Koronavirüsün tuttuğu ayna ne söylüyor? (1)*
Fotoğraf: Emaar işçileri
Koronavirüs sayısız komplo teorileri ve felaket senaryoları eşliğinde hızla yayıldı.
Amerikan işi miydi yoksa Çin işi mi? Doğal mıydı yoksa laboratuvar işi mi? İlaç tekellerinin bir oyunu muydu yoksa yapısı gereği felaketler biriktiren kapitalist üretimin doğal bir sonucu mu? Tıkanan kapitalizmi açmak için yol verilmiş ‘yıkıcı bir silah’ mıydı yoksa çürümüş kapitalizmi yıkacak biyolojik bir lütuf mu?
Sürecin sonunda komplo teorilerini haklı çıkarmış gibi gösteren gelişmeler yaşanabilir. Örneğin Çin-ABD arasındaki hegemonya mücadelesinde ABD avantajlı çıkabilir. İlaç tekelleri süreçten çok kârlı çıkabilir. Sanal para, dijital bankacılık, temassız ticaret yaygınlaşabilir. Uzaktan eğitim gibi yöntemlerle kapitalizm bazı yüklerinden (İşlevli bir tüketici ve üretici olmayan yaşlılar da dahil) kurtulabilir. Ya da virüsün ‘biyolojik savaş’ çalışmalarının ‘iş kazası’ olduğu anlaşılabilir.
Hangisi olursa olsun, yapılması gereken şey salgının suçlusu bir özne bulmak değil. Yapılması gereken şey, salgının gerçekliğe tuttuğu aynaya bakmak! O gerçekliğe uygun çözüm üretmek. Salgının yol verdiği gelişmeleri kimlerin fırsata hangi çıkarlar etrafında çevirdiğini görebilmek. Ve karşısında toplumsal çıkarın örülebilmesinin mücadelesini vermek.
Virüsler hep var oldu, hep var olacak da. Zaman zaman kırıcı bir salgına da dönüşecek; geçmişteki ‘kara veba’, çiçek virüsü, ‘İspanyol gribi’ ve kolera örneklerindeki gibi.
Bu süreklilikte değişen şey hız; ticari ilişkilerin ve ulaşım olanaklarının daha kısıtlı olması nedeniyle, kapitalizm öncesinin salgın hastalıklarının yayılma hızı günümüzdekinden çok daha yavaş. Değişmeyen ise her salgının sınıfsal karakteri; en fazla kötü beslenenleri, topraksız köylüleri, loncalardaki çırakları, fabrikadaki işçileri, mahallelerdeki yoksulları vurması!
Özet: Her salgın sınıfsal bir içerik taşır. Ve her salgının toplumsal, siyasal ve ekonomik sonuçları arasında önemli farklar vardır. Şimdi buradan hareketle ve “Güncel olan her şey hem tarihsel hem de sınıfsaldır” bilinciyle koronavirüsün tuttuğu ayna ne gösteriyor ona bakalım!
AYNADAKİ GÖRÜNTÜ 1: ÖZEL SAĞLIK FELAKETTİR
On yıllardır sağlık hizmetleri özelleştiriliyor, kâra göre hareket eden bir yapıya teslim ediliyordu. Sosyal yardımlar, sermayeyi destekleyen vergi indirimlerinin, teşviklerin yarattığı bütçe açığını kapatmak için kısılıyordu. Sağlık destek kurumları birbiri ardına tasfiye ediliyordu.
Koronavirüs, sağlık hizmetlerinin piyasanın kâr güdüsüne teslim edilmesinin tahrip edici sonuçlarını acı bir biçimde dünya halklarının gözünün önüne sermiş durumda. ‘Sosyal devletlerin’ bile sağlık politikaları batmış durumda. Sınırda mültecileri savmak için ortak güvenlik oluşturabilen AB üyesi devletlerin koronavirüsün yarattığı tehlike karşısında uygulayacağı ortak bir sağlık politikasının olmadığına bütün dünya tanık oldu.
Kuruluş döneminde aşı üretebilen az sayıda Avrupa ülkesi arasında yer alan Türkiye’nin aşı üretim tesislerini kapatmasının, SSK’nin ve askeriyenin elindeki ilaç fabrikalarını tasfiye etmesinin yanlışlığı görüldü. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca şimdi diyor ki: “Bu süreçte ülkemizde hangi üniversite veya hangi merkez neyi ne kadar yapabilecekse aşı, solunum cihazı hepsi desteklenecek.”
2018 yılında ulusal güvenlik konseyindeki salgın hastalıklarla mücadele merkezini kapatan ABD şimdi salgınla mücadeleye büyük bir kaynak ayırmanın peşinde.
Anlaşıldı ki bir hasta, parası olmadığından tedavi edilmiyorsa, salgın hastalığın maliyeti o hastanın masrafı ile ölçülemeyecek büyüklüğe ulaşmakta. Hastanın sağlık hizmetine ulaşımının çok ama çok önemli olduğu görüldü. İspanya salgınla mücadele için özel kurumlar dahil tüm hastaneleri ve sağlık hizmeti veren tüm kuruluşları devlet kontrolüne geçirme kararı aldı. Yani bir anlamda kamulaştırdı.
Türkiye’de yıllardır darboğazın içine itilerek ekonomik olarak çökertilen, firmaların borçları nedeniyle malzeme vermediği kamu üniversite hastaneleri en önde göreve koşuldu. Sağlığın ticari değil kamusal bir hizmet olduğu bir kez daha görüldü.
AYNADAKİ EN NET GÖRÜNTÜ: SINIFSALLIK
Hastalık her sınıftan insana bulaşabilir ama risk oranı her kesim için aynı değildir. Zenginlerin aldığı önlemler el yıkamanın çok ötesine geçiyor; Özel doktorlardan hizmet almak, özel jete binip korunaklı bölgeye kaçmak vs.
Peki virüs yayılmasın diye yapılan ‘Evde kal’ çağrısı karşısında çaresiz olanlar kim?
Evde kalacak lüksü olmayanlar ile tuzu kuru olanların riski bir olabilir mi, virüs karşısında?
Evde kalanların evde kalmaya devam edebilmesi için evden çıkıp işe gitmesi gerekenler var: Fabrikalarda, üretim alanlarında çalışmaya devam edenler, evde kalanların siparişlerini taşıyanlar, marketlerde, eczanelerde hizmet vermeyi sürdürenler ve sağlıkçılar gibi.
Hepsi ama hepsi emekçi grubunda!
‘İki ay kapattık’ deyip evinde oturma lüksü, bütçesi olmayan küçük esnafla zincir market sahibinin riski aynı mı?
Hükümetin, virüsün yol açacağı zararları telafi etme iddiasıyla hazırladığı ekonomik paketin içeriği bile oldukça sınıfsal.
Ekonomik kalkan adıyla duyurulan paket işten çıkarılacak işçileri, işsiz kalacak emekçileri, kendini zar zor geçindiren küçük esnafı hiç dikkate almadı.
Ücretsiz izne çıkarılanlara koruma yok. Elektrik, su, doğal gaz ödemelerinin belli bir süre alınmaması gibi yoksulları rahatlatacak düzenleme yok. Fakat, konut alımında kredi kullanım oranını genişleterek müteahhidi gözeten madde var.
Paketin çözümü bile işçiye yük! İşçinin işsizlik sigortasını önceden gasbeden kısa çalışma ödeneği gibi. Patronların kaybını telafi etmek için üretim başladığında mesai ücreti almadan günde 3 saat patron için fazladan çalışmanın paketin içine sokulmuş olması gibi.
Oysa ortada işçiler emekçiler açısından vahim bir tablo var. Türkiye’de istihdam edilenlerin yüzde 56’sı hizmet sektöründe yer alıyor. Çoğunluğu şimdi geçici işsizlikle karşı karşıya. 200 bin dükkan ve mağaza kapandı. Bu da demektir ki 1 milyona yakın insan işsiz kaldı. Kara kara düşünüyor ailesine ne yedireceğini, nasıl geçineceğini. Eğer bu salgın haziran ayına kadar sürerse en az 1 milyon vatandaş da turizm sektöründe işsiz kalacak. Virüs salgınına bir de korkunç bir işsizlik salgını eklenecek. Ve ortada hükümetin buna çare üretecek ekonomik bir programı yok.
AYNADAKİ GÖRÜNTÜ 3: BİLGİ ÇAĞINDAKİ BİLGİSİZLİK
Avrupa salgına karşı önlem almakta gecikirken gecikmeyi belirleyen şey Avrupa’nın bilgi ya da bilgisizliği değil sermayenin ürkütülmemesi refleksiydi. Misal ekonomisi ‘iyi’ gitmeyen İtalya turizm gelirine çok bağlıydı ve turizm etkilenmesini göze al(a)madığı için sınırları kapatmakta ağır davrandı. Sonuç ortada!
Ülkelerin tutumu bilinçli bir tercih. Peki ya bireylerin ki?.. Bilgi çağında ‘bize bir şey’ olmazdan, market raflarını boşaltmaya çok çabuk savrulunduğuna tanık olduk. Nedeni; bilinmezlik! Bilgi olmadığında geriye riski hafife almak ya da abartmak gibi bireysel tercihler, bireyin gerçekleri kendine göre yorumlaması kalıyor. Dakika dakika salgın haberi ve programları izlemek bilgilenmeyi mi sağlıyor yoksa kaygıyı mı tetikliyor. Medyada “uzman” unvanı taşıyanlar bilimsel bilgiler mi veriyor yoksa ‘şarlatanlık’ mı yapıyor? Bunun süzgeci ne?
Bilgi çağındayız. Lakin kimse virüs karşısında tatmin edici bir şekilde bilgilenemedi. Serbest piyasa bilgileri serbestleştirmedi. ‘Mutlak doğru ve mutlak bilgi yoktur’ söylemiyle bilimi ve uzmanlığı değersizleştiren postmodern anlayış virüsteki bilgi çeşitliliğinin ‘bilgi kirliliği’ yaratması karşısında sessizleşti. Ha keza dinsel çıkışlar da... İtalya’da da, Türkiye’de de önce benzer çıkışlar geldi! İtalya’daki, “Nasıl yani? Tanrı’ya en çok ihtiyaç duyduğumuz böyle bir durumda kiliselerin kapılarını mı kapatacağız?” itirazına Türkiye’den “Dua edelim, dua ile virüs belasını püskürtelim” çağrısı eşlik etti.
Dinsel çıkışlar İtalya’da, bir din görevlisinin aktardığı gibi, “Ağladık, uyuyamadık ve sonunda gerçekten de ibadethaneleri kapattık” ile Türkiye’de de camilerin geçici süre ibadete kapatılmasıyla sonlandı. Virüsün kilise şapel, cami, mescit, sinagog, havra, cemevi ayırmadığı ve virüsle dua ile mücadele edilemeyeceği görüldü.
İnsanlar hükümetlerin, bilim insanlarının, toplum sağlığının durumuna ve geleceğine ilişkin planlar yapabilen uzmanların önerilerinin ışığında karar vermesini talep eder hale geldi. Türkiye’de de salgın sonrası oluşturulan Bilim Kuruluna tek adam yönetiminin müdahale etmemesi temennisi öne çıktı! Bilim Kurulu iktidarla arasına güvenli siyasi mesafe koyamadığı oranda da güven kaybetti.
Süreç kamusal sağlığın öneminin kavranmasına bilimin önemsenmesini de ekledi.
AYNADAKİ GÖRÜNTÜ 4: EKONOMİNİN KELİ GÖRÜNDÜ
Virüsün yayılmasıyla uluslararası ticaret ağır bir darbe yedi. İthalat ve ihracattaki bu düşüş ülkelerin sanayi sektörlerini etkiledi. İflaslar, borsa kayıpları birbirini izledi. Turizm gelirleri gerilemeye devam ediyor, uçuşlar iptal edildikçe hava yolu şirketleri zor durumda kalıyor. Sonuç olarak ülke ekonomilerinin ve dolayısıyla dünya ekonomisinin büyüme hızındaki yavaşlama kaçınılmaz hale geliyor.
Özellikle sanayileşmenin/ ticarileşmenin, tedarik zincirleri ağının, finansal işlemler hacminin ve hızının bunca yaygınlık ve ivme kazandığı 21. yüzyıl dünyasında başka türlüsü de olamazdı. Fakat bugün dünya kapitalizminin yaşadığı ekonomik durgunluğu virüsün getirdiği arz talep düşüklüğüyle açıklayamayız. Suudi-Rus kapışması sonucu petrol fiyatlarında yaşanan düşüş de virüsle açıklanamayacağı gibi petrol fiyatlarındaki düşüşün kendisi de yaşanan krizin belirleyeni değil. Bunlar krizi derinleştirebilirler fakat açıklamazlar.
‘Koronavirüs kriz getirdi’ denemez ama ‘Ekonomik sistemin takkesini uçurdu kel göründü’ tespiti yapılabilir. Dünya ekonomisinin bu yıl yüzde 2.5 civarında büyüyeceği (durgunluk seviyesi) öngörüleri yapılıyordu. Küresel krizi durdurabilmek için piyasaya sürülen bol doların ülkeleri fazlasıyla borçlandırdığı, üretimi istenilen düzeyde canlandırmazken yeni finansal balonlar yarattığı ve her an patlayabileceği de tartışılıyordu. Ticaret savaşları, şişen balonlar, uzun süredir durgunluk alameti olarak petrol fiyatlarında yaşanan düşüş ve inişlerin yolunda gitmediğinin göstergesiydi.
2008 küresel ekonomik yangınını söndürebilmek için piyasaya sürülen trilyon dolarlar, 2013-2014 yılından itibaren geri çağrılıyordu. Şimdi yeniden saçılıyor. Zira aynı sonuç zor! ‘Gelir eşitsizliği uçurumunu’ borçlanma politikası ile doldurmak artık mümkün olamıyor. Bugün borçluluk üzerine kurulu sistemde şirketler de dayanıksız hale geldi. Yüksek borç ve düşük gelir düzeyi en küçük sarsıntıda sistemi allak-bullak ediyor.
Virüsle beraber, zaten kırılgan durumdaki kapitalist küresel ekonomide panik işaretleri yayılıyor, ekonomik kırılganlık daha da artıyor. Koronavirüs insanların canı yanında bazı şirketlerin de sonunu getirecek. Binlerce insanın ölümünün yanı sıra birçok şirketin iflasına tanıklık edilecek. Küresel sisteme bağımlı ekonomiler açısından sonuçlar daha da vahim olacak. Açlık, yoksulluk, işsizlik gibi milyonların hayatını etkileyecek olumsuz gelişmelerin habercisi yaşananlar.
* Aylık sosyalist teori ve politika dergisi Teori ve Eylem’in nisan sayısında yayımlanacak olan yazıdan kısaltılarak alınmıştır. Dergi için bakınız
- Et ithalatı da sürer gıda pahalılığı da 08 Kasım 2024 11:17
- Türkiye BRICS’te de kapıda bekletiliyor, kapının ardı cennet değil ki! 24 Ekim 2024 13:08
- Bütçenin özeti: Hem yakacak hem kıracak 19 Ekim 2024 07:06
- Şimşek’in haraç şovu 16 Ekim 2024 04:57
- İTO Başkanı ‘şeytan’ taşlatıyor! 09 Ekim 2024 04:39
- Patronlardan 21. yüzyılda 19. yüzyıl talepleri: Bir adım ötesi zincire vurmak 28 Eylül 2024 06:47
- Erdoğan’ın ABD temasları: Mesaj mı yoksa yalvarış ve temenni mi? 26 Eylül 2024 06:27
- Fiyatlar artarken enflasyon düşüşünün yorumu: Kağıt üstünde düşüş, kemikte hissediş 04 Eylül 2024 05:53
- Vergi listesindeki 3 çeşit yüzsüzlük 29 Ağustos 2024 05:34
- Çin istilasına yol! 27 Ağustos 2024 05:10
- 12 şirket neden Varlık Fonu’na devredildi? 22 Ağustos 2024 04:55
- Bir programın keskin bıçağı, ‘az çalışacağız’ diye pazarlanıyor 20 Ağustos 2024 05:00