Mülteciler; hem kurban hem silah!
Fotoğraf: Elif Öztürk/AA
'Modern tarih' denen tarihsel süreçte, insanların yaşadıkları ülke ve topraklardan kopması, çok genelde iki başlıca nedenle ortaya çıkmıştır. İlki, yaşamakta oldukları yerde, iktisadi-sosyal koşulların azçok yaşanabilir olmaktan çıkması; ‘doğal üretim koşulları’ ve araçlarından yoksun hale gelmeleri; toprakların parçalanması ve yetmezliği veya el değiştirmesi; topraksızlaşma, kapitalist üretim ilişkilerinin gelişmesiyle bağlanan ücretli emekçi durumuna gelmeleriyle ilişkilidir. İkinci neden, daha çok zor unsuruyla bağlıdır. Birincisi denli kaçınılmazlık göstermediği halde, genellikle bir dış baskı ve zor aracıyla yer-yurtlarını terke mecbur bırakılmışlardır.
Şimdilerde Suriyeli olup olmamaları çok da önemsenmeden, her ‘ağzı açılan’ın “Suriyeli göçmen”-veya “mülteci” diye bahsettiği yüzbinlerin yer değiştirmesi bu ikinci kategoriye girer. Yakın dönem olguları oldukları için henüz unutulmayacak denli taze olan neden Afganistan, Irak, Suriye ve Libya gibi ülkelerin emperyalist devletler ve onların yörüngesinde ya da hatta Türkiye’yi yönetenlerin yaptıkları gibi “bölgenin büyük gücü olma” iddialı ve kullanılışlı devletlerin askeri müdahaleleri, savaş ve işgal politikalarıyla bağlı ‘göz çıkaran’ bir sonuçtur, yaşanan. Olağan durumda belki de bir kısmı, “daha iyi koşullarda yaşama umudu” ya da hayaliyle yine yollara düşüp, ağır bedeller pahasına başka ülkelere yönelirlerdi. Ama bu yöneliş ya da yola çıkış ne bugünkü gibi olacaktı ne de bu yoğunlukta.
Öncesi bir yana son on yıldır Türkiye’de, ve Türkiye üzerinden Avrupa’da yaşanan “Suriyeli mülteci sorunu”, bir dönem ABD yöneticilerinin “Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi” olarak adlandırdıkları, pazar ve etki alanları üzerine emperyalistler arası rekabet ve kavgayla bağlı politikanın önemli bir sonucu olarak gündeme geldi ve gündemde olmaya devam ediyor. Oradan oraya sürülen, horlanan, burjuva ve emperyalist devletlerin politikalarının aracı durumuna düşürülmüş durumdaki ve üzerlerine pazarlıkların sürdürüldüğü milyonlarca insan, bu bakımdan çok rahat söylenebilir ki bu gerici, ilhakçı, yayılmacı emperyalist ve emperyal politikaların kurbanıdırlar.
Türkiye burjuva devlet iktidarının, “kapıları açtım gününüzü görün!” şantajıyla Avrupa’lı devlet yönetimlerine karşı bir ‘koz’ olarak ileri sürdüğü; Avrupalı güya uygar ve güya insan hakçı burjuva devlet ve hükümetlerinin ise, “para verelim sende kalsınlar!” tüccar politikasına yatıp “kelle sayısı”na bütçe planlamalarına malzeme edindikleri mülteciler, bu ilişkiler içinde burjuva politikaları ve entrikalarının kurbanı olmanın yanısıra, bir silah olarak da kullanılmaya çalışılmaktadırlar.
Büyük çoğunluklarıyla kendi iradeleri dışındaki nedenlerle, ülkelerine yapılan saldırılar ya da ülkelerindeki “vekâlet savaşları” nedeniyle topraklarını, evlerini terketmek zorunda kalan insanların devletler arası ilişkilerde pazarlık malzemesi olarak kullanılmaları, birer eşya durumuna düşürülmelerinin yanısıra, içeride ‘yerli emekçiler’le ilişkilerde de bir tür silah haline getirilmelerini sağlamaktadır. Türkiye’de olsun, Avrupa ülkelerinde olsun, ücretlerin düşüş göstermesi, sosyal haklarda kısıtlama, konut kiralarının yükselmesi gibi, tümü de kapitalist sömürü koşullarıyla bağlı olan sonuçları, yabancı nüfus göçü ile gerekçelendirip ‘yabancılar’ı düşman konumunda gösteren sermaye partileri ve güçleri az değildir. Bu propagandanın karşılıksız kalmıyor, aksine küçümsenemez bir destek görüp işçi sınıfı ile emekçi kesimleri içinde hem şovenist anlayışların güç kazanmasına yol açıyor hem de “yerli-yabancı” işçi ve emekçilerin sermaye ve kurumları karşısında birlikte hareket etmelerini engelliyor. Bu durumda da sonradan gelenler-ya da ‘yabancılar’ ile yerlilerin her ikisi de sermaye politikalarının kurbanı olmalarına rağmen, onların elinde birinin diğerine karşı kullanıldığı bir silaha dönüştürülmüş oluyor.
Mülteci ve yabancılar sorununun bu burjuva istismarı ve kullanışlı malzeme durumuna getirilmesi, nesnel durumdan güç aldığı için mümkün olabiliyor. Yerli olanlar, “yabancıları”, kendilerinin olanaklarını daraltan, hatta haketmedikleri halde varolan olanakları paylaşanlar olarak görür ve buna göre tutum gösterirken, bin türlü sorunla boğuşmak zorunda kalan ve bin bir çeşit yöntemle aşağılanan göçmenler de kendilerine “sınırı açan” burjuvva yönetimlerine karşı mücadelede yerli emekçilerle birleşmekten geri durarak burjuva devletlerinin istismar politikalarına karşı gereken direnci göstermemiş oluyor. Bu da, Erdoğan iktidarının başvurduğu türden savaşların yol açtığı yıkımlardan kaçan milyonlarca insan üzerinden burjuva pazarlıklarını kolaylaştırıcı işlev görüyor.
Bu durumun değişebilmesi ve az çok insani koşullarda yaşam için gerekli olan ise, hem gerici, ilhakçı ve yıkıcı savaş politikasına, hem de daha insani koşullarda yaşamak için burjuva devlet iktidarlarına karşı mücadeleyi göze almak; yaşanan durumun sorumlusunun onlar olduğunu bilerek yerli-yabancı ayrımı gütmeksizin bir mücadele cephesinde birleşmek ve mücadeleyi ülke ve bölge düzeyinde yaygınlaştırmaktır. Milyonlarca insanın çoçuk-kadın, yaşlı genç yollara düşmesine yol açanlar, bunun sorumluluğunu da üstlenmek, hesabını vermek zorundadırlar. Onları buna mecbur bırakmanın yolu ise işçi-emekçi birliğinden geçiyor.
- Değişim; nasıl ve hangi yönde? 28 Kasım 2024 06:45
- Kürtçe eğitim Türkiye’yi böler mi? 14 Kasım 2024 04:52
- Bahçeli’nin çağrısı Kürt gerçeğinin neresinde? 07 Kasım 2024 05:41
- Sorun yoksa, telaş niye? 31 Ekim 2024 06:54
- Çürümenin toplumsallığı ve çürüyeni yönetme politikası 24 Ekim 2024 12:47
- İktidarın ekonomi kriterleri 26 Eylül 2024 05:56
- Vicdansızlık! 19 Eylül 2024 05:15
- Derin ve lağımlı bataklık! 12 Eylül 2024 05:58
- Sağın gücü ve işçilerin ‘kör noktası’ 05 Eylül 2024 05:28
- Malazgirt, Bahçeli, HÜDA PAR vs. 29 Ağustos 2024 05:40
- Kararlı saldırı, mızmız muhalefet! 22 Ağustos 2024 04:51
- Çark dönerken preste ezilmek, ateşte erimek! 15 Ağustos 2024 05:18