20 Nisan 2020 00:55

Son insan

Son insan

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Mary Shelley ismi hemen her zaman Frankenstein ile anılsa da, yaşadığımız günlere çok uygun ama daha az bilinen bir başka romanı daha vardır: “Son İnsan”. Bu roman apokaliptik roman türünün de ilk örneği aynı zamanda. Bir salgın sonrası hayatta kalan son insanın 2070’de başlayıp 2100’de sonlanan öyküsüne, kendisine bir yoldaş arayışına, yaşamı sorgulayışına tanıklık ederiz yolculukları boyunca. Roma’da bir köpek eşlik eder örneğin ona. Shelley’in yaşadığı dönemden 250 yıl sonrasının İngiltere’si artık bir cumhuriyettir, ama krallar kral, uşaklar hâlâ uşaktır gene de bu değişen dünyada. Sınıflar yerli yerinde kalmıştır. Değerler de ona göre şekillenir ister istemez…

Peki ya yaşadığımız bu salgın nasıl değiştirecek dünyayı, diye sormadan edemiyor insan. Evde kalma çağrıları yapılıyor dünya boyu, kiminde çağrının ötesine geçip dayatılırken. Agamben’in istisnası olan olağanüstü hal bizim kuralımız olsa da hayatlar eve sığmıyor ki! Sınıflar yerli yerinde hâlâ, e Shelley de öyle dememiş miydi zaten! Kalabalık servislerle işe giden işçiler, çalışmak zorunda bırakılan insanlar için düzenlenmiş toplu taşıma saatleri ile bir feda eylemi gerçekleştiriliyor, işsiz bırakılıp açlığa mahkum edilenleri de katarak peşine…

Başka feda ettiklerimiz de var ya, belki buna feda demek doğru değil. Bir salgında toplu olarak bulunulan yerlerde çalışmaya zorlamak olası kast ile zarar verme kapsamında ele alınabilirse eğer yasalar nezdinde, bu durum olası molası değil basbayağı kasıtlı zarar verme hatta sonuçları daha ağır olacağı için kasıtla öldürmeye kadar gidebilir. Bize terör diye ısıtıp içirdikleri çorbayı sıçratıp da içeride tuttukları gazeteciler, avukatlar, insan hakları savunucuları, siyasetçiler, orada burada beğenmedikleri lafları edenler, sonradan suçlu ilan ettikleri bankalardan ev kredisi alanlar, o yurtlarda kalanlar, okullarda okuyanlar, öğrenciler, bebekli kadınların akıbetinden ve tabii ki yeni infaz yasasından söz ediyorum. Hani şu 90 bin insanın salıverilmesi ile yoğunluğu azalacağı iddia edilen cezaevlerinden hem de….

Adalet Bakanı kalkıp açıkladı, açık cezaevleriyle sınırlıymış Kovid-19 vakaları, 3’ü de ölmüş hani. Peki Bafra T tipi Cezaevinde ölüp, ölüm belgesine Kovid-19 yazdıkları bu açıklamanın neresinde acaba? Ya hastalanan 79 infaz koruma memuru, hekimler hangi cezaevinden? Şakran’da ne olduğunu biliyoruz. Cezaevlerinde bir salgının nasıl hızla yayılabileceğini, hastalanan insanların sağlığa erişiminin ne denli sorunlu olabileceğini öngörmek için müneccim olmaya gerek yok. Açıklanan önlemler de koruyucu olmaktan alabildiğine uzak. Cezaevi çalışanlarını da salgının ortasına atarak önlem alınamaz.

Bu yangında geride bırakılacak dolaplarda insanlar var. Mesela emekçiler var. Düşünen, eleştiren ve hak mücadelesi verenler, muhalifler var. Eve sığdırmaya çalıştıkları hayatları tehdit edenler ise çoktan salıverildi. Salgınla mücadeleyi İçişleri Bakanlığının yürüttüğü memleketimde olağanüstü hal bir istisna değil, hanidir kural haline getirilmişti zaten. Bizler bu kuralı benimsedikçe de hayatımızı içine tıkıştırmaya çalıştıkları evler her geçen gün biraz daha güvensiz oluyor. Kahvaltı sofrasında tank mermisi isabet etmesi de gerekmiyor, yerin yedi kat altında kömür çıkartmaya gitmek için topluca asansöre binmek, sonra da evinin yolunu tutmak zorunda kalmak yetiyor. Sağlıkçısını yük olarak görünce, emekçisini ne yapsın ki valiler.

Hayat eve sığmıyor, hayır! Evlerimizde, memleketimizde, dünyada yaşamı, dostluğu, dayanışmayı değer olmaktan çıkardık ve kapitalizmin kollarına terk ettik çoktan. Bizim son insanımız bir çift ayakkabı ya da mine kakmalı kase arayışında olabilir böyle giderse. Geç olmadan insan onuruna yaraşır bir yaşam hakkına sahip çıkmaktan ötesi yok, ayrımsız! İnsanlık onuru dünyayı paylaştıklarımızla dayanışmayı da başaracaktır…

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa