30 Mart 2020 00:49

Salgın ve tercihler

Meksika'da koruyucu maskeyle otobüs yolculuğu yapan bir kişi

Fotoğraf: AA

Paylaş

Dünya hurafeye, bilimin inkarına, toplumsal eşitsizlik ve ayrımcılığa gösterilen müsamahanın bedelini çok ağır biçimde ödüyor. Örnek olarak ABD, Covid-19 virüs salgınının en hızlı yayıldığı, vaka sayısının İtalya ve Çin’i aşarak hızla arttığı ülke konumunda. Peki Trump idaresi salgından korkuyor mu? ABD başkanının son açıklamaları halkın artık işe dönmek ve çalışmak istediği yönünde olduğuna göre hayır. Ekonominin durmaması, sürü bağışıklığı sonucu milyonlarca kişinin ölmesine yeğleniyor. Biliyoruz ki sıkı bir sokağa çıkma yasağı ve karantina yerine zorunlu olmayan sosyal izolasyonun teşvik edilmesi sınıfsal bir tercihtir. ABD ilkini tercih eden ülkeler arasında ve genel karantina için artık çok geç kalınmış gibi gözüküyor. Trump sürecin başından itibaren -kelime dağarcığının az olmasının da bir sonucu olarak- çok iyi bir iş çıkardıklarını, hatta dünyadaki en iyi işi çıkardıklarını tekrar etse de bugün için ülkede hem koruyucu medikal malzeme hem de solunum cihazı açısından bir kriz yaşandığı gerçek. ABD halkının böyle bir salgına, merkezi hükümetten yardım isteyen ancak bu yardımları yeteri kadar takdir etmeyen Demokrat Partili eyalet valileri ile konuşmayacağını açıklayacak kadar da partizan bir başkanla girmesi ile ülkedeki vaka sayısındaki artış rastlantısal değildir. Bu arada ABD, İran, Venezuela ve Nikaragua gibi ülkelere bu küresel pandemi anında bile yaptırım uygulamaya devam ediyor.

Trump’ın virüsü Çin virüsü olarak tanımlaması ve krizin başında bunu Çin’in bir sorunu olarak hafife alması ve hatta dalga geçmesi, trafik kazalarında ya da mevsimsel gripten ölen insanların sayısının bu salgından daha çok insanı öldürüyor olduğunu sürekli olarak tekrar etmesi aslında aynı ideolojiye sahip diğer iktidarlar tarafından da paylaşılan bir tutum. Güney Amerika’daki en çok vaka sayısına sahip Brezilya’da büyük bir sağlık krizinin kapıda olduğu aşikar. Bolsonaro hükümeti ve onun azılı destekçisi evanjelist gruplar başta virüsün varlığını inkar ettiler hatta Bolsonaro’ya ülke çapında destek gösterileri gerçekleştirdiler. Virüsün laboratuvarda üretildiği ve Brezilyalılara bulaşmayacağından tutun, kiliseye gidenlerin hasta olmayacağına kadar ortaya sürülen birçok saçmalık bugün salgının hızlı bir biçimde yayılması ile anlamını yitirse de Bolsonaro ülkeyi eyalet valilerinin kararlarına rağmen açmakta kararlı. Bolsonaro’nun Kovid-19’u sadece güçlü bir grip olarak tanımladığı son açıklamaları ile özellikle Rio de Janerio’da favelalarda yaşayan insanlar başta olmak üzere toplumsal hareketliliğin arttığı gözlemleniyor. Aslında hükümetin yapabileceği çok fazla bir şey de yok. Brezilya ekonomik olarak toplumun en dezavantajlı kesimlerine sunabileceği bir rahatlama paketi açıklayabilecek mali güce sahip değil. Geriye komünizm tehlikesi ile sınır dışı edilen Kübalı doktorları ülkeye çağırmaktan başka yapacak bir şey kalmıyor.

Brezilya’dan sonra bölgede en yüksek vaka sayısına sahip ülkeler ise Şili ve Ekvador. İki ülkede de nüfusa oranla yüksek sayıda vakanın var olmasına rağmen salgınla baş etmekte geç kalındığı yönünde eleştiriler hakim. Tamamen piyasalaşmış Şili sağlık sisteminin çaresizliği ekim ayında başlayan protestolar esnasında ortaya çıkmıştı. Ekvador ise Correa dönemindeki refah devletinin çok uzağında. Salgın sebebiyle her iki ülkede de ilan edilen olağanüstü halde dikkat çeken unsur ise ordunun sokaklara inmiş bulunması ve sokağa çıkma yasağının akşam saatlerinde geçerli olması. Yani özel mülkiyetin korunması birinci öncelik. Bir başka örnek Bolivya’da ise nisan ayında gerçekleştirilecek olan başkanlık seçimleri belirsiz bir tarihe ertelenmiş durumda. El Salvador’da (vaka sayısı 19) Nayib Bukele tam da muhalefet ile mücadele halindeyken geniş bir paket açıklayarak toplumsal tabanını genişletmeye çalışıyor. Bir anlamda, bölgede siyasi kriz içinde bulunan iktidarlar salgından istifade etmeye çekinmiyorlar.

Meksika ve Nikaragua gibi ülkeler ise sert sokağa çıkma yasağı ilan etmeyen ülkeler kategorisinde ve gevşek karantina koşulları uyguladıkları için eleştiriliyorlar. Arjantin, Venezuela ve Peru ise bölgede en sıkı karantina koşulları uygulayan ve genel sokağa çıkma yasağını en erken tarihlerde ilan eden ülkeler olarak vaka yayılımını yavaşlatmış gözüküyor. Enformel sektörün emek piyasasının büyük bir kısmını oluşturduğu, yoksulluğun yüzde ellilerde gezindiği, elde kalan son barutun zaten gelmekte olan krize karşı sermaye lehine kullanılmış bulunduğu, yetersiz ve piyasalaşmış sağlık sistemlerine sahip bölge ülkelerinin, 3-4 senedir yayılmakta olan aşırı sağ-muhafazakarlık-milliyetçilik virüsünün yarattığı hasar ile salgına yakalanmış olması ise en büyük talihsizlik. Şimdi gelişmiş ülkelerde ulus-devletin konsolide olduğundan bahsediliyor, peki ya zaten kronik hastalıkları ile mücadele eden çevre ülkelerinde?

Dünya hurafeye, bilimin inkarına, toplumsal eşitsizlik ve ayrımcılığa gösterilen müsamahanın bedelini çok ağır biçimde ödüyor. Örnek olarak ABD, Covid-19 virüs salgınının en hızlı yayıldığı, vaka sayısının İtalya ve Çin’i aşarak hızla arttığı ülke konumunda. Peki Trump idaresi salgından korkuyor mu? ABD başkanının son açıklamaları halkın artık işe dönmek ve çalışmak istediği yönünde olduğuna göre hayır. Ekonominin durmaması, sürü bağışıklığı sonucu milyonlarca kişinin ölmesine yeğleniyor. Biliyoruz ki sıkı bir sokağa çıkma yasağı ve karantina yerine zorunlu olmayan sosyal izolasyonun teşvik edilmesi sınıfsal bir tercihtir. ABD ilkini tercih eden ülkeler arasında ve genel karantina için artık çok geç kalınmış gibi gözüküyor. Trump sürecin başından itibaren -kelime dağarcığının az olmasının da bir sonucu olarak- çok iyi bir iş çıkardıklarını, hatta dünyadaki en iyi işi çıkardıklarını tekrar etse de bugün için ülkede hem koruyucu medikal malzeme hem de solunum cihazı açısından bir kriz yaşandığı gerçek. ABD halkının böyle bir salgına, merkezi hükümetten yardım isteyen ancak bu yardımları yeteri kadar takdir etmeyen Demokrat Partili eyalet valileri ile konuşmayacağını açıklayacak kadar da partizan bir başkanla girmesi ile ülkedeki vaka sayısındaki artış rastlantısal değildir. Bu arada ABD, İran, Venezuela ve Nikaragua gibi ülkelere bu küresel pandemi anında bile yaptırım uygulamaya devam ediyor.

Trump’ın virüsü Çin virüsü olarak tanımlaması ve krizin başında bunu Çin’in bir sorunu olarak hafife alması ve hatta dalga geçmesi, trafik kazalarında ya da mevsimsel gripten ölen insanların sayısının bu salgından daha çok insanı öldürüyor olduğunu sürekli olarak tekrar etmesi aslında aynı ideolojiye sahip diğer iktidarlar tarafından da paylaşılan bir tutum. Güney Amerika’daki en çok vaka sayısına sahip Brezilya’da büyük bir sağlık krizinin kapıda olduğu aşikar. Bolsonaro hükümeti ve onun azılı destekçisi evanjelist gruplar başta virüsün varlığını inkar ettiler hatta Bolsonaro’ya ülke çapında destek gösterileri gerçekleştirdiler. Virüsün laboratuvarda üretildiği ve Brezilyalılara bulaşmayacağından tutun, kiliseye gidenlerin hasta olmayacağına kadar ortaya sürülen birçok saçmalık bugün salgının hızlı bir biçimde yayılması ile anlamını yitirse de Bolsonaro ülkeyi eyalet valilerinin kararlarına rağmen açmakta kararlı. Bolsonaro’nun Kovid-19’u sadece güçlü bir grip olarak tanımladığı son açıklamaları ile özellikle Rio de Janerio’da favelalarda yaşayan insanlar başta olmak üzere toplumsal hareketliliğin arttığı gözlemleniyor. Aslında hükümetin yapabileceği çok fazla bir şey de yok. Brezilya ekonomik olarak toplumun en dezavantajlı kesimlerine sunabileceği bir rahatlama paketi açıklayabilecek mali güce sahip değil. Geriye komünizm tehlikesi ile sınır dışı edilen Kübalı doktorları ülkeye çağırmaktan başka yapacak bir şey kalmıyor.

Brezilya’dan sonra bölgede en yüksek vaka sayısına sahip ülkeler ise Şili ve Ekvador. İki ülkede de nüfusa oranla yüksek sayıda vakanın var olmasına rağmen salgınla baş etmekte geç kalındığı yönünde eleştiriler hakim. Tamamen piyasalaşmış Şili sağlık sisteminin çaresizliği ekim ayında başlayan protestolar esnasında ortaya çıkmıştı. Ekvador ise Correa dönemindeki refah devletinin çok uzağında. Salgın sebebiyle her iki ülkede de ilan edilen olağanüstü halde dikkat çeken unsur ise ordunun sokaklara inmiş bulunması ve sokağa çıkma yasağının akşam saatlerinde geçerli olması. Yani özel mülkiyetin korunması birinci öncelik. Bir başka örnek Bolivya’da ise nisan ayında gerçekleştirilecek olan başkanlık seçimleri belirsiz bir tarihe ertelenmiş durumda. El Salvador’da (vaka sayısı 19) Nayib Bukele tam da muhalefet ile mücadele halindeyken geniş bir paket açıklayarak toplumsal tabanını genişletmeye çalışıyor. Bir anlamda, bölgede siyasi kriz içinde bulunan iktidarlar salgından istifade etmeye çekinmiyorlar.

Meksika ve Nikaragua gibi ülkeler ise sert sokağa çıkma yasağı ilan etmeyen ülkeler kategorisinde ve gevşek karantina koşulları uyguladıkları için eleştiriliyorlar. Arjantin, Venezuela ve Peru ise bölgede en sıkı karantina koşulları uygulayan ve genel sokağa çıkma yasağını en erken tarihlerde ilan eden ülkeler olarak vaka yayılımını yavaşlatmış gözüküyor. Enformel sektörün emek piyasasının büyük bir kısmını oluşturduğu, yoksulluğun yüzde ellilerde gezindiği, elde kalan son barutun zaten gelmekte olan krize karşı sermaye lehine kullanılmış bulunduğu, yetersiz ve piyasalaşmış sağlık sistemlerine sahip bölge ülkelerinin, 3-4 senedir yayılmakta olan aşırı sağ-muhafazakarlık-milliyetçilik virüsünün yarattığı hasar ile salgına yakalanmış olması ise en büyük talihsizlik. Şimdi gelişmiş ülkelerde ulus-devletin konsolide olduğundan bahsediliyor, peki ya zaten kronik hastalıkları ile mücadele eden çevre ülkelerinde?

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa