18 Nisan 2020 23:59

Emojileşmek (2)

Emojiler

Görsel: Pixabay

Paylaş

Biyoloji ya da fizik, genetik veya kimya, nörobilim yahut matematik, evrim bilim, dil bilim… gibi alanlarda çalışan bilim insanlarının kendi alanları dışında, örneğin toplumsal konularda düşünce belirtirken, diyelim hukuk alanında “bana göre!” diye başlayıp bilimsel düşünceyi boşlayarak fikir beyan etmeleri beni şaşırtır. Gerçekten de, hukuk bir bilim dalı değildir ama hukuka bilimsel düşünmeyi bir yana bırakarak, iki-üç kişi arasında geçen hoş bir sohbet anının geyik muhabbeti fikir yürütmesiyle yaklaşmak da doğru değildir. “Bana göre!” diye başlayan ve belli bir konuda kişisel görüşü ifade eden zihinsel faaliyet süreci bilimsel düşüncenin ürünü değilse; kişisel görüş ifadesiyle çoğu kez izi sürdürülmeyen, başkalarınca tekrarlanmamış ya da tekrarlanamayan gözlemlere veya o anda gerçeğin kendisiymiş gibi görünen geçici olgulara ya da başkalarınca ileri sürülmüş varsayımlardan yola çıkılarak yapılan çıkarsamalara dayalı olarak oluşmuşsa; ‘bana göre’ diye ifade edilen kanaatin gerçeği yansıtma olasılığı düşüktür, bilimselliği soru işareti uyandırır. Elbette herkesin, her zaman, her konuda bilimsel düşünmek zorunda olduğunu ya da gerçeğin ancak bilimsel düşünerek ulaşılmış bir kanaatte bulunabileceğini ileri sürmüyorum; bilimsel düşünce ile gerçeğe ulaşabilme arasında determinist bir ilişki kurma iddiasında da değilim. Ne var ki, bilimsel düşünce gerçeğin ne olduğunu sorgulayıp araştırabilmenin, gerçeklik kurgusunu gerçeğin suretinde oluşturabilmenin ve başarılı sonuca büyük olasılıkla ulaşabilmenin yolunu döşeyen en etkin zihinsel faaliyettir. Bilimsel düşünerek oluşan “bana göre” fikrinin sahibi ile bilimsel düşünceyi boşlayarak “bana göre” fikrine sahip olmuş kişi arasındaki bir tartışma çoğunlukla verimsiz, sonuçsuz bir kapışmaya dönüşmeye mahkumdur.

Bilimsel düşündüğümü sanırdım, altmışlı yıllarımı tüketirken kendimi sorguladım. Ve  hayıflandım! Yaşadığım yılları en azından doğa bilimlerine uzak durarak geçirmişim. Neredeyse her bilim alanında en temel bilgilerden yoksun kalmışım; bu bilgileri önemsememişim, öğrenmeye çaba göstermemişim, öğrendiklerimle uğraş alanım arasında bağ kurabilmenin gerekliliğini kavrayamamışım; bilimin tüm alanlarındaki temel bilgilerden yoksun kalmış olsam da toplumsal alanda bilimsel düşünebileceğimi sanmışım. Altmışlı yaşlarımdan sonra tüm bilim alanlarında heyecanla ve coşkuyla bilgi edinmeye çabaladım, çabalamanın heyecanını kaybetmemeye çalıştım ve çalışıyorum, çünkü bu bilgi birikiminden yoksun kalarak bilimsel düşünebilmenin bir reçetesi bulunmuyor.

Evrensel’deki son yazımın başlığı ‘emojileşmek’ idi. İlk kez bir yazıma farklı kişiler olumlu ya da olumsuz tepki gösterdiler. Şaşırdım ama konuyu enine boyuna irdeleyebilme umuduyla sevindim. Konuyu tartışarak irdeleyebilme umudumu bu yazımda dile getirmek istedim. Bilimsel düşünmek üzerine yaptığım yukarıdaki girizgah bu nedenledir. 

Yazımı okumaya değer bulup buna zaman ayırmış bir okur, yazarak ifade ettiğim düşüncemi, kısaca da olsa, kendi bilgi birikiminden süzülerek oluşan görüşüyle irdelemiş: “Kişisel tavır (benim emoji kullanmayla ilgili tavrım kastediliyor), Platon’un yazıya karşı çıkmasıyla aynı mantığa dayanıyor. (Yazar –yani ben-) bu durumda (…) yazıya da (suskun söz- Ranciere) karşı olmalıydı.” Bu eleştiri beni şöyle düşündürtüyor: “Şimdi ben nasıl düşünmeliyim? Platon benden yaklaşık iki bin beş yüz yıl önce yaşamış; Ranciere ise benden bir yaş küçük. Ben ikisinin de konuya ilişkin düşüncelerini bilmiyorum, okumadım. Kendi mantığımla Platon’un mantığı arasındaki ayniyet ya da ayrışmayı nasıl değerlendireceğim? Kendi düşüncemi Platon ve Ranciere üzerinden ya da onlara referansla açıklamazsam, böyle yapmak zorunluluğu duymazsam  ‘yanlış düşünmüş mü olacağım?’ ya da ‘bir tartışmanın kaybeden tarafı mı ilan edileceğim?’ Ayrıca, Platon’un mantığını belirleyen zihinsel faaliyet sürecinin parametrelerini araştırıp kavramadan, bu parametreleri kendi mantığımı oluşturan zihinsel faaliyet sürecindeki verilerle benzerlik/ayniyet/farklılık/ayrışma açısından nasıl olur da kendi dinamikleriyle kurgulayabilirim? Hele hele, bunu bizi izleyen üçüncü bir kişi nasıl yapabilir? Söylemek istediğim, kendimi, üstelik kendi seçmediğim çok saygın ve değerli bilim insanları, düşünürler de olsalar birileri üzerinden, onlara referansla değerlendirme zorunda bırakılmayı, en azından kendi düşüncemin bilimsel temelde oluşma sürecini zaafa uğratan bir engel olarak gördüğümdür. Kişisel tavrımı açıklamak istersem, “ben başkalarının emoji kullanmalarına karşı çıkmıyorum, onları eleştirmiyorum; başkalarıyla kurduğum ve başkalarının benimle kurdukları ilişkilerde emoji kullanımını olumlu değerlendirmediğimi belirtiyorum. Bu belirlemede ‘Ne?’ ya da ‘Ha’ gibi nöronların işitme duyusuyla algılayıp beyine ilettiği sesli ifadelerle, ‘alkış’ ya da ‘kalp’ gibi nöronların görme duyusuyla algılayıp beyine ilettiği görsel ifadeler arasında (söz-yazı); atomların ve moleküllerin madde dünyasındaki düşünce aktarımı biçimine ilişkin bir ayırım yapmaksızın; toplumsal yaşamı ve toplumsal yaşamda kurulan ilişkilerdeki iletişim bireyselliğini ve toplumsallığını ‘dil’ açısından anlamlandırmaya çalışıyorum. ‘Dil’ derken de yazılı ya da sözlü veya ikisi bir arada İngilizceyi, Fransızcayı, Türkçeyi, Esperantoyu, vb. kastetmiyorum. Kastettiğim ‘dil’, sapiens diye adlandırdığımız türümüzün büyük olasılıkla kabaca yüz bin yıl önce tesadüfen gerçekleşen genetik mutasyona bağlı olarak beyin iç yapısındaki farklı düşünebilmeyi sağlayan değişimi; milyarlarca yıl süregelen evrimsel gelişme sürecinde Sapiens’e özgü vücut bulan ses çıkarma düzeneğindeki anatomik özellikler sayesinde düşünceyi sesin konuşma kalıbıyla aktarabilme yeteneğinin farklılaşıp gelişmesi ve bu oluşumun düşünce iletiminde devrime yol açması; düşünce iletimindeki devrimin farklı iletişim kurabilme yetisinin, bir başka türlü söylemek istersem, Sapiens’in diğer varlıklardan farklı olarak biyolojik toplumsallığını kurgusal bir toplumsal toplumsallığa dönüştürebilme yetisinin doğal, biyolojik temelini oluşturması… vb, vb… ’Dil’ derken, esas olarak, işte bu yetiden söz ediyorum, bu yetinin doğal olma niteliğinin altını çiziyorum. Yani, ‘dil’ derken bu doğal yetinin toplumsal toplumsallığın tezahüründe ve tarihsel/kültürel süreç içinde ortaya çıkan İngilizce, Fransızca, Türkçe vb.  gibi çeşitli ve değişik dil bilgisel kurgularını ve sözlü ya da yazılı olmalarını kastetmiyorum. Ve o zaman şu soru akla takılıyor: Acaba, bireyler arasındaki bilgi aktarımında doğal bir yeti olan ‘dilin’ yapısı matematiksel ifade edilebilir mi? Sorunun yanıtı evet ise ve bu sonuç bilime dayanan bir gerçeklik ise; aynı soruyu İngilizce, Fransızca gibi kurgusal dil bilgisel yapıları toplumsal yaşamda toplumsallaşan tarihsel/kültürel iletişim kurguları olarak ele alırken (alabilir miyiz? almalı mıyız?), dolayısıyla bireyin toplumsallaşma sürecini irdelerken de sorabilir miyiz? Yanıt olumlu olursa, soruyu “değişik dillerin dil bilgisel yapıları ile matematiğin yapısallığı arasında özdeşlik var mıdır?” diye sormamız gerekecektir. 

Aynı okur, “matematik doğal dilin gramerine tekabül etmez. Matematik dil içi bir dildir” diyor. Matematik tam bir dil değildir, doğru; sevdiğimize güzelliğini ve ilham vericiliğini matematikle anlatmayız; futbol maçını ekran başındakilere matematikle aktarmayız. Ama fiziğin, kimyanın, biyolojinin, evrenin gerçekliğini matematiği bir kenara bırakarak kurgulayamayız; matematik yarım bir dildir ama doğanın dilidir. Matematikle toplumsal yaşamdaki kendi ilişkilerimizi anlatmayız; evrendeki gerçekliği ise on binlerce sayfa doldurmadan matematiksiz anlatamayız. Bu nedenledir ki, dil ile matematiğin yapısallığı arasında ve dolayısıyla dilin toplumsallaşmış dilbilimsel kurgusu ile matematiğin yapısallığı arasında özdeşlik var mı sorusu bilimsel araştırma konusu olmuştur. ‘Böyle bir bağ yoktur’ dersek, var olduğunu belirten ve kanıtlamaya çalışan araştırmaları bir anda değersizleştiririz. 

Emoji yeni bir dil olabilir mi? Bu soru beni pek heyecanlandırmıyor. Emojinin bilginin aktarımında kullanılan İngilizce, Fransızca, Türkçe vb. yanı sıra dilin toplumsallaşmış tarihsel/kültürel yeni bir hali olarak yaygınlaşması kendi başına, örneğin hiyerogliften farklı bir anlam taşımıyor. Kimimiz bu kullanımda kolay, çabuk, anı değerlendiren, samimi bir iletişimi bulabilir, iletişimsizliğin sonunun geldiğini düşünebilir; kimimiz emoji kullanımını anlamsız bulabilir. Ben, sadece kendi kurduğum iletişimle sınırlı tutarak, emoji kullanmadığımı, bana emojiyle hitap edilmesini, bana emojiyle yanıt verilmesini, benimle ilgili duygu ya da kanaatlerin emojiyle belirtilmesini istemediğimi ifade ettim. Aynı şeyi ‘bilmem nece diliyle’ ilgili olarak da söyleyebilirim. Toplumsal açıdan önemli olan kullanılan bir dili konuşmanın yasaklanmaması, ana dilin inkar edilmemesidir. Ve tabii, isteyenin istediği dili öğrenmesinin, konuşmasının önüne engel, yasak konulmamasını ya da bir dili öğrenmek ya da konuşmak istemeyene o dili öğrenmek ve konuşmak zorunluluğunun getirilmemesini eklemeyi de unutmamalıyım.

Yazımı okumayı değer bulan bir başka okur ‘emojileşmek istememi’ şöyle değerlendiriyor: “Emojiler sempatik, hızlı ve evrensel bir dil. (Yazımı kastederek) H2O formülünü itici bulup her defasında suya methiyeler yazmayı önermek gibi olmuş.”

H ve O evrende atomlarıyla var olan iki farklı elementi, Hidrojen ve Oksijeni gösterir. H2O formülü ise iki Hidrojen atomu ile bir Oksijen atomunun tepkimesiyle oluşan bir bileşik maddenin molekülünü ifade eder. Bu farklı bileşik madde molekülünü biz, yani sapiens türünün bireyleri, farklı sesleri kullanarak, örneğin okunuşlarıyla ‘su’, ‘water’, ‘Wasser’ ‘eau’ diyerek kavramsallaştırırız ya da seslerin yerine her bir sesi veya seslerin bir arada olmaları halini görselleştiren şekiller, semboller, dilerseniz emojiler kullanarak anlatırız. Bu bizler için böyledir ama bir geyik için içeceği ‘şey’, ya da bir ördek için üstünde yüzeceği ‘şey’ ‘su’ değildir, ‘water’ değildir, ‘Wasser’ değildir, eau’ değildir. Geyik ya da ördek için H2O formülü veya bir başka pictogram ya da su içen geyik, yüzen ördek görseli hiçbir çağrışıma yer vermez. Su yerine H2O kullanılırsa olur ama H2O görseli ile suyun şavkı şiirleştirilemez; H2O görseliyle suya methiyeler düzemezsiniz; suyu methetmek isterseniz methiye düzmek zorundasınızdır. Sözün kısası, sapiens insan söz konusu olduğunda ‘dil’, bu türün bireylerinin diğer varlıklardan farklı düşünebilmelerini sağlayan bir beyin iç yapısına sahip olmaları nedeniyle ve ses çıkarma düzeneklerindeki anatomik özellikleri sayesinde düşünceyi konuşma kalıbıyla aktarabilme yetenekleri geliştiği için düşünce iletiminde farklı iletişim kurabilme yetisidir; sapiens birey, bu yetisi sayesinde doğal/biyolojik toplumsallığını diğer varlıklardan farklı olarak toplumsal olarak niteleyebileceğimiz bir başka kurgusal toplumsallığa dönüştürebilir. Doğal toplumsallıktan toplumsal toplumsallığa geçişin iletişim dinamiği olan ‘dili’ bu sürecin dinamiğinde irdelemek gerekir diye düşünüyorum. Emojinin dil olarak kurgulanması bu zeminde tartışılırsa anlam kazanabilir; bilimsel düşünce de bunu gerektirir.

‘Emojileşmek’ başlığıyla yazdığım yazı bilimsel düşüncenin süzgecinde irdelenip eleştirilecektir mutlaka. Ve ben bu eleştirilerden öğrenmenin önünde var olduğu sanılan yaş engeline meydan okuyarak öğrenmeye yelken açabilmenin sonsuz hazzını duyumsuyor olacağım.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa