Kim ödeyecek?
Who's going to pay for it? (Kim ödeyecek?) | Derrick Smit adlı Facebook kullanıcısının gönderisi
Koronavirüs tedavisi için yoğun bakımda bulunan hasta, zar zor soluyarak, kendisini solunum cihazına bağlayacaklarını açıklayan anestezi uzmanına soruyor: ‘Kim ödeyecek?’
Doç. Dr. Murat Birdal’ın, geçtiğimiz günlerde Twitter hesabından paylaştığı, İngilizce bir Facebook sayfasında yer alıyordu bu soru. Birdal, şu yorum ile birlikte paylaşmıştı: “Sağlık hizmetleri piyasaya bırakıldığında ortaya büyük bir insanlık trajedisi çıkıyor. Yaşanan salgın bize bu gerçeği her an hatırlatıyor.”
Birdal’ın paylaşımından o İngilizce Facebook sayfasına gittim. Amerika’nın en kalabalık şehri olan New York’tan Anestezi Uzmanı Derrick Smit yazmıştı. Şöyle diyordu Smit:
“Kim ödeyecek? Entübe edilmesi ve solunum cihazına bağlanması gerektiğini açıkladıktan sonra, hastamın bana ve ekibime, zorla nefes alıp verirken fısıldadığı son ifadesini asla unutmayacağım. Benzer durumdaki hastalar iyileşemediği ve onun da son fırsatı olabileceğini düşünerek, kendisi ile konuşması için eşini çağırdık. Bu durum, 12 yıllık yoğun bakım ve anestezi sürecinde şahit olduğum en kötü şey. Bu ülke gerçekten başarısız bir devlet ve buna her zamankinden daha açık bir şekilde şahit olmak çok mide bulandırıcı.”
Smit’in bu sarsıcı tanıklığı, bize, bundan 13 yıl önce ‘Sicko’ (2007) adlı belgeseli ile Amerikan sağlık sistemini sert bir biçimde eleştiren Michael Moore’a bir kez daha şapka çıkarmamız gerektiğini hatırlatıyor.
Kapitalizm koşullarında hep bir sorun olan sağlık sistemi, piyasalaşmasıyla birlikte özellikle dünyanın yoksullarını ölüme daha fazla yaklaştırdı. Türk Tabipleri Birliği (TTB) Halk Sağlığı Kolu Başkanı Prof. Dr. Nilay Etiler, Evrensel’den, arkadaşımız Vural Nasuhbeyoğlu’na verdiği ve önceki gün yayımlanan söyleşisinde bu gerçekliğin altını çiziyordu: “COVID-19 pandemisi, neoliberal sağlık reformlarının ne kadar işe yaramaz olduğunu gösterdi diye düşünüyorum. Çünkü sağlığı bir piyasa malı olarak gören bir yaklaşımın böylesi salgın durumlarında hiçbir işlevi olamaz.”
Türkiye’nin siyasal rejimi ise, bu yıkıcı tablonun üzerine bir tuğla daha koyuyor. Yine Prof. Dr. Etiler’in söyleşisinden aktaralım: “Vakaların Türkiye’de ilk görülmeye başlandığı günlerde, Sağlık Bakanlığı Ankara’da kurduğu kendi laboratuvarında test yapmaya başladı, sonra iş çığırından çıkınca laboratuvar sayısı artırıldı. Bu Türkiye’ye çok zaman kaybettirdi. Oysa biz şunu en başından beri biliyorduk, bu etkenle enfekte olan kişilerin en az yüzde 80’i hafif belirtiler ile ya da belirtisiz olarak hastalığı geçiriyor. Bu durumda yapılması gereken şey bu kişilere ulaşmak, yani bol miktarda test yapmak. Oysa Bakanlık, sanki çok vaka tespit edilirse bu bir başarısızlık olur düşüncesine sahipti. Şunu hissediyorduk, sadece Bakanlık değil hükümet olarak sanıyorum ki ‘Pandemi bizi teğet geçti’ cümlesini kurmak istiyordu.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan, iktidar olarak, salgına dair tedbirlerini açıkladığı 18 Mart günkü konuşmasında, “Bu süreçte adeta ‘Virüs ülkemize gelmekte niye geç kaldı’ diye dizlerini dövenler, yalan haberlerle milletin moralini bozmaya, kaos çıkarmaya çalışanlar da çıktı” demiş ve şöyle devam etmişti: “Ama milletimizle birlikte, ülkemize yönelik her saldırıyı nasıl dirayet ve kararlılıkla göğüslemişsek, bu sıkıntıyı da aynı şekilde karşıladık. Hep söylediğimiz gibi Türkiye’nin en büyük gücü birliğidir, beraberliğidir, kardeşliğidir. Allah’ın yardımı ve milletimizin desteğiyle, bu sıkıntılı süreci de, bırakınız tökezlemeyi veya yıkılmayı, daha da güçlenerek atlatacağımıza tüm kalbimle inanıyorum.”
O tarihten itibaren test sayıları arttıkça vaka sayılarının da arttığını gördük ve yaşamını yitirenlerin sayısı giderek yükseliyor. Sağlık örgütlerinin bakanlığa yaptığı birlikte çalışma çağrısına burun kıvrılırken, büyük kentlere dair izolasyon tedbirleri dahi gecikerek geldi.
Gerçeklik, hamasetin milli ve yerlisini de kaldırmıyor.
Marx ve Engels, ortak çalışmaları Alman İdeolojisi’nde (1845/46), Marksist politik ekonominin bir dizi başlangıç ilkesini formüle edip, birey, sınıf, devlet bağlamını tahlil ederken, hem bugün işçilerin bu kadar ağır riske rağmen neden üretime sürüldüklerini, hem de o hamasi söylemlerin sınıfsal temelini açıklıyordu: “İşte özel ve ortak çıkar arasındaki bu çelişkiden hareketle ortaklaşa çıkar, devlet adı altında, gerçek bireysel ve ortaklaşa çıkarlardan ayrı, bağımsız bir biçim alır ve aynı zamanda yanıltıcı bir ortaklık görünümü altında, fakat daima kan bağı, dil, daha büyük ölçekli iş bölümü ve diğer çıkarlar gibi her aile ve kabile topluluğunda mevcut olan bağların somut zeminine dayanan, özellikle de ileride geliştireceğimiz gibi, zaten iş bölümü tarafından koşullanmış bulunan ve bu türden her insan yığını içinde ayrışan ve aralarından birisinin bütün diğerleri üzerinde egemenlik kurduğu sınıflara dayanan bir biçim alır.” (Karl Marx-Friedrich Engels, Alman İdeolojisi, Çev: Tonguç Ok, Olcay Geridönmez, İstanbul, Evrensel Basım Yayın, 2013, 1. Basım, sayfa 41)
- Kürt meselesinde bir ihtimal daha olmalı 13 Aralık 2024 04:57
- Sınırımızdaki yeni Afganistan ve kaostan rant devşirmek 09 Aralık 2024 07:00
- Geniş atılan ağda çıkışı aramak... 02 Aralık 2024 06:55
- Türkiye zor bir değişimin ağır sancılarını yaşıyor 25 Kasım 2024 06:35
- Ebedi barış mümkün mü? 18 Kasım 2024 04:23
- İki güncel rapor eşliğinde Kürt meselesini tartışmaya devam 11 Kasım 2024 04:47
- 'Çöle çevirdikleri yere barış geldiğini söylüyorlar' 06 Kasım 2024 05:33
- Bir siyaset olarak 'terörle mücadele' 04 Kasım 2024 07:07
- Erdoğan’ın Mevlana vurgusunun hikmeti ne olabilir? 31 Ekim 2024 08:07
- Mayınlı bir süreç 28 Ekim 2024 05:10
- Yenidoğan çetesi: Çürümenin ekonomi politiği 21 Ekim 2024 05:00
- Barışa kapı açmak mı, süreci yönetmek mi? 14 Ekim 2024 05:00