Geevreeekkçiii...
Fotoğraf: Özer Akdemir
Daha 50 yaşındaydı ve saçlarında bir tane bile siyah tel kalmamıştı. Uzaktan yaşlı bir ağaca benzettiği kara bulut tam üstüne geldiğinde başını yukarı kaldırıp da bakamadı. Kafasının üstünde, gazete kâğıdı ve hasırdan yaptığı altlığa oturttuğu yuvarlak tepsinin içinde gevrekleri vardı.
Bu altlıkla sanki başının üzerinde hiçbir şey yokmuşçasına rahat yürürdü Cemil. Tabii yılların deneyimi de vardı bunda. İçinde 70-80 tane gevrek bulunan ve sürekli suyun üzerindeymiş gibi sallanan tepsiyi dengeli bir şekilde başının üzerinde tutmak kendisi gibi gevrek satanların zaman içinde kazandığı bir ustalıktı.
Sağ omzuna ise yorulduğunda ya da uzun zaman bir yerde kalacağında tepsiyi üzerine koyduğu ayaklığı takmıştı. Bir süre sonra yağmur damlalarının tıp tıplarını duydu. Üzerlerine şeffaf bir naylon gerilmişti gevreklerin. Cemil evden çıkmadan önce havanın kasvetine bakarak önlem olsun diye naylonu gevreklerin üzerine örttüğüne sevinemiyordu bir türlü. Eskiden olsa bu öngörüsü için kendisini kutlardı. Oysa bugün bir tane bile gevrek satamamanın sıkıntısı vardı içinde. “Geevreeekciiii” diye diye tek tük yağmur damlalarının atıştırdığı boş sokaklarda, gözü yüksek katlı apartmanların pencerelerinde kendine seslenen birilerini arayarak yürüdü...
***
Üç gündür işe çıkamıyordu Cemil. “Evde kalın, zorunlu olmadan dışarı çıkmayın” diye anons yapan polis otosu günde en az iki kere evinin bulunduğu dar sokağa kadar giriyordu. Az ötedeki camiden de her gece aynı saatte biri ölmüş gibi Kur’an okunmaya başlayınca çoluk çocuk tüm ailenin yüzüne bir korku ve endişe gölgesi gelip çöküyordu. Kur’an’ın ardından imamın “Allah milletimizi bu illetten korusun. Mümin kardeşlerim, sizler de zorunlu olmadıkça evinizden çıkmayın” sözleri geliyordu ki Cemil tam burada korkuyu endişeyi bir yere bırakıp sesli sesli söyleniyordu; “Ülen deyyus, iyi de evde ne yiyip içeceğiz! Boş boş konuşup her ay cebine 5-6 bin lirayı koymasını biliyon. Sana göre ne var! Biz ne kaynatacaz evden çıkmazsak tencerede, onu da deyiver gari pabucumun imamı!”
Elinde her daim tığların, millerin renkli renkli ipliklerle dans eder gibi işlediği bir örgü olan eşi, Cemil’e imama karşı söylediği bu sözler için ayıplar gibi bakıyor ama hak da veriyordu. Ne yiyip içeceklerdi gerçekten! Köyden gelen tarhana bulgur biraz daha idare ederdi hadi ama patates, soğan, yağ, tuz, ekmek lazımdı her gün. Elektrik, tüp, su parası, ev kirası...
Et ayda bir girerdi zaten tek kulpu kırık yoksul tencerelerinin içine. Onu bile temizliğe gittiği evdeki hanımı vermişti. Haftada bir kere de tavuk haşlanırdı. Eti bulgur pilavına doğranır, suyuna çorba yapılır, kalan suyu da kavanoza konup buzdolabında saklanırdı. Ayda bir yarım kilo kıyma ya da kuşbaşı alırken kasaptan ilikli haşlamalık kemik isteyebilirdi Cemil. Kasap bu kemikler için para almazdı. Cemil de bu yüzden ancak ayda bir isteyebiliyordu ilikli kemiği.
Oturdukları tek katlı gecekondunun etrafı yüksek binalarla çevriliydi. Üç dört yılda pıtrak gibi çoğalmış, heyula gibi tepelerine dikilmişti binalar. 50 yıllık Karacaoğlan Mahallesini dört yanından bir kurt gibi kemire kemire kendi evinin bulunduğu yere doğru yaklaşıyordu binalar. Üstüne üstüne geliyordu apartmanlar, kabuslarına giriyor, uykularını kaçırıyordu.
Cemil’in ev sahibi bereket Almanya’daydı. Ne bu binaların farkındaydı adam ne memlekette olan bitenin. Ya mahalledeki herkes gibi müteahhitlere satacak olursa evi ne yaparlardı!
Senede bir gönderirdi kirayı Cemil. Toplu para vermek çok zor gelirdi ama çevresindeki diğer evlere göre neredeyse yarısı kadar bir kira verdiği için ne eder eder denkleştirir, bankadan ev sahibinin hesabına gönderirdi parayı.
Her sene çok az zam yapardı ev sahibi. 7 yıl önce evi ilk kiraladıkları yıl görmüştü adamı. 60- 65 yaşlarında, beti benzi soluk, gözlerinin feri sönük, beyaz tenli, zayıf bir adamdı. Cemil ve iki küçük çocuğuna evi kiralarken, “bu ev rahmetli babamdan kaldı. Çocukluğum burada geçti. Satmaya yüreğim elvermiyor. Anılarım, çocukluğum, gençliğimin izleri var hâlâ her taşında, sokağında. İstediğiniz kadar oturun, ev göçmesin, bacasından duman çıksın, penceresinde ışık yansın yeter. Civardaki evlere verilen kiranın yarısını verin, senede bir de şu hesaba gönderin” dedi. Cemil kiranın yıl dönümü geldiğinde Almanya’daki adrese mektup yazıp, “Selahattin abi geçen sene 300 liraydı kiramız. Bu yıl ne kadar yapalım?” diye sordu. “320 yeter” yazdı ev sahibi.
***
Eve kapandıklarının üçüncü günü çocuklarını uyandırmamaya çabalayarak saat altıda evden çıktı Cemil. Hava karanlıktı hâlâ. Buz gibi bir rüzgar boş sokaklarda önüne çıkanı acımadan dalayarak dolaşıyordu. Fırından gevreklerin çıkmasını beklemesi ve onları tepsiye dizmesi saat altı buçuğu buldu. Sokaklara çıktığında her zamanki gibi servis bekleyen işçilerin olduğu durağın yanındaki kahvehaneye yöneldi. Saat yedide gelirdi servis. İlk müşterileri de kahvehanede çaylarını içip servis bekleyen bu işçiler olurdu hep. Onlar da garibandı kendisi gibi. Aldıkları iki gevrek, bir dilim peynirle kahvaltılarını yaparlardı. İkinci bardak çaya verecek paraları bile olmazdı bazılarının. Cemil hemen tanırdı onları. Ürkekçe bir köşeye çekilir önlerine konan küçük bardaktaki çayı iki gevreğine katık edecek kadar azar azar içerlerdi.
Kahvehane kapalıydı ama sundurmasının altında yine on kadar işçi vardı. Bir tanesi bile gevrek almadı kendisinden. Elinde eldiven, ağzında maske vardı oysa Cemil’in. Yanlarına doğru yaklaşması bile tedirgin etti işçileri. Ayakları geri geri gitti. Cemil çok da sesini yükseltmeden “geevreeeekkk, sıcak gevrek” diyerek bekledi bir süre daha. Servisin gelmesine yakın sürekli kendisinden gevrek alan genç bir işçi “Abi kimse cesaret edip dışarıdan bir şey almıyor şu sıralar. Yanlış anlama ama bu aralar gevreklerinden alamayız” dedi uzaktan.
Eli boş ayrıldı duraktan Cemil. Yüksek apartmanların bulunduğu bloklara gitmeden önce iki katlı göçmen evlerinin dar sokaklarında dolaştı bir saat boyunca. Daha bir hafta öncesine kadar gevrek tepsisinin üçte birini sattığı bu sokaklardaki evlerden, perde aralarından korku ile ve biraz da meraklı bakışlarla baktılar kendisine. Onun “geevreeekkkkciii” diye seslenişi, sanki yüz yıl öncede kalan günleri hatırlattı insanlara. Cemil evlerinin önünden geçtikten sonra perdelerini açıp eski, sağlıklı, neşeli zamanlar önlerinden “geevreeekkkciii” diye geçiyormuş gibi hüzünle baktılar ardından. Bir tane pencere bile açılmadı, bir kişi bile gevrek almadı!...
Cemil öğleyin pes etti. Sadece üç tane gevrek satabilmişti o süre içerisinde. Onları da, anaları babaları sokağa nasıl bırakmışlarsa artık, dünyayı umursamadan bisikletlerini bağrışa çağrışa süren üç çocuk aldı.
Fırıncı elinde gevrek dolu tepsiyi boynu bükük önüne koyan Cemil’in kalan tüm gevreklerini iade aldı ikiletmeden. “İşimiz zor bugünlerde Cemil. Boş ver, her şeyin başı sağlık arkadaş” dedi.
Cemil yine de umutlu, güler yüzle döndü evine. Gevrekleri elinde kalmamıştı hiç olmazsa. Elbette geçecekti bu koronavirüs günleri de. Yine sokaklarda ağzında maske, elinde eldiven olmadan geeevreeekciiiii diye bağıra bağıra gezecekti. Öğleye kalmadan bir tepsi gevreği bitirecekti...
- Kıbrıs’tan Şam’a bir siyasal İslam okuması 16 Aralık 2024 04:35
- Siyasette dip temizliği 09 Aralık 2024 04:09
- Bu toprağın sonu!.. 02 Aralık 2024 04:33
- Doğa ve Direniş Öykülerinden çıkıp geldiler 25 Kasım 2024 04:12
- COP29 toplantıları ya da "Bir şey yapılıyor tiyatrosu": Tam bir zaman kaybı 18 Kasım 2024 04:20
- Kaz Dağları kardeşliği... 11 Kasım 2024 04:44
- Namlunun ucunda yaşamı savunanlar: Kırılırız ama eğilmeyiz!.. 04 Kasım 2024 04:51
- ‘Etki ajanı yasası’ ve Bergama köylüleri için kaynatılan cadı kazanı 28 Ekim 2024 04:51
- Bilimle dalga geçmenin bedeli 21 Ekim 2024 04:40
- Kapadokya'da balon turizminin görünmeyen yüzü ve balon emekçileri 14 Ekim 2024 04:32
- Mor çiçekli garganlar, arılar, mezarlar... 07 Ekim 2024 04:48
- Gediz bitti!.. 30 Eylül 2024 04:34