24 Mart 2020 00:34

İdlib’deki virüs

Fotoğraf: DHA

Paylaş

Geçen hafta İdlib’den, koronavirüs gündeminin gölgesinde kalan bir saldırı haberi gelmişti. MSB’nin yaptığı açıklama göre, İdlib Gerginliği Azaltma Bölgesi’nde radikal grupların roketli saldırısı sonucu 2 asker yaşamını yitirdi ve bir asker yaralandı.

Bilindiği gibi İdlib’de Türk ve Suriye orduları arasında onlarca askerin ölümüne yol açan çatışmalardan sonra 5 Mart’ta Rusya lideri Putin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında Moskova’da bir mutabakat metni imzalanmıştı. İki liderin İdlib konusunda imzaladıkları Moskova mutabakatına göre; 6 Mart’tan itibaren geçerli olmak üzere ateşkes ilan edilecek ve ayrıca çatışmaların yaşanmasının en önemli nedenlerinden biri olan Lazkiye ve Halep’i birbirine bağlayan M4 karayolunun kuzeyinde ve güneyinde 6 km’lik bir güvenlik koridoru oluşturularak otoyolun ulaşıma açılması sağlanacaktı. Ayrıca bu otoyolun güvenliğini sağlamak üzere 15 Mart’tan itibaren Rus ve Türk ortak devriyeleri başlatılacaktı. İşte 15 Mart’ta başlatılan ortak devriye anlaşmayı tanımadıklarını söyleyen radikal İslamcı/cihatçı grupların organize ettikleri protestolar nedeniyle başladığı gibi bitirilmek zorunda kalmıştı. Bu anlaşmayı tanımadıklarını açıklayan grupların başında ise, İdlib’de en etkin örgüt konumunda bulunan el Kaide’nin devamcısı HTŞ, Türkistan İslam Partisi ve Huraseddin gibi örgütler bulunuyor. MSB’nin açıklamasında hangi örgüt tarafından yapıldığı açıklanmasa da 2 Türk askerinin yaşamını yitirmesine neden olan saldırı, anlaşmayı tanımadıklarını söyleyen bu radikal gruplar tarafından gerçekleştirildi.

El Kaideci / cihatçı grupların gerçekleştirdiği ve 2 Türk askerinin yaşamını yitirmesine neden olan bu saldırı, koronavirüs tartışmalarının gölgesinde sessiz sedasız geçiştirilmeye çalışılsa da hem Türkiye’deki iktidarın İdlib konusunda bugüne kadar sürdürdüğü politika ve hem de bundan sonra neler olabileceği konusunda ciddi soru işaretlerini beraberinde getiriyor.

Moskova mutabakatını tanımadığını söyleyen el Kaideci HTŞ’nin başını çektiği gruplar tarafından gerçekleştirilen son saldırı aslında Türk askerinin bugüne kadar İdlib’de kimlere / hangi gruplara kalkan yapıldığı sorusunun da yanıtını veriyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dün “direnişçi” olarak tanımladığı bu gruplar, bugün Moskova mutabakatını kendi varlıkları için tehdit olarak gördükleri için Türk askerini hedef almakta hiç tereddüt göstermediler.

Suriye ordusu, Rusya’nın hava desteğinde İdlib’e yönelik gerçekleştirdiği son operasyonun BM ve Türkiye tarafından da resmen terör örgütü olarak kabul edilen örgütlere yönelik olduğunu söylüyordu. Erdoğan’ın Moskova’da Putin ile imzaladığı son mutabakattan sonra bu grupların Türk askerini hedef alması bu tezi doğruluyor.

Bu durumda geriye şu soru kalıyor: O zaman bunca asker neden bu gruplara kalkan yapılıp ölüme gönderildi?

Oysa Erdoğan iktidarı bu konuda yapılan uyarıları dikkate almak bir tarafa en küçük bir eleştiriyi bile “vatan hainliği” gibi göstermeye çalışıyordu.

Ancak İdlib’de Türk askerine yönelik son saldırı yalnızca geçmişteki yanlışları göstermekle kalmıyor, gelecekte ciddi bir tehditle karşı karşıya olduğumuzu/olacağımızı da haber veriyor.

Çünkü Türkiye’deki iktidarın İdlib konusunda önünde iki seçenek bulunuyor: Ya daha önce Soçi ve son Moskova mutabakatında taahhüt ettiği gibi, ister barışçıl, ister çatışmalı bir yoldan bu cihatçı grupların geri çekilmesini ve silahsızlandırılmasını sağlayacak ya da yine bu gruplarla birlikte Suriye ordusu ve Rusya’ya karşı yeni bir çatışma sürecine girecek!

Gerek Suriye ve gerekse Libya’da cihatçı grupları yayılmacı emellerinin bir aracı ve pazarlıklarda elini güçlendirecek bir kart olarak kullanan Türkiye’deki iktidar bu politikadan vazgeçer mi?

Bugün ortada Erdoğan iktidarının bu politikadan vazgeçeceğini gösteren ne bir açıklama, ne de herhangi bir işaret bulunmuyor.

Aksine Erdoğan iktidarı bugüne kadar cihatçı grupları kullanma politikasını terk edip onları karşısına almaktan çok, zaman kazanmaya yönelik bir tutum takındı. Son Moskova mutabakatı, hareket alanını oldukça sınırlamış olsa da yine bu temelde imzalandı. Dolayısıyla tamamen geri çekilmek zorunda kalmak yerine kısmi geri çekilme ve zaman kazanmaya yönelik bir adım olarak anlam kazandı. Bu adımın devamında bugüne kadar gerçekleşmemiş olsa da ABD, NATO ve batılı emperyalistlerin sürece müdahil olması beklentisi vardı.

Şimdi İdlib’de en etkili örgüt olan HTŞ’nin başını çektiği gruplar Moskova mutabakatını kabul etmediklerini ilan ettikleri ve bu temelde Türk askerini hedef almış olduklarına göre, Türkiye’deki iktidarın mutabakatı uygulamak için bu gruplarla çatışmayı göze alması gerekiyor. Bu durum tıpkı bir bumerang gibi bugüne kadar başkalarına karşı kullanılan cihatçı silahının namlusunun bize dönmesi, sınırlarımızdaki on binlerce militanın ülke için ciddi bir tehdit haline gelmesi anlamına geliyor.

Öte yandan taahhütlerini yerine getirmeyip Suriye ordusu ve Rusya ile çatışmayı yeniden göze almanın çok daha ciddi sonuçları olacağını söylemek için de kâhin olmaya gerek yok!

O yüzden İdlib’de cihatçı grupların saldırısı sonucu 2 Türk askerinin yaşamını yitirmesi, Erdoğan iktidarının bugüne kadar sürdürdüğü yanlış politikanın alarm verdiğini gösteriyor. Bugün nasıl koronavirüsten korunmak için ülkeler arasında dayanışma ve işbirliği zorunlu hale gelmişse, bölge (Ortadoğu) ve dünya halkları için nasıl ciddi bir tehdit olduklarını defalarca gösteren cihatçı gruplardan kurtulmak, bu grupların yaşam alanlarını ortadan kaldırmak için de devletler arasında barışçıl politikalara ve halklar arasında kardeşliğe dayalı ilişki ve işbirliğine ihtiyaç var. Bunun için her şeyden önce ülkedeki iktidarın cihatçı grupları kullanma, bunlarla işbirliği politikasından vazgeçmesi, İdlib başta bütün silahlı güçlerini geri çekmesi, halkların iradelerine saygıya dayalı barışçıl bir politikaya yönelmesi ve bu temelde Suriye yönetimi ile işbirliği yapması gerekiyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa