Kılıçdaroğlu’nun 16 maddesi ve demokrasi mücadelesi
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu
Fotoğraf: DHA
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 22 Nisan günü Cumhuriyet gazetesinde tam sayfayı kaplayan bir yazı yazdı. Yazıda Kılıçdaroğlu tek adam yönetimine karşı seçenek olarak savunduğu bir demokratik düzenin çerçevesini çiziyordu. Ki, bu çerçeveyi oluşturacak “16 madde” de bu yazının tamamlayıcısı olarak eklenmişti.
Yazının ilk bölümünde Marx’a atıflar yapan Kılıçdaroğlu, yazının ana fikri olan ve sanki bundan böyle CHP’nin sloganı olacak gibi de görünen “Dünyanın tüm demokratları birleşin” çağrısı yapıyor.
Elbette ki CHP’nin Genel Başkanı olarak Kılıçdaroğlu görüşlerini de, partisinin sloganlarını da istediği gibi ifade edebilir. Ancak “tek parti tek adam yönetimi”ne karşı “demokratik bir düzen” tarifi yapıp buna da demokrasiden yana herkesi çağırınca, demokrasi mücadelesine taraf olan herkes için bu konuda söz söyleme hakkı doğmuş olmaktadır.
MARX’IN 11. TEZİ VE KOMÜNİST MANİFESTO
Kılıçdaroğlu, yazısında kapitalizme ve onun neoliberal biçimine eleştirilerini dile getirerek, kimi sosyal bilimcilerin Marx’a atıflar yaptığını vurguluyor ve şunları söylüyor: “Bu atıfların bana anımsattığı da Karl Marx’ın, ‘Filozoflar dünyayı çeşitli biçimlerde yalnızca yorumladılar, oysa önemli olan onu değiştirmektir’ sözüdür” diyor.
Marx’ın bu sözünden ilhamla Kılıçdaroğlu, demokratları, demokrasi üzerine yorum yapmayı geçerek, aralarında birleşip demokratik bir dünya ve demokratik bir Türkiye kurmaya çağırıyor. “Dünyanın tüm demokratları birleşin” diyor.
Elbette ki Marx’ın “11. Tez” olarak da bilinen ve Marx ve Engels’in kendileriyle eski filozoflar arasındaki farkı açıkladığı bu tezden çıkardıkları sonuç, “Dünyanın bütün filozofları birleşin” değildir. Bu tezin devamı, “Komünist Manifesto”dadır.
Manifesto’nun 1. bölümünün ilk cümlesi, “(Sınıfların ortaya çıkmasından beri) tüm toplumların tarihi sınıf mücadeleleri tarihidir” cümlesidir. Son cümlesi ise, “Bütün dünyanın işçileri birleşin”dir. Çünkü manifesto boyunca ortaya konan kapitalist sömürü dünyasını yıkacak olan filozoflar değil işçi sınıfıdır!
Yani Marx toplumların tarihini; filozoflar, demokratlar, sanat ya da bilim insanları gibi toplumların değişimine tartışılmaz biçimde önemli katkılar yapan insanların eylemleriyle değil, toplumun başlıca ihtiyaçlarının üretilmesi ve bölüşülmesi ilişkileri üstünden gelişen sınıfların mücadelesiyle açıklıyor.
Kısacası Kılıçdaroğlu daha baştan Marx’tan ilham alarak dünyayı değiştirecek güç olarak “demokratları” görerek, Marx’ın tamamen karşısında olduğu burjuva liberallerin safına düşüyor.
DEMOKRATİK DÜZENİ HANGİ GÜÇ KURACAKTIR?
Elbette “dünyanın tüm demokratları” da birleşsin! Bu, bugünkü dünyanın hali dikkate alındığında çok da iyi olur. Ama az çok gerçek bir demokratik düzenden söz ediyorsak, bunun için “demokratların birleşmesi”nden çok daha fazla bir gücün gerektiği de apaçıktır.
Nitekim Kılçdaoğlu’nun yazısının yayımlanmasının hemen arkasından, 16 maddelik reform önerilerinin “güç sorunu”nu önemsemeyen yönüne, gazetemizin köşe yazarlarından Adnan Gümüş Hoca’mız, 24 Nisan tarihli yazısında dikkat çekmiştir.
Adnan Gümüş, “Kılıçdaroğlu, toplumsal ‘İtici güçlerin arkasındaki itici güçleri’ (Engels) göremiyor, sınıf ve zümrelere, kapitalizme, emperyalizme, metalaşmaya, ticarileşmeye, piyasalaşmaya çok dokunmadan geçiyor; bunların yarattığı sorunları ‘demokrasi’ sorunlarıyla, çoğulculuk sorunlarıyla ilişkilendiriyor” diyor. Ve Uluğ Nutku’nun 1976’da “itici güçlerin itici güçleri”ni tartışırken Kautsky’ye gönderme yaptığı ve sosyal demokrasi için Kautsky’nin, “Sosyal demokrasi devrimci olan ama devrimler yapmayan bir partidir” tespitine dikkat çekerek, Kılıçdaroğlu’nun yukarıda sayılan kapitalizmin ana karakterine has özelliklerini neden es geçtiğine açıklık getiriyor. Çünkü, sosyal demokrasinin, siyasi mücadeleyi sınıflar ve dolayısıyla güçler ilişkisi dışında planlayıp programlar yapan, ama bu plan ve programların hangi güçle yapılacağını önemsemeyen geleneksel tutumu, Kılıçdaroğlu’nun 16 maddelik paketine de başlıca bir zaaf olarak yansıyor.
RESTORASYON MU YOKSA GERÇEK BİR DEMOKRATİK DÜZEN Mİ?
Kılıçdaroğlu’nun 16 maddesine bakıldığında, gerçek bir demokratik düzen tarifi yapılıyormuş duygusuna kapılınsa da, toplamı açısından bakıldığında önerilenin, “tek adam tek parti yönetimi” (16 Nisan 2017 referandumu) öncesinin parlamenter sisteminin restore edilerek (İyileştirilerek de deniyor) ayağa kaldırılmasını amaçlayan bir dizi “reform”dan ibaret olduğu görülüyor.
Kısacası Kılıçdaroğlu’nun 16 maddesinin, 2. Paylaşım Savaşı sonrasında Avrupa’da kurulan sosyal-siyasal sistemde olduğu gibi, iki başlıca ayak üstünde yükselen bir demokratik düzen tarif ettiği görülüyor:
1) “Sosyal devletçilik”,
2) İşleyen bir “parlamenter sistem!”
Oysa; bizdeki karikatürü gibi sosyal devletçilik ve demokrasinin kabesi sayılan Avrupa ülkelerinde de bu kurumlar artık geleceğe değil geçmişe ait kurumlardır. Bugünkü varlık nedenleri de 70 yıl önce kurulmuş olmalarıdır! Çünkü “sosyal devletçilik”, 19. yüzyılın sonlarında yükselen işçi sınıfı mücadelesi ve Ekim Devrimi’nin yarattığı büyük değişimin güçlerinin baskısıyla, kapitalist dünyanın işçi sınıfı ve sosyalizmle uzlaşmak için vermek zorunda kaldığı tavizlerin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Dünya işçi sınıfı hareketindeki bölünme ve Sovyetler Birliği’nde kapitalizmin restorasyonuna paralel olarak da kapitalistler tavizleri geri almaya, işçilerin kazanımlarını gasba yönelmişlerdir. Küreselleşmenin asıl amacı da “sosyal devletçiliği” bitirmekti! Serbest seçimlere ve birbirinden farklı ekonomik-siyasi programlara sahip partilerin mücadelesine dayanan parlamenter sistem, sosyal devletçiliğin çökmesi ve neoliberalizmin bütün sermaye partilerinin programı haline gelmesiyle, parlamento da aynı partilerden oluşan bir kuruma dönüşmüştür. Dahası halkın 4-5 yılda bir seçimden seçime siyasete müdahil olduğu parlamenter sistem, halk için artık oyalayıcı olma özelliğini kaybetmeye başladığı bir sürece girmiştir.ÖLÜ ATI KIRBAÇLAMANIN BİR FAYDASI YOK!Bu yüzdendir ki, artık gerek sosyal devletçilik gerekse parlamenter sistem Avrupa için bile, esas olarak “geçmişe ait” (Geçmişle övünen) kurumlardır. Bu yüzden Türkiye’de de geçmişte kalmış olan bu kurumları restore ederek demokrasiye varılacağını beklemek de “Ölü atı kamçılamak”tan farksız, boşuna bir çabadır.
AKP-MHP, Bahçeli-Erdoğan ittifakı bugün Türkiye’nin başına “tek adam tek parti yönetimi” dediğimiz bir belayı musallat ettikleri için, her tür demokratik hak talebi herkese cazip gelmektedir. Ancak tek adam yönetiminin kazandığı mevzi, devlet ve hükümetin imkanlarını kullanmada gösterdiği pervasızlık, temel hakları ve siyasal-sendikal özgürlükleri yok sayan uygulamalar, iç ve dış politikada askeri-polisi kullanarak giriştiği, artık adına savaş da denilen operasyonlar, Yeni Osmanlıcı dış politika, içeride Kürtlerin eşit hak mücadelesini terör olarak suçlayıp yasal bir parti olan HDP’ye terör örgütü muamelesi yapma, seçilmiş vekilleri ve belediye başkanlarını tutuklama, belediyelere kayyum atama, CHP’li belediyeleri çalıştırmamak için özel kararlar, Cumhurbaşkanı yönlendirmeli yasaklar, yaptırımlar planlama gibi tehditlerle karşı karşıya olan demokrasi güçleri, mücadelelerini çok yönlü olarak planlamak zorundadır.
NASIL BİR DEMOKRASİ MÜCADELESİ TARTIŞMASINI GELİŞTİRMELİYİZ
İçeride demokrasiyi, özgürlüklerin genişletilmesini ve halkların eşit haklar temelinde birliğini; dışarıda ulusların kendi kaderlerini tayin hakkına saygı ve halkların kardeşleşmesi temelinde barışı amaçlayan bağımsız, demokratik ve laik bir Türkiye inşası mücadelesinde;
- Demokrasi talepleri etrafında mücadelenin örgütlenmesine hız verilmesi,
- Halkın siyasete seçimden seçime değil “her gün” katılması; iktidarın ekonomik politikalarına, iç ve dış politikasına karşı tutumunu ifade etmesi,
- Eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, yerel yönetim hizmetleri gibi temel hizmet alanlarında çalışanların ve halkın, sendikalar başta olmak üzere kendi örgütleriyle bu hizmetlerin düzenlenmesinde doğrudan rol alması,
- Aynı zamanda halkın her düzeyde, ülkenin yönetimi ve denetiminin tek gücü olarak siyasete katılması, mücadele içinde işçi sınıfı ve emekçi halk kitlelerinin demokrasi bilinciyle eğitilmesi,
- “Önce bir anayasa yazalım sonra da bunu halka bir biçimde kabul ettirelim” diyen alışkanlığı terk ederek, “Nasıl bir ülkede yaşayacağımızı” bu mücadele içinde tartışarak, ortaya çıkacak iradenin yansıyacağı bir anayasanın da bu mücadele içinde oluşturulması, önümüzdeki dönem açısından belirleyici önemdedir.
Ancak böyle bir mücadele ile Türkiye bağımsız, demokratik ve laik bir ülke olabilir.
Kılıçdaroğlu’nun açtığı tartışma da, bu tartışmayı ilerlettiğimiz, halk demokrasisi özlemine yaklaşan bir hatta mücadele ortaklığı geliştirdiğimiz ölçüde bir anlama sahip olacaktır.
- Tartışmalar "Sadece Türkiye’nin Kürt sorununun demokratik çözümü" kapsamını aşıyor 05 Ocak 2025 04:58
- 2025'in emek, barış ve özgürlük yılı olması dileği ile... 31 Aralık 2024 06:59
- Ülkemiz işçi emekçileri 2025'i emek yılı yapacak güce ve deneyime sahiptir! 28 Aralık 2024 06:16
- Asgari ücretli işçinin grev hakkıyla da donatılmış yeni bir mekanizma talebiyle mücadeleye! 24 Aralık 2024 16:44
- Son iki haftada oluşan Suriye haritası neyi gösteriyor? 12 Aralık 2024 04:45
- Asgari ücret miktarı, AÜTK'ye bırakılamayacak kadar ciddi ve önemli taleptir! 08 Aralık 2024 04:44
- Suriye'de çıkar peşindeki herkes operasyonun içinde ama kimse rolünü kabul etmiyor 05 Aralık 2024 06:45
- Eğer ‘Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiç birimiz’se... 01 Aralık 2024 04:54
- İşçilerin özelleştirmeye karşı cepheden ‘hayır’ demekten başka bir seçeneği yok! 27 Kasım 2024 06:55
- Tek adam yönetiminin ülkeyi nereye getirdiğinin bir haftaya sığan fotoğrafıdır! 24 Kasım 2024 04:47
- Bakan Tekin ve arkasındakiler laikliğe cepheden savaş açan bir konumdadır! 21 Kasım 2024 04:52
- İktidar 'iç cepheyi güçlendirmek' istiyor, emek ve demokrasi güçleri ise 'birleşik mücadele' diyor 17 Kasım 2024 04:44