Doğa ve insanlık adına
Dünyanın tek gündemi, hızla yayılmayı sürdüren Kovid-19 salgını. İnsana ait bütün faaliyetler, etkinlikler ya tamamen durdurulmuş ya da mümkün olan en alt seviyeye çekilmiş durumda.
Bir yandan salgının önü alınmaya çalışılırken, diğer yandan salgın sonrasında bizi nasıl bir dünyanın, nasıl bir hayatın beklediğine dair öngörüler, tahminler dile getiriliyor. Şimdiye dek pek çok gelişmenin/olayın ardından kullanıldığı için pelesenkleşmiş ve neredeyse içi tamamen boşalmış olan “Bundan sonra artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” cümlesi ilk kez gerçek anlamda karşılığını bulacağa benziyor…
Gözle görülmeyecek kadar küçük bir yapının sebep olduğu can kayıpları ve yürek paralayıcı manzaralar, zihinlerde güçlü sarsıntılarla birlikte pek çok soru işareti de yarattı…
“Şöyle güçlü ülkeyiz”, “Böyle lider ülkeyiz” şeklindeki atıp tutmaların virüs karşısında foyası dökülüverince, insanlar ister istemez bazı şeyleri sorgulamaya başladı. Kaynakların, doğa ve insan sağlığı için değil, hamasetin türlü çeşidiyle tahkim edilmiş uyduruk bir beka sorunu yolunda harcanmasının yıkıcı/yakıcı sonuçlarıyla yüzleşen insanların artık hayata eskisi gibi bak(a)mayacağı açık.
Savaş uçakları, savaş gemileri, füzeleri, tankları, topları, panzerleri, tüfekleri, İHA’ları, SİHA’larıyla böbürlenen devletlerin maske, test kiti, solunum cihazı, hastane ve doktor sayısı yetersizliği yüzünden içine düştükleri acizlik aslında acı gerçeğin net biçimde görünür hale gelmesinden başka bir şey değildi. O gerçek de, dünyaya hakim olan ve doğaya hammadde, insana ise müşteri gözüyle bakan sömürü temelli piyasacı düzenin, toplum sağlığını pek de umursamadığıydı … Böyle bir düzenin işleyiş mantığına göre sağlığı bozulan insanlar, özel sağlık hizmeti veren kurumlar için birer müşteriydi ve sayıları sürekli artmalıydı.
Toplumsal yaşamın hemen her alanı özelleştirilip üzerinden para, kâr, rant elde edilecek hale getirilirken kamunun sağlık altyapısı ve organizasyonuna kim önem ve öncelik verirdi ki?
Oysa silaha, savaşa, gülünç milliyetçi-militarist şovlara ayrılan kaynaklarla binlerce insanın hayatı kurtarılabilirdi…
Spor da, endüstriyelleşmesiyle orantılı olarak kaynakların gereksizce/sorumsuzca harcandığı ve piyasa denilen görünmez elin kimilerine astronomik paralar kazandırdığı müsriflik alanlarından biri.
İnsanlar basit sağlık ekipmanlarının yetersizliği yüzünden canlarından olurken, özellikle futbolda -elbette ki çok daha fazlasını kazanmak hesabıyla- harcanan devasa paralar, çarpıklığın spor alanındaki yansıması… Son derece acıklı bir insanlık tablosu karşısında, futbolun marka değerini korumaktan ya da Avrupa’nın en büyük bilmem kaçıncı futbol bütçesine sahip olmaktan söz etmenin utanmazlıktan, vicdansızlıktan ve çürümüşlükten başkaca bir anlamı olabilir mi?
Şirketleri, sponsorları baş unsur, yüksek ekonomik beklentileri ise temel hedef haline getiren bir yaklaşımın, sporun ruhunu barındırdığı söylenebilir mi? Orada da kitleler, fanatizm ile birlikte insanüstü özellikler atfedilerek mitleştirilen birtakım sporcular üzerinden uyutulup sömürülüyor...
Salgın musibeti, kapitalizmin her alandaki çarpıklıklarının saklanamaz ve çok acı biçimde ortaya çıkmasını sağladı. Lakin daha öncekilere hiç benzemese bile kapitalizm her zaman yaptığı gibi bu krizi de fırsata dönüştürmeye çalışacaktır. Çünkü sömürmeden yani kâr, rant elde etmeden yaşayamayacağını biliyor. Ne yazık ki bu konuda çok yetenekli ve deneyimli olduğu da yadsınamaz.
Bizim umudumuz ise sorgulamaların dayanışmaya dönüşerek hesaplaşmalara, ardından da büyük toplumsal değişimlere doğru yol alması…

Evrensel'i Takip Et