07 Mart 2020 23:08

Savaşın öldüremediği, ateşkesin önleyemeyeceği gerçekler

Savaşın öldüremediği, ateşkesin önleyemeyeceği gerçekler

Fotoğraf: Envato

Paylaş

İdlib merkezli savaşa şimdilik bir ara verildi Moskova’da. Türkiye’yi Rusya’yla sıcak çatışmanın eşiğine getiren bu savaşın, açıklanan mutabakatla sona erdiğini söylemek saflık olur kuşkusuz. Nasıl Astana ve Soçi’yle bu noktaya gelinmesi engellenemediyse, Moskova mutabakatının da kalıcı bir sonuç doğurması mümkün görünmüyor. Savaşın belirleyici zemini korunuyor çünkü. Suriye, ‘dış güçler’in arenası olmaktan çıkmadıkça, böylesi ‘molalar’ da çok daha keskinleşmiş çatışmaları biriktirecektir maalesef.

Uzayan savaş, uzayan çözümsüzlük demek. Türkiye’yi yönetenler de dahil olmak üzere, çözümsüzlüğü esas alan rolleriyle ‘denklemde’ bulunanlar için bir süre daha ‘idare etme’ zamanı kazanılmış oluyor. Biraz daha irtifa yitirmiş bir mevzide de olunsa, Moskova virajında tümden şarampole yuvarlanmamış olmayı bir övünç vesilesi yapabilirler tabi. “Sahada olalım yeter” deyip, içeriye yönelik hamasete devam edebilirler; “Ne savaştık be” ajitasyonuyla, İHA-SİHA güzellemeleriyle hal ve gidiş gerçeğini öteleyebilirler. “Savaşta en ilkin gerçekler ölür” kuralına yaslanıp, ‘yalancı kuvvetleri’ tepe tepe kullanabilirler. Ama çok bilinen bir başka sözde de ifade edildiği gibi, “gerçeklerin de eninde sonunda ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır.” Hele kazanılması mümkün olmayan savaşların asla öldüremeyeceği gerçekler çok daha acelecidir. Bunu, yaktık, yıktık, bitirdik diye sunulan birkaç günlük bir çatışmadan sonra (iyi ki) imzalanmaya koşulan bir mutabakatın satır aralarında bile görebilirsiniz mesela.

***

Mutabakattakiler yeterince biliniyor: M5 ve Seraqıp sizlere ömür... M4’ün güney ve kuzeyinde, cihatçıların kontrolündeki 12 km’den elinizi yıkayın... ‘Rejim, rejim’ denilen de “egemenliği, birliği, toprak bütünlüğü kuvvetle taahhüt edilen” Suriye Arap Cumhuriyeti’ymiş işte... 40’a yakın askerin yaşamını yitirmesinde Rusya’nın hiç bir sorumluluğu yokmuş üstelik ve bütün o yaşananlar, “üzüntü verici hadiseler”miş sadece!..

En özet haliyle, Türkiye’ye ‘askeri güçle ilerleyemezsin’ gerçeğini hatırlatan Moskova mutabakatıyla sağlanan geçici ateşkesle devam eden sürecin gösterdiği başka şeyler de var elbette. “A, B, C... planlarımız hazır” şeklinde ifade edilen külyutmaz raconların gerçek karşılığı da ortaya çıkmış oldu. Neymiş bu planlar, bakalım:

Hemen NATO’ya gidip ‘müdahil olun, hava desteği verin’ denildi, sonuç biliniyor... Amerika’dan acil patriot istendi, ‘bize lazım’ dediler...

Öğrendik ki, meçhul planlardan biri de sığınmacılar üzerineymiş. Onlara ‘yol göstererek’ Avrupa’nın yardımı alınmaya çalışıldı. En başta, “göçmenlere bakıyoruz, masraflarımıza ortak olun” denilmiş; sonra “onlara sınırda bahçeli evler, kentler yapacağız, para verin” diye revize edilmişti; şimdi de Avrupa İdlib’teki savaşa ortak olmadı diye binlerce insan sınırlarda perişan edilmekte.

Diğer bir plan, tabi ki sosyal medyayı sınırlamak oldu! Haber ‘sosyalleşmesin’, gerçekler ‘havuzda’ boğulsun diye...

Uzatmayalım, gördük ki son ve en müthiş plan ise Moskova’dan acilen ateşkes istemekmiş!

***

“Yansın Suriye, Yıkılsın İdlib”, “Omuz üstünde baş kalmayacak”, “Rusya derhal özür dilesin”, “Şehitler tepesi boş kalmamalıdır”, “Rejim derhal İdlib’den geri çekilmelidir”, “Suriye’yi Rejim’den temizleyene kadar devam...” diyenler, bir gün önce “Savaşa hayır” demeyi yasaklayanlar, bir gün sonra imzaladıkları ateşkes mutabakatını “Türkiye’nin önlenemeyen, kahredici gücü” olarak sunuyorlar şimdi! Geçici olsa da savaşa ara vermek iyidir elbette, karşı çıkılamaz. Ama başta da söylediğimiz gibi bütünlüklü gerçeği görmek gerekiyor. Kalıcı çözüme dair kalıcı bir umut içeriyor mu bu ateşkes? İyimser olmak zor doğrusu. Hem içeride ‘savaşa hayır’ etkinliklerini, ‘savaş’ ibaresi geçen 8 Mart bildirilerini yasaklayanların dışarıda imzaladıkları ‘ateşkes’in barış ve çözüm odaklı olduğunu kim iddia edebilir ki?

Ayrıca, savaşa karşı çıkanları zapturapt altına alan bir iktidarın Rusya’yla ateşkes imzalaması, bir çelişki de değildir aslında.

"Şehitlik" gibi en dokunulmaz unsurlarıyla birlikte korumaya alınan ve 'vatan savunması' etiketiyle pazarlanan savaşın, 'sokakta' reddedilmesidir kabul edilemez olan. Savaş karşıtlığının toplumsallaşması, Türkiye'yi yönetenler açısından müthiş derecede 'itici' ve antipatiktir. Türkiye'nin değişmez gündemidir çünkü savaş, Suriye ya da İdlib’le de başlamadı. Ve ister istemez 'barış'ı çağrıştırmaktadır. 'Savaş ve barış'ın ise İdlip'in ötesinde bir hikâyesi var bu topraklarda... Rusya’yla da ‘Rejim’le de ateşkesler, anlaşmalar imzalanır da ülke içinde savaş karşıtlığının, barış savunuculuğunun toplumsallaşması, toplumsal bir talebe dönüştürülmesi asla istenmez.

***

Bu gerçeğin; İdlib savaşı süresince, iktidar partisiyle ortak açıklama yapmak, “Mehmetçiğin ayağına taş değmesin” diye dua etmek, “Meclis’te kapalı oturum” istemek, Erdoğan’ın hakaretlerine yanıt vermek dışında refleks geliştiremeyen, itirazı toplumsallaştırmaktan özenle uzak duran, olanak ve imkânlarını özellikle kullanmayan CHP muhalefetine de anlatacağı şeyler yok mudur acaba?

Bir muhalefet partisi, baştan beri sorduğu ve hayatın bizzat doğruladığı “İdlib’de ne işimiz var?​” sorusunu sormaktan neden imtina eder? Asker ölümleri o soruyu daha da yakıcı kılmaz mı? Ölüm haberleri başlayınca, savaş karşıtlığına dair tek cümle kuramamanın nasıl bir muhalif tonaj barındırdığı merak konusu olmaz mı?

Bakın Metropoll’un yaptığı anket sonuçlarına: “TSK’nın İdlib’de bulunması Türkiye için bir gereklilik midir?​” sorusuna ‘Evet’ diyenlerin oranı yüzde 30,7 iken, yüzde 48,8 ‘Hayır’ diyor!

Milyonlarca insanın oyunu alıyorsunuz; biraz tutarlılık ve elbette cesaret lütfen!

  

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa