26 Mart 2020 00:55

Koronanın unutturduğu savaşlar

İdlib'de dumanlar yükselen bir mahallenin uzaktan görünümü.

Fotoğraf: Uğur Can/DHA (Arşiv)

Paylaş

Bütün dünyanın gündemi korona salgını. Bütün ülkeler kendi derdinde, salgını önlemek için kısmi sokağa çıkma yasakları dahil birçok tedbiri hayata geçirmeye başladı. Lübnan ve Ürdün gibi bölge ülkelerinde ordu bir kez daha sokağa indi.

Gelişmiş ekonomileri ve köklü sağlık sistemleri olan ülkeler bile salgın ve salgın ile mücadele amaçlı tedbirlerin olası olumsuz etkileri ile başa çıkmaya çalışıyor.

Arap Ayaklanması döneminin çatışmalı, yıkıcı faslını yeni yeni atlatmaya çalışan bölge ülkelerinde durum çok daha vahim. Suriye ve Irak gibi ülkeler başta olmak üzere bölgedeki birçok ülkenin sağlık sistemi ağır hasarlı. Hastane ve personel sayısı ile sağlık malzemesi temini oldukça kısıtlı. Irak’tan Mısır ve Libya’ya kadar büyük bir coğrafyada yıllara yayılan istikrarsızlık alım gücünü; beslenmeden barınmaya kadar her alanda yaşam standartlarını oldukça düşürdü. Korona gibi henüz aşısı geliştirilmemiş salgınlar bir tarafa basit grip veya iltihaplı hastalıklar bile bir süredir ölümle sonuçlanabiliyor. Çatışma ve istikrarsızlık sadece ülkelerin ekonomilerini, insanların evlerini değil bağışıklık sistemlerini, vücut dirençlerini de harap etti. Yine çatışma dönemlerinde yaralanan veya kronik hastalık sahibi olan birçok insan da var.

Bölgedeki her ülke kendi imkanları, şartları çerçevesinde önlemler almaya çalışıyor olsa da, Korona salgını bu şartlara göre en az hasarla atlatılsa bile yeni salgınların ortaya çıkması için uygun zemin hâlâ var. Kaldı ki, korona nedeniyle uygulanan iş yerlerinin kapatılması, insanların evlerinde kalma zorunluluğu ve kısmi sokağa çıkma yasakları mevcut ekonomik durumu daha da kötüleştiriyor. İşsizlik, kazancın temel ihtiyaçları zar zor karşılaması gibi sorunlar bölgenin başlıca sorunları. Birçok insan günlük kazancıyla hayatını idame etmeye çalışırken haftalar süren tedbirler korona salgınından daha önemli hale gelmeye başladı.

Bahsettiğimiz ülkelerin ekonomileri zaten istikrarlı olmadığı için bu insanlara devlet tarafından destek sağlanması da pek mümkün görünmüyor.

Dünyanın geri kalanında olduğu gibi bölge ülkelerinde de şimdilik sınırlar kapalı, halkın büyük kısmı evinde. Ayaklanma döneminde kalitesi düşen eğitim-öğrenim korona ile mücadele kapsamında uzaktan eğitim ile sağlanıyor. Sadece Suriye’de üniversite hariç 4 milyona yakın öğrenci var. Çatışmalar, istikrarsızlık ve uzaktan eğitimle birlikte mevcut şartların devam etmesi halinde “Bu nesli kayıp kuşak olarak adlandırabiliriz” yorumları yapanlar var.

Böyle bir dönemde İran, Suriye, kısmen Lübnan gibi ülkelere yönelik uluslararası yaptırımların sürüyor olması durumu daha da kötüleştiriyor.

Örnekler çoğaltılabilir ancak aşı bulunana kadar herkesin evinde kalması en azından bölge ülkeleri açısından pek olası görünmüyor. Zaten insanların beslenme başta olmak üzere yaşam standartları, hastanelerin durumu, sağlık sistemlerinin hali düşünüldüğünde sınırlar açılır açılmaz salgının yeniden ivme kazanabileceği ihtimalinden bahsediliyor.

Korona salgını ile birlikte ırkçılık, göçmen ve mülteci karşıtlığı yeniden yükselişe geçti. Hükümetin İdlip’e yönelik askeri operasyonuna uluslararası destek sağlamak amacıyla bir kez daha koz olarak öne sürdüğü binlerce mülteci hâlâ sınırlarda. Türkiye’de veya başka ülkelerde yerel halk evlerinde kendilerini güvende ve salgına karşı hazır hissediyor olabilir ancak mülteciler/göçmenler bir süre görünmez olduklarında yok olmuyorlar. Yine Türkiye başta olmak üzere birçok ülkenin dış politikası milyonlarca insanın mülteci olmasına büyük katkı yaptı. Salgın döneminde herkesin korku ve hatta panikle hareket etmesi mümkün ancak ırkçılığa varan söylemlerin salgından çok daha yıkıcı sonuçları olabilir. Salgının ilk günlerinde sosyal medyadan seslenen İtalyan büyük annenin dediği gibi, “Salgın gider, ırkçılık kalır.” Üstelik korona salgını bir kez daha bütün dünyanın birbiri ile ne kadar etkileşim halinde olduğunu, sınırları kapatmak, evlere kapanmak gibi tedbirlere rağmen dünyanın öteki ucundaki bir kentte yaşananlardan etkilenmenin mümkün olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Gerçi, salgından önce mülteci akınlarının ortaya koyduğu gerçeklerden biri de buydu ancak görmek isteyene…

Korona salgınının unutturduğu bir başka savaş İdlip… Türkiye gündeminden düşmüş olsa da Türkiye hâlâ İdlip’te, fiilen savaş halinde. Kısa süre önce İdlip’te 3 askerin hayatını kaybetmesinin ardından yapılan resmi açıklamada “bazı radikal gruplar” ifadesine yer verildi. Aslında İdlip’te, Astana ve Soçi süreçleri ile birlikte Türkiye’nin garantörlük yaptığı grupların kasti/yanlışlıkla yaptıkları ilk saldırı değildi. Daha önce de gözlem noktalarından biri hedef olmuştu. Ancak son saldırıya kadar yapılan bütün açıklamalarda “rejim güçleri” ifadesi ile Suriye ordusu hedef gösteriliyordu. Bir süredir Türkiye’den yapılan bu tür açıklamaların ardından Rusya yalanlamaya varan açıklamalar yapmaktan geri durmuyor. Belki de son açıklamada yer alan “radikal unsunlar” ifadesinin sebebi “Rusya’nın yalanlama açıklaması yapma riskiydi”, bilinmez. Ancak saldırıdan hemen sonra kimileri “Türkiye’nin arkasından bıçaklandığını” söyledi, kimileri de “Rusya, Türkiye’yi çatışmaya çekiyor” gibi yorumlar yaptı.

Türkiye, arkasından bıçaklanmadı, 3 askerin radikal grupların hedefi olmasında Rusya’nın bir dahli yok. Sadece İdlip, 2015 yılında El Kaide tedrisatlı grupların kontrolüne geçeli beri beklenen oldu.

İdlip’in Suriye toprağı olduğu, İdlip’i kontrol eden grupların cihatçı oldukları, Türkiye’nin kendini “radikal unsurları ayrıştırmak” gibi bu gruplarla yakın mesafeye konumlandırdığı gayet açıkken komplo teorilerinden, sitemlerden medet ummak için bile artık çok geç.

İdlip’teki radikal grupların silahları eninde sonunda Türkiye’ye dönecek. Bunu tahmin etmek için kahin olmaya gerek yok. Rus basınında yer alan bazı yorumlarda ve Şam’da dile getirilen senaryolarda, 5 Mart’ta Moskova’da yapılan görüşmede Türkiye’nin İdlip’teki radikal gruplara karşı mücadeleye katılması konusunda mutabakata varıldığı öne sürülüyor. Bekleyip göreceğiz.

Aslında İdlip’teki radikal gruplardan daha kötüsü de kapıda; Türkiye’nin maaşını ödediği ÖSO gruplarının durumu da oldukça belirsiz. Bu grupların Türkiye tarafından temin edilen silahları Türkiye’ye döner mi ya da on binlerce sicili karanlık ÖSO mensubu mu sınıra yığılır kestirmek güç, ancak muhtemelen 2020 yılı bitmeden konuştuğumuz konulardan biri de ÖSO olacak.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa