İşçiler modern köleler mi?

Şu salgın günlerinde sorulması gereken zorunlu bir soru var; bu soru işçiyle köle arasında ne farkın olduğu sorusudur. Köleci toplumda köle sahipleri kölelerin sahibiydi, onları üretimde çalıştırıyor, üzerlerinde onları gerekirse öldürmek dahil her türlü tasarrufta bulunabiliyorlardı. Yani hakları sınırsızdı. Kapitalist toplumda ise işçiler hukuki olarak özgür insanlar ve iş güçlerini belirli bir anlaşma karşılığında ücretle patronlara satıyorlar. İş günü genel olarak 8 saat kabul ediliyor.

İzolasyonun temel önlem olduğu ilan edilen korona salgını günlerinde, zorunlu olan bazı üretim dalları -sağlık malzemeleri, gıda, dezenfeksiyon, bunları ulaştırma vb.- dışında üretimin yapılmaması gerekiyor. Ama iktidarlar ve patronlar üretimin ekonominin motoru olduğunu söyleyerek durmaması gerektiğinde ısrarlı davranıyorlar ve pek çok dalda üretim devam ediyor. Ekonominin motoru üretim, üretimin motoru ise işçiler. İşçiler salgında canlarından olma pahasına, üstelik hemen hemen hiçbir tedbir alınmadan çalıştırılıyor. Egemen sınıf, yani kapitalistler, düz tarifiyle patronlar sadece işçiler üzerinden artı değer sömürüsü gerçekleştirmekle kalmıyorlar, onların yaşamları üzerinde de tam bir tasarrufta bulunuyorlar! Komünist Manifesto, 19. yüzyılın ortasında işçilerin zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri olmadığını ilan etmişti. Bugün kapitalizm onları zincirle sadece üretime ve sömürüye değil, aynı zamanda canlarını da kaybetme tehlikesiyle ölüme bağlıyor.

Bunun adı ücretli kölelikten tam köleliğe dönüş, işçilerin köleleştirilmesidir. Sermaye ve onun iktidarları ülkede ve hemen hemen tüm diğer ülkelerde bu yönde aşırı bir zorlamada bulunuyorlar ve işçiler eğer direnişe geçmezlerse çalışmaya zorlanıyorlar. İşçileri ve hemen hemen tüm toplumu “sürü bağışıklığı” -sürüye saydılar bizi gerçek oldu!- yöntemine, yani Türkçesi ile ölen ölür, kalan sağlar bizimdir yöntemine mahkum ediyorlar. Ayrıca ülkemizde koronanın derinleştirdiği kriz nedeniyle işten atılan işçiler açlıktan ölmeye mahkum ediliyor. Sermaye ve iktidar tam izolasyon koşullarını sağlayarak, eve kapattıklarının her türlü ihtiyacını karşılamak yerine onları ya çalışmaya ve hastalığa, ya da eve kapatarak açlığa ve ölüme mahkum ediyor.

Hani fabrikalarda robotlar çalışacaktı, üretimi onlar gerçekleştirecekti? Hani sanayi 4, nesnelerin interneti, yapay zeka her şeyi değiştirmişti? Bilim ve teknoloji o kadar gelişmişti ki zorlu sorunlar kestirmeden bir çözüme bağlanacaktı? Gen teknolojisi yaygınlaşıyor, ilaç geliştirmek çocuk oyuncağı oluyordu! Korona hayal ve gerçeği birbirinden acı bir biçimde ayırdı. Aşı için en az 1 yıl deniliyor. İlaç deseniz deneme yanılma yöntemiyle kullanılıyor. Önlem mi dediniz? 14. 15. yüzyılın karantina yöntemleri neyinize yetmiyor? Evet her şey kara mizah gibi! Bilimin ve tekniğin abartıldığı kadar olmasa da geliştiği, bu gelişmenin de sermayenin lehine kullanıldığı bir gerçektir. Bu nedenle kapitalizmin, kapitalist uygarlığın insanlığı mahkum ettiği sonuçlar da bunlardır.

Bunların üzerine bir de ülkenin kendi özgünlükleri biniyor. Gelişmiş, emperyalist devletler ve sermaye işçi ve emekçilerden, dünya halklarının soygunlarından elde ettiği paralardan küçük bir kısmı şu sıralar “paketler” açarak kendi halkına sunuyor. Paketin büyüğü ise her zaman olduğu gibi sermayeye. Onlar bu paketlerle kaz gelecek yerden tavuğu esirgemiyorlar.

Bizde ise çaresizlik ve yoksulluk içinde bir çıkış yolu, bir çare arayan halka ve işçilere ‘Elleri cebe atın’ deniliyor, pek çok durumda zorlama yöntemlerle “bağış” toplanıyor. İşçi ve emekçinin buraya verecek bir parası bulunmuyor. Toplanan paraların ise ihtiyaç sahiplerine aktarılacağının bir garantisi bulunmuyor. Belki de garantili yolların, köprülerin, hastanelerin, tünellerin sahiplerine aktarılacak! Belki de malum vakıflara, derneklere vb. Çoğu da dış borç ve faiz ödemelerine! Bağımlılığın bir bedeli de bu! “sürünün” derisi yüzülüyor, hem de birkaç kez. Bu katmerli kriz ortamında ne garanti ödemelerinde, ne borç ve faiz ödemelerinde bırakalım ödenmeyeceğinin açıklanmasını, erteleme bile yapılmıyor.

Bu düzen her tarafından pis kokular saçarak çürüyor ve ayakta ölüyor. Çözüm ve çare olarak faşizme de kapıyı aralayacak olan Keynesciliğin yeni versiyonları ortalığı doldurmaya başladı. Ama görülmüyor mu ki sağlıkçıların fedakarca çalışması bir yana, kamu hastaneleri malzeme eksikliğinin en fazla çekildiği, yönetim olarak en keyfi uygulamaların olduğu  yerlerdir! Kamunun hükmü, kamunun hangi sistemde, kimin tarafından, hangi sınıf için yönetildiği ile sınırlıdır. Kuşkusu olan varsa kamu bankalarının durumuna da bir baksın. Onlar da özel sermayenin yedek fonları olarak çalışıyor. Egemen sınıflar ve onların devletleri aslında bizden size hayır yok yenisine bakın diye bas bas bağırıyorlar.  

Kesin çözüm ve çare sermaye egemenliğinin tasfiye edilerek, sınıf egemenliğine son verilmesinde, üretim araçlarının toplumsallaştırılmasındadır. Bu koşullarda kamu ancak yeni bir anlayış ve içerikle böyle yeniden organize edilebilir. Bu sadece ücretli köleliğe son vermeyecek, aynı zamanda sağlığı ile, doğasıyla, iklimiyle, suyuyla, insanlığı da bugünkü çaresizlikten ve rezillikten kurtacaktır. Kimsenin kuşkusu olmasın, bütün bu yaşananlar işçi ve emekçilerin bilincine yıkıcı bir virüsün girmesini kolaylaştıracaktır. Bu virüsün özelliği işçi ve emekçiyi birleştirmek, ama sömürücü egemen sınıfları kesinlikle toprağa gömecek özellikler taşıyor olması olacaktır.

Evrensel'i Takip Et