İktidarın sınıfsal mesafesidir asıl sorun
Kapalıçarşı'da sağlık taraması yapan görevliler
Fotoğraf: DHA
İnsanlık tarihinde “Korona günleri” diye anılacak olan bir dönemden geçiyoruz. ‘Tarihe tanıklık etmek’ dedikleri böyle bir şey olsa gerek. Adına ‘uzay çağı’, ‘robotlar çağı’ ya da ‘yapay zeka çağı’ vb. türlü isimler yakıştırılan uygarlığın, milimetrenin 3 milyonda biri çapında bir virüsle başı belada! Şimdilik önerilen en etkin önlem, evlere kapanılıp su ve sabunla sık sık ellerin yıkanması... Ve ‘sosyal mesafe’ diye adlandırılmış fiziksel temastan uzak durmak... Yeterince ironiktir herhalde; ışıl ışıl isimlerle pazarlanan çağın, milyonlarca yıllık su ve 5 bin yıllık sabundan medet uman çaresizliği... UNICEF verilerine göre, bugün dünya nüfusunun yüzde 40’ını oluşturan 3 milyar insanın, evlerinde su ve sabunla el yıkama imkânından bile yoksun oluşu ise asıl çaresizlik kaynağının ne olduğunu yeterince izah edicidir aslında.
Böylesi tarihsel dönemeçlerde bazı gerçekler çok daha çarpıcı olur. Gizlemek ve gizlenmek kolay olmaz. Kaynakların bölüşümüne yön veren, ürettiği eşitsizliği yöneterek yaşayabilen kapitalist sistemin insanı getirip bıraktığı bu çaresizlik halini çok daha ağırlaştıran bir zemin var Türkiye’de. Yıllardır, “İslamı yaşamımıza göre değil, yaşamımızı İslama göre ayarlayalım” felsefesiyle kurgulanmaya çalışılan toplumsal hayatın, böylesi bir salgın karşısında daha baştan yenik sayılacağı tahmin edilemez değildi herhalde. “Pekmez için yakalanmazsınız” türünden hafifsemeler, “Türk geni kuvvetlidir” şeklindeki milliyetçi sallamalar, şimdi “Milletçe bu belayı da yeneceğiz” hamasetine gelip dayandı. ‘Millet’e nasihat edilen ise “zorunlu olmadıkça evden çıkma, hayat eve sığar!”
Hayat eve sığar mı gerçekten? Sokaktaki simitçinin, tersanedeki işçinin, atölyedeki emekçinin ‘gündelik’ hayatını ‘eve sığdırmak’ kimin yükümlülüğü? Mesele, zorunlu olarak evden çıkması gerekenlere dair bir şey söylemek olunca, tık yok. Devlete bağış istemek dışında, onlara dair tek söz yok!
‘Sosyal’ yönü bitmiş tükenmiş, salgın günlerinde bile binlerce insanı umreye gönderebilmiş, ‘Cuma’lardan imtina etmeyi bile haftalarca zul saymış bir dinci kostümle ortalıkta salınan bir iktidardan çok şey beklenir de hayatını evine sığdırması için emekçiye meyletmesi beklenebilir miydi hiç?!
Buradaki sınıfsal duruş o kadar çarpıcı ki... Yakın zamanda, malum bölgenin koca koca kentlerinde aylarca sokağa çıkma yasakları koyabilen bir hükümetin salgın karşısında bundan uzak durması, ‘ekonomik çark dönmeli’ diyerek yüzbinlerce insanı hastalığın pençesine itmesinin tek nedeni, bu sınıfsallık işte.
Bu illet günlerinde, sağlık emekçisinin en basit maske ihtiyacını karşılamakta bile zorlanırken Kanal İstanbul ihalesini ihmal etmeyen ve bunu “salgınla mücadele ederken yatırımlardan vazgeçmemek hepimizin temel görevidir” şeklinde açıklayabilen bir devlet idaresi bu. “Temel görev”, yatırımmış! Fakir fukara, garip gurebanın payına düşen ise “çalışma hürriyetinin teminat altına alınması” oluyor herhalde. Az şey mi bu! ‘Evde kal’ çağrısı yapılırken, emekçilerin çalışma hürriyetlerine hiç dokunulmuyor. Vatandaş evde kalabilir ama siz çalışmalısınız! Çok mu gerçek üstü? Hayır, gerçeğin ta kendisi. Dedik ya, böyle dönemlerde gerçeği gizlemek zor.
Herkesi kapsayan genel bir karantinadan uzak durulmasının nedeni, çok açık ki sınıfsaldır. Çalışmak zorunda olan milyonların geçim yükünü devletin üstlenmemesi ve patronlara yüklemekten de kaçınmasıdır. Sorumluluğu çalışana yükleme, emekçinin temel ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak durma kaygısıdır. Güvenceli bir genel karantina, hükümete, evine kapattığı yurttaşların temel ihtiyaçlarını karşılama yükümlülüğü doğuracaktır çünkü. Bundan ısrarla kaçınılmaktadır.
Devlet, bu koşullarda bile görece ‘sosyal’ olmaya yanaşmamaktadır. Varlık temelindeki emekçi karşıtlığıyla insanlara ‘sosyal mesafe’ önerirken, araya koyduğu ‘sınıfsal mesafe’ ne kadar da çarpıcıdır. Bu sınıfsal mesafede, “Korona herkesi vurur, torpil geçmez, hepimiz aynı gemideyiz...” laflarının da bir hükmü kalmamaktadır. Doğrudur, Korona virüsü mikroskop altında gerçekten de ‘adil’dir, İnsan seçer bir doğası yoktur. Ama ‘etkileşim’ içine girince, yani insana bulaşıp bir nevi ‘sosyalleşince’, toplumsal yaşamın temel özelliğini o da üstlenir. Evet, toplumun sınıfsal gerçeği koronaya da yansır. Korona’nın sınıfsallığı, onun doğasında değil, onunla mücadelede ortaya çıkar. Evinde adeta korona testi partisi veren kodamanın görüntülerini izlemişizdir hepimiz. Herkes bu ölçüde test yaptırma olanağına sahip midir mesela? Herkes izolasyon koşullarında eşit midir? Milyonlarca insan ‘evde kal’ çağrılarına uyma koşullarına bile sahip değilken...
Sonuçta, virüs ‘demokrat’ da düzen demokratik değil.
Düzenin ekonomik-siyasal-sınıfsal habitatı hiç demokratik değil!
- 1 Mayıs, 10 Not 05 Mayıs 2024 04:46
- İstanbul seçimi, sazan sarmalı ve Zana’nın trajedisi! 29 Mart 2024 19:51
- Solun ayarını seçimler mi bozuyor, yoksa ayarlar bozuk mu zaten? 09 Temmuz 2023 04:40
- Sosyalistlerin muaf olma hali ya da kaybeden sadece "Burjuva muhalefeti" mi?! 25 Haziran 2023 01:55
- Yenilmek de direnerek olsun, teslim olarak değil! 21 Mayıs 2023 04:40
- 1 Mayıs notları ve 14 Mayıs imkânı 07 Mayıs 2023 02:19
- Tarihi seçimler ve solda sekterlik halleri 30 Nisan 2023 04:17
- ‘Ayşe Teyze’ler, Mahirler varken, seccade konsolidasyonu yeter mi? 09 Nisan 2023 04:56
- Ayhan Bilgen’in ‘yapıcı muhalifliği’ ve bir tür ‘itirafçılık’ hali! 02 Nisan 2023 04:48
- Şapkadan çıkan Erbakan ile ‘bize pusu kurdular’ diyen pusucu nereye koşuyor? 26 Mart 2023 04:40
- 20 Mart’a denk düşen ‘tesadüfler’ ve bir zorunluluk 22 Mart 2023 04:49
- Değişim enerjisi, kuyudaki Akşener ve ‘kazanacak aday’a ilişmek! 12 Mart 2023 10:16