Hande Doğandemir
YAPIM: 2019 Türkiye, Almanya
SÜRE:  109

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa