02 Nisan 2020 00:46

"Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!"

İstanbul'da koronavirüs (Kovid-19) salgını dolayısıyla alınan önlemler sonrası yüzünde maske ve kafasında bone ile dükkanın önünde duran fırıncı.

Fotoğraf: Şebnem Coşkun/AA

Paylaş

Eskiler, “doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar!” diye bir söz aktarırlardı. Ölçünün köy olduğu zamanlara ait olmalı diye düşünülse de, çıkar farklılıklarının olduğu, toplumların sınıflara ayrıldıkları  tüm zamanlara adapte edilebilir türdendir bu yargı. Egemenin ve ezilenin; sömürülenin ve sömürenin olduğu koşullarda, egemen olan, kendisine karşı söylenmiş olanın doğruluğuna bakmaz, bastırmaya, etkisiz kılmaya çalışır. Söyleyeni kovar!

Şimdi, yukarıdaki vurguyu yapanların en çok da egemen sınıfın sözcü ve temsilcileriyle onların televizyon ekranlarında ve gazete sütunlarında arz-ı endam eden yazar ve yorumcuları olduğuna göre, kovma işi kuvvetle muhtemeldir ki, sonraki zamanlara kalanların dönüp üzerine tartışmalar yapacakları denli çoğul karakter gösterecektir.

Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak; evet, oldukça doğru bir tespit! Bu durumda, eskinin-yani mevcut olanın ne olduğunun bilinmesi; öyle kalmayacak olanı da açığa kavuşturacaktır.

İnsan hayatıyla ilgili, nesnel olgusal bir gelişme; maddi nesnel bir gerçek; yani Koronavirüs-ve salgını, temelli olacak olanı da çağrıştırır büyük ölçekli değişimlerin beklenmesi gerektiğini düşündürmüş ve gelecek korkusunu da içermek üzere tartışma alanına çekmiştir.

Alanında olduğumuz, bizi ilişkiler bütünlüğüyle çepeçevre saran toplumsal koşulların kapitalist karakterini kimse inkar edemez. İnsan yaşamının uluslararası alanda bir virüs nedenli olarak böylesine “önemsendiği” ve evrensel ölçekli olarak tartışıldığı başkaca zamanlar olduysa da (veba, sıtma, grip vs.), bugünün kuşakları açısından ancak soyut bilgi olarak ulaşılabilir geçmişte kaldığından, bugünkü somut, vurucu-öldürücü gerçeğin daha öretici olduğu düşünülebilir. Rekabete ve kâra; yani sömürüye ve onun kim tarafından daha fazla gerçekleştirileceğini belirleyici “birbirini yeme”ye dayanan bir sistemin, insan yaşamını da kâr’la bağlı olarak değerlendirdiği bir kez daha açığa çıkmış durumda. Burjuvazi, kapitalizmin en ileri düzeyde geliştiği ülkeler dahil her yerde kârı; daha çok kârı; tekel kârını gözettiği ve üretim araçlarının mülkiyetine sahip egemen sınıf konumuyla bunu garanti ettiği için, toplumsal yaşamın kâr getirici temelde örgütlenmesini çıkarlarına uygun görür. Beslenme, barınma, sağlık ve eğitim gibi  insan türü için zorunlu yaşam gereksinimi olan bütün alanlardaki ‘üretim’in kâr esasına bağlanarak örgütlendiğini; şimdi evlerine kapanmaları istenen kalabalıklar -biraz kafa yorarlarsa eğer-daha iyi görebilirler. İşçinin, emekçinin, kent-kır yoksulunun sağlığını önemseyen bir sistemde, sağlıkta özelleştirme yapılmaz; sağlık ve eğitimin her kademede parasız ve herkes için ulaşılabilir olmasını sağlamak öncelikli iş olurdu. Emek gücünün yarattığı kaynaklar savaşa, silaha, özel servet yığımına değil toplumsal hizmete; insanların daha iyi ve mutlu yaşamaları için kullanılırdı. Ama kapitalizm ve burjuvazi açısından öncelik sermayenin nasıl daha fazla büyüyeceğidir. Bir dönem, sosyalizmin yayılmasından duyulan korkuyla ve emekçilerin mücadelesinin bu düzeye ulaşmasını önlemek üzere sağlıkta ve eğitimde izledikleri “sosyalleşme”yi, ilk fırsatta söküp attılar. Yeni bir salgın karşısında içine düştükleri açmazın saklanamaz hal alması, “kamulaştırma” yönünde laflar etmelerine dahi yol açmışsa, tercihten değildir. “Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” söyleminin kapitalist yönetimler açısından ekonomik-sosyal-politik boyutlarıyla bir değişimi ne ölçüde içerdiği belirsiz olsa da, dünya ölçekli bir salgın hastalık nedeniyle uyarılmış olan can ve mal kaygısının giderek arttığı bir ortamda, gelecek korkularıyla da ilişkili olmak üzere, yığınlara da ‘dikenli bir dal uzatma’yı zorunlu saymaktadırlar.

İçinde bulunulan durum çünkü sadece can ve mal kaybını kaçınılmazlaştırmıyor. Büyük bir ekonomik bunalımın ‘acı sirenleri’ çalmaya başlamıştır. Trilyonlarca dolar, avroya da sterlin basıp sermaye tekellerine dağıtmak sorunu çözmüyor. Umutsuzluk ve güvensizliğin sonuçlarından ürküyorlar. Fabrika, işyeri ve kurumlardaki emekçiler, kendi yaşamlarının “aman dikkat edin, hijyene önem verin!” öğütlerinin, kendi nesnel koşullarıyla uyumsuzluğunu görüyorlar. Sağlık emekçileri, alkışlamayla geçiştirilecek bir durumun olmadığını; aksine ölüm ve ölümüne çalışma koşullarıyla yüz yüze bulunduklarını; hastalıkla mücadele araç, ilaç vb. malzeme dahil koşullardan yoksun olma çaresizliği içindedirler. Küçük üreticiler bir daha üretemez duruma düştüklerini bilecek denli üretimin ve ticaretin kurallarını öğrenmişlerdir. Evlere kapanan ve belki de daha da kapanması gereken –ve bunu böylesi yayılma gücü bulunan hastalıklar karşısında bir önlem olarak algılayabilen insanlar, geçim zorluğuyla giderek artacak şekilde yüz yüze kalacaklardır. İşsizlik ve yoksulluk artacak, bu da ek hastalıkları olası kılacaktır. İşsiz, aç ve yoksul insan yığınlarının nelere “kadir olduğu” ise, tarihteki örneklerinden bilinmektedir.

Yani, eskisi gibi evet olmayacaktır: işçi ve emekçiler daha fazla yoksullaşacak, hastalık nedenli kayıplar asıl olarak bu kesimler tarafından verilecek, küçük üreticiler kitlesel iflaslara muhkum olacak, yığınsal tepkiler güncel hükümetlerin değişimine yol açabilecek, burjuvazi, uluslararası alanda sürdürdüğü neolibelar saldırı politikalarını eskisi denli kolayca sürdürmekte zorlanacak, sağlıkta ve eğitimde yeni araçların devreye girmesi, yeni yöntemlerin bulunması dahil, kısmi iyileştirme tedbirlerinin alınmasına zorunluluk doğacaktır.

Ancak bunların hepsi bu sistemin kendi sınırları içindeki değişiklikler kapsamındadır. Sömürü ve baskı; sınıf çıkarlarınca belirlenmiş haliyle devam edecektir. Ve Koronavirüse ilaç bulunursa-ki bulunacaktır-, insani kaygılarla bir rahatlama söz konusu olsa bile, işçi sınıfı ve kent-kır emekçileri daha incelikli sömürü yöntemleriyle ve kapitalistlerin bu sürede kaybettiklerini daha hızlı bir verimlilik artışıyla geri kazanma çabalarıyla yüz yüze olmaya devam edeceklerdir. Oysa sorun bu koşulların son bulması gerekliliğini görerek bunun için güç biriktirmeyi başarmaktır.

Toplumsal değişim evet kaçınılmazdır. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Ama ‘eski’den kastın ne olduğunu bilmek şarttır. Değişimin sömürülen ve ezilen sınıf ve kesimler yararına olması için proleter ve emekçilerin bilinçli değiştirici eylemine ihtiyaç vardır. Günün koşulları güncel ise, zorunlu çalışmayı gerektiren(ilaç-sağlık-temel gıda ve su vb. gibi) bazı dallar hariç tüm işlerin durdurulup bütün emekçilerin gereksinimlerinin devletçe karşılanmasını acil istem haline getirmiştir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa