24 Nisan 2020

Halkın vergileri ‘teşvik’ çarkında öğütülerek patronların çuvalına dolduruluyor, emekçi de ‘ekmek teknesi’ ninnisiyle avutuluyor 

DİĞER YAZILARI
YAZI ARŞİVİ

Saray İktidarı salgın günlerinde açıkladığı ilk ekonomi paketiyle korona-kapitalizmin (tabiatı icabı) öncelikli temel tercihini ilan ve ilam etmişti:
Pandemide ilk kurtarılacak sermaye, “işveren” sınıfı... (dırrrrrr)
Rota:
Malı mülküyle burjuva sınıfın bekasının garantiye almak…
Olunca, atılacak kulaçları bu strateji belirledi…
Ya halk? İşçi ve emekçiler?..
Toplumun varlığı ve geleceği ancak sermaye sınıfının çıkarlarının uzantısı ve dolayımı olarak görüldüğünden... (yine tabiatıyla)
Kapitalist sınıfa, işverenlere akıtılacak kaynaklar, onların “şahsında” haliyle topluma yapılmış yatırım olarak sunuluyor; böyle kabul edildiği var sayılıyor/var sayılsın isteniyor… (bir kez daha; tabiatıyla)
Madem öyle, biz de bu varsayımın biyopsisine girişelim…
Teşrih masamıza mesela şu “teşvik” mahreçli fonlamaları yatıralım…
Sağından solundan kurcalamaya başlayalım…
Veri somut olsun:
Bilmem haberiniz var mı?
Hükümet şubat ayında patronlara 12.6 milyar lira yatırım teşviki verdi. (22 Nisan 2020)*
Sorsak niye? Derhal yapıştırılır:
O teşvikleri alan (= cukkalayan) işadamı (= burjuva) işini çevirmekte müşküle düşmeyecek (=Ki siz işsiz kalmayın), yeni iş sahaları açacak, siz de elinizin ekmek tutacağı kapıya kavuşacaksınız (= “Sizin için” ey millet) denir

ONLAR ERİYOR MURADINA, BİZ?..

Mim koyalım:
Zaten ne yapılıyorsa “millet” için yapılıyor…
Ama nedense bize ancak “İşveren”/burjuva/zengin vasıtasıyla, onların çarkından geçirilerek ve onların insafına bırakılarak veriliyor...  (değil mi?!)
Devam edelim:
Onlar velev ki (Çoğunlukla yapıldığı gibi lüks tüketimlerine vesaireye ayırmadılar da) kurulu çarklarını çevirdiler ya da yeni yatırımlar yaptı…
Ne olacak?
100 liraya üreteceğiz mesela ürünü, 10 lirası (asgari ücret çoğunlukla) üretene, 90 lira patrona...
Bizim vergilerimizden toplanan para teşvik olarak patronun cebine girecek, o mülküne mülk kattığıyla kalmayacak…
Bizim işsizlerin arasından bazıları da işsizlikten kurtulacak, güya, ekmek teknesine kavuşacak…
(Ve halktan alkışlı minnet –sandıkta AKP’ye oy- beklenecek)
O ‘tekne’, işçinin (kuru) ekmek teknesiyse, asıl patronun kâr teknesi
Zenginliğine zenginlik katma teknesi/para kasası esasında...
Hâl bu ise (Ekmek musaf çarpsın ki, böyle) sorgulamalı:

PATRONLARA NE HACET VAR

İyi de kardeşim bizim iş sahibi olmamız, yaşamamız için onlara/kapitalistlere ne lüzum var?!..
Bakın süren salgında bırakın patronun, çoğu müdür ve üst düzey yöneticinin dahi gölgesi fabrikalara atölyelere düşmedi... (Can kıran korkusundan; “Evde kal”dı.)
Ama üretim çarkı döndü, işler yürüdü, bantlar tıkır tıkır çalıştı…
Friedrich arkadaşın (Engels’in) kulakları çınlasın (**) 200. doğum yılında; demek ki bir daha ortaya çıktı ki…
Patrona ihtiyaç yok üretimin olması ve sürmesi için... 
Mal ve hizmet üretiminin gerçekleşmesi için patronlara ve adamlarına muhtaç değilsek, neden onlar açsın bize “ekmek teknesi”ni?
Madalyasız asıl vergi şampiyonu (Olduğu hep saklanan) halkın…
Bizim vergilerimizin teşvik olarak hesaplarına ‘indiragandi’ yapılan kapitalistlerin fabrikalar, işyerleri kurmalarına ne lüzum var?..
Memur denilerek (güya) ayrı tutulan bizim (ücretli) “beyaz yakalı”larımız değil mi, muhasebesinden dağıtımına, a’dan z’ye tüm masa başı iş ve organizasyonları yöneten?
‘Düz işçi’ sıfatlı bizim “mavi yakalı”larımız değil mi üretimi sağlayan?!!.
Eeee??!!

İŞÇİ- PATRON İLİŞKİSİNDE KİM KİMİN VELİNİMETİ?

Bakınız… Şayet (söz gelimi) bu bir nikahsa..
Kapitalizmle Katolik nikahı kıymadı ya işçi sınıfı“Büyük insanlık”(***)…
Kapitalizmden boşanma mı dersiniz…
Kapitalizmin kapatması/rehinesi olmaktan kurtulmak mı dersiniz...
“Bu milletin a…. koyacağız”a ahdetmiş besleme müteahhit çetesiyle…
‘İşveren’ maskeli burjuvalarla, işçinin, emekçinin kaderi neden bir olsun?..
Neden her şeyi üreten işçinin varlık şartı, emekçinin ürettiklerine el koyan “işverenin” (=kapitalist=burjuva) mukadderatına ve insafına tabi olsun…
Halkı sadakaya muhtaç bırakanlar (Ve o muhtaçlıktan İktidarlarına meşruiyet kaynağı; itaat ve biat üretme peşine düşenler) halktan esirgedikleri toplumsal kaynakları “teşvik”lerken zenginlere, sorgulamak gerekmiyor mu?
Kim kime ekmek veriyor?
Sualimiz tek ayak üstünde beklemesin; hadi karantina testi yapalım:
Bak işveren (salgın korkusuyla) fabrikaya bile gelmeden pekâlâ üretim devam ediyor…
Ama “Evde kal” çağrısına uyması istenmeyen işçi, emekçi ya “Evde kalsa” ve işyerine uğramasa (ve sadece işveren gitse o mülküne) üretim olur mu?
Para kazandırır mı o fabrikalar/işyerleri, bizim ekmek kapımız, bize “ekmek veren” (Verdiğine inandırarak hayır duamızı ve minnetimizi bekleyen) müşfik patronumuza?
Kapanış sorusu:
Bir sınıfın (kapitalistin/Burjuvanın) diğer bir sınıf (işçi sınıfı) ve halk tabakaları (esnaf, küçük köylü, küçük mülkünde emeğiyle geçinen emekçiler) üzerinde sömürüsünü, baskı ve tahakkümünü sürdüren
Bir sınıfın diğer sınıflar üstünde diktatörlüğü (****) olan kapitalizme mecbur muyuz?
Değilsek yol ve yordamıyla, çaresi?..
Teklifimiz takipte:
Düzenleyiverelim gari şu online bilim kongresini de…
Konuşturmayın beni komünist komünist!..

-------

(*) Arkadaşlarımızın eski alışkanlığına vermeli ‘Hükümet’ ifadesini; zira ortada ‘hükümet’ mi var!.. Hep son kararı veren “Tek adam” ve ‘tek adam’ adına sorumlu oldukları sahada işleri yürüten ve Meclise değil sadece ona karşı sorumlu olan/hesap veren, esasında “genel müdür” olan “bakan”lar var; hükümet yok…

(**) “Büyük üretim… kuruluşlarının anonim şirketlere, tröstlere ve devlet mülklerine dönüşmesi de, burjuvazinin bu konudaki gereksizliğini gösteriyor. Kapitalistin tüm toplumsal işlevi artık maaşlı çalışanlar tarafından yapılıyor.” (Friedrich Engels, Ütopyadan Bilime Sosyalizmin Gelişimi [Ütopik Sosyalizm Bilimsel Sosoyalizm olarak da baskısı vardır ve öyle hatırlanır çoğunlukla-era], Yordam Kitap, s. 95.

(***) “Sevdalınız Komünist” Şair Nâzım Hikmet’in dizeleriyle Büyük insanlık sekizinde işe gider /yirmisinde evlenir/kırkında ölür/büyük insanlık.

(****) 1979’da MHP’li faşistlerce öldürülen Savcı Doğan Öz’ü saygıyla anarak selamlama vakti… Doğan Öz, Denizli Savcısı olarak görev yaparken, grev hakkını kullanan işçilere lokavt (işten çıkarma) ilan eden fabrikatöre, “Bir sınıfın diğer bir sınıf/işçi sınıfı üzerinde” baskı ve diktatörlük kurma teşebbüsünden dava açmıştı… (Dava vakidir ve katiyen mübalağa değil; ancak şartlar icabı kaynak gösteremeden, hatırladığım kadarıyla yazdım. Söz; tam halini paylaşmak borcum olsun!)   

Satır altından notlar…

UZUN LAFIN KISASINI FORD OTOSAN İŞÇİLERİ SÖYLEMİŞ

Evrensel’de okudum, Ford Otosan işçilerinin mektubunu…
İlan edilmemiş “sürü bağışıklığı” stratejisiyle çalışma kamplarına dönen fabrikalardan yükselen ‘sessiz çığlık’ anons ediyor:
Biz işçiler hiçbir hakkımızı mücadele etmeden kazanamayız. Bugünlerde buna sağlık hakkı hatta yaşam hakkı da eklendi.” (20 Nisan 2020 günü yayımlanan o mektuptan; vurgu benden-era)
Bakın; bahsedilen daha iyi bir yaşam hakkı (dahi) değil…
İstenen: Nefes alıp verebilme anlamıyla… Giydirilmemiş, çıplak manasıyla…
“Ya-şam hak-kı”...
Anlamı:
Gündelik mücadelenin acil talepleri arasına girmişse
Şayet yaşam hakkı, ‘yeni bir dönem’ fiilen başladı
Tebligatı yapılıyor, demektir…
“Postada kaybolmuş olabilir, valla bana/bize ulaşmadı tebligat” mazeretine sığınmanın alemi (ve faydası) yok…
“İkaz Covid-19/korona günlerine mahsustur” ibaresi de yok, üstelik...
Zira, İnsanlık daha beter felaketlerin kıyısına yaklaşıyor. (*)

-----

(*) “İnsanlık tarihinde gelmiş geçmiş her şeyden daha kötü bir felaketin kıyısına doğru yarışıyoruz.” Chomsky, 4 Nisan 2020

TÜRKİYE ‘SELFİE’ ÇEKTİ

Son (Alaattin) Çakıcı Affı ile mafyası çetecisi rüşvetçisi ve sairesi evlerine gönderildi ama…
“80 yaşındaki yurttaş ‘paylaşım’ beğendi, ‘cumhurbaşkanına hakaret’ suçlamasıyla karakola götürüldü” (18 Nisan 2020)
Ne bu?
Saray Kriterleri
2020 memleket manzarasından bir kare…
Albümleyip saklamalı… ki…

ANONİM ŞİRKET GİBİ YÖNETİLİRSE TÜRKİYE, 
ZONGULDAK VALİSİ DE ŞİRKETİN BÖLGE MÜDÜRÜ SAYAR KENDİNİ

Zonguldak Valisi dertlenmiş:
“Normalde sağlıkçılarımızın bize götürdüğü yük olmasaydı bugün belki de geri dönüşü konuşuyor olacaktık.” (18 Nisan 2020)
Hem de “Onlara yaptığımız onca masrafa” imasıyla sağlıkçıların başına kakar gibi konuşmuş:
“Devletimiz oturdu düşündü onlardan ücret almadı. Misafirhanede onları misafir ettik. Onlardan ücret almadık. Yemek ücreti de almadık. Servisleri de sağlamaya çalıştık.”
Elektrik su masraflarını açıklamak için de faturaların gelmesini bekliyordu belki ama…
Tepkiler yükselince özür dilemiş...
Niye ki?
Vali Bey neden yadırganmış anlayamadım...
Zira ata tecrübesi işaret eder:
Ön teker nereye giderse arka teker de oraya... 
Sosyal devlet (yönetimi) var da Vali Bey mi pas geçmiş!.. 
Tayyip Erdoğan “dertlenirken” ne demişti?
“Değerli arkadaşlar benim derdim ne biliyor musunuz?  Bir anonim şirket nasıl yönetiliyorsa Türkiye de öyle yönetilmelidir.” (*) (Balıkesir, 15 Mart 2015)
Cumhurbaşkanı’nın en büyük hayali Türkiye’yi bir AŞ, bir CEO gibi yönetmek (**) olursa…
Vali’sinin de kendisini o şirketin bölge müdürü görmesinden daha doğal ne olabilir ki…
Değil mi ama?!

---

(*) Erdoğan sadece o konuşmasında değil, aynı hedefini fırsat buldukça, mütemadiyen dillendirdi. Nitekim TRT Özel Yayını’nda da  “Benim her zaman bir lafım vardı” diyerek açıkladı bu fikri devamlılığını: “Ülkeyi bir anonim şirket gibi yönetmek. Burası önemli.” (24 Mayıs 2018)

(**) Erdoğan’ın CEO gibi yönetme hayalinin tarihi hayli eskidir. Hürriyet’in haberinden okuyalım: Erdoğan Türkiye’nin CEO’su “Yuvarlak masa toplantısını yöneten TE Bankası Başkanı Yavuz Canevi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan`ı Türkiye`nin CEO’su şeklinde tanımlayarak kürsüye çağırdı.” (10 Kasım 2005)

Evrensel'i Takip Et