10 Mart 2020 20:15

"Sağlıktan ve özgürlükten tasarruf edilemez"

Bakırköy Pazar Alanında toplanan kitle

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

“Dünyanın en güzel ülkesi Türkiye’mizde, toplumsal beraberliği uzlaşarak güçlendirip, cepheleşmelere son vereceğiz. Mutlulukları yakalamaya yemin ederek, özgürlük ve demokrasiyi inşa edeceğiz. Büyük barışı mutlaka kuracağız, mutlaka” diyordu geçen hafta sonu Kadir İnanır. “Yeşilçam’ı özlediğimi fark ettim Diyarbakır’da, onun topluma sirayet edebilen gücünü hatırladım.

Ve elbette yaşama veda eden Ayşen Gruda’yı, 2013 yılı ‘barış sürecinde’ söylediklerini: “Neyin ispatı ve kavgası içindeyiz. O Kürt çocukları da anne, baba kuzusu. Küçük hesaplar yüzünden iki taraf da ölüyor. Dövüşe dövüşe değil masa başında konuşa konuşa halletmemiz gerekiyor. İnanıyorum aklı başında siyasiler, insanlar bunları görüyorlar. Hepimizin çocukları var. Bu savaş çok gereksiz”, tespitle yetinmemiş aktif çaba için söz vermişti: “Bu devlet bana bir görev verirse ben korkmadan ama hiç korkmadan Kandil’e gidip o insanları ikna ederim. Masal anlatsam bile beni dinlerler. Onlar da benim filmlerimle büyüdü”.

Ayşen Gruda’nın tespitleri ile Barış Annesi Naife Özbay’ın hafta sonu Diyarbakır Tabip Odasınca düzenlenen ve benim de konuşmacı olduğum “Toplumsal Barış İçin Çözüm Yolları” panelinde söyledikleriyle de örtüşüyor: “Barış bugün bize ekmek ve su kadar lazım. Ancak bu savaştan bazılarının çıkarları var ve bu yüzden barışı istemiyorlar.”

Diyarbakır Tabip Odasınca 14 Mart Tıp Haftası bağlamında 1996 yılından bu yana verilen “Barış ve Demokrasi Ödülü” bu yıl Barış Anneleri ve Sinema Sanatçısı Kadir İnanır’a verildi. Her yıl olduğu gibi duvardaki dev afiş yerli yerindeydi: “Sağlıktan ve özgürlükten tasarruf edilemez”.

Özgürlük olmadan kim sağlıklı kalabilir ki? Hasta olmamak ve sağlıklı olmak aynı şey değil. Tolstoy’un “Siz savaşla ilgilenmiyor olabilirsiniz, ama savaş sizinle ilgilenecektir” sözü tam da burada devreye girmekte. Diyebiliriz ki, ‘sosyal ve siyasal iyilik halini’ umursamayan ve kendilerini sağlıklı addedenler tüm toplumla birlikte eşit riske sahiptir.

Hafta sonu Diyarbakır’daki panelde de değindiğim üzere, misal doksanlarda köyleri yakılıp yıkılıp zorla göç ettirilen 4 milyon Kürt için “Kendilerini ilgilendirmediğini” düşünen en batıdakiler şimdi bu bağlamda sağlıksızlığın girdabındalar. Hatırlayalım: Köy boşaltmalar yerli küçük baş hayvancılığı bitirdi, et açığını kapatmak için büyükbaş hayvan ithali ve ardından ucuz yem için genetiği değiştirilmiş yemler bugünkü birçok metabolik hastalığımızda rol oynamaya başladı.

Barış süreçlerinde toplumsal hafıza son derece önemli. Bu bağlamda Diyarbakır Tabip Odasının 25 yıldır düzenlenen “Barış ve Demokrasi Ödülü” son derece önemli. Çeyrek asırdır ödül alanların barışa dair cümleleri ile bir belgesel ne kadar da ihtiyaç! Sezen Aksu’dan Barış Anneleri’ne, Yazar Aslı Erdoğan’dan Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyine, Prof. Dr. Cem Terzi’den Kadir İnanır’a, Prof. Onur Hamzaoğlu Hoca’dan TİHV Genel Sekreteri Sevgili Metin Bakkalcı’ya ve elbette barış yolunda katledilen Tahir Elçi’ye nice “Barış ve Demokrasi” ödülü sahiplerini birlikte tarihe not düşerken hafızaya almak gerekiyor.

Geçmiş yıllarda bu ödülü alan ‘Barış akademisyenlerinden’ Sevgili Cem Terzi Hoca’mız üniversiteden uzaklaştırıldığında şöyle demişti: “İnsan olarak bizi değerli kılan tek şey eşitlik için, özgürlük için, adalet için ve barış için ödemeye gönüllü olduğumuz bedellerdir.

Barış talebi her tür bedeli ödemeye değer, biz bedel ödeyelim yeter ki analar ağlamasın.

Yaşasın analar.
Yaşasın bütün analar.
Yaşasın hakikat!
Yaşasın hayat!”.

Diyarbakır Tabip Odasının bu ödül töreninden süzülen “Sağlıktan ve özgürlükten tasarruf edilemez” tespiti ile sağlıklı günler dilerim.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa