26 Nisan 2020 20:35

Eşsizlik

Mustafa Koçak

Mustafa Koçak | Fotoğraf: MA

Paylaş

Marie Howe’u tanır mısınız bilmiyorum. Severek okuduğum Amerikalı şairlerden. Stephen Hawking’in ardından yazdığı şiiri “Singularity- Eşsizlik” dönüp duruyor kafamda günlerdir. Özellikle iki dizesi karşıma çıkıp duruyor her baktığım yerde. İyi bir çeviriyi hak ediyor şiir, o işe girişmeyeceğim ama aklıma durmadan düşen iki dizeyi anlaşılır kılmalıyım. “…For every atom belonging to me as good/ Belongs to you. Remember?- bana ait her atom/ sana da ait. Hatırlıyor musun?​”

İzlediğim, bir biçimiyle hasta hekim ilişkisi kurduğum bir insan zarar gördüğünde, zararı onaramadığımda daha da yoğun hissettiğim ama bir yandan da dünyaya dair tüm acılara, hak ihlallerine karşı mücadele gücümü devşirdiğim aynı atomları taşımaktan gelen bir bilme, acıyı bende kılma halini çok iyi anlattığını düşünmüştüm şiiri ilk kez okuduğumda.

Cuma sabaha karşı gelmiş haber, ben ancak birkaç saat sonra 6 civarı gördüm gelen mesajı. Bir gece önce açlık grevleri için insan hakları örgütleri olarak ne yapabiliriz diye kafa kafaya vermişken, Mustafa Koçak’ın son telefon görüşmesini paylaşmış, aktardığı yakınmaların artık yaşamla bağdaşmayacak noktaya geldiğini ve bu sorunun hızla çözümüne yönelik nasıl adımlar atılabileceğini konuşmuştuk. Haberi aldığımda anne babasının yüzüne nasıl bakacağımı düşündüm, Kadıköy’ün orta yerindeki isyanları geldi gözümün önüne yeniden.

Savcı Mehmet Selim Kiraz’ın yürek yakan bir biçimde katledilmesi, yaşam hakkının ihlal edilmesinde silahı sağlayan kişi olarak yargılanıp ağırlaştırılmış müebbet almıştı Mustafa. Sorgusunda işkence gördüğü iddiasıyla izlemeye başladığımız süreçte bir gizli tanığın ifadesi ile başkaca delil olmadan kararın verildiğini savunuyordu avukatları. Adil bir yargılama talebi ile başlamıştı açlık grevi/ölüm orucuna. Şimdi elimizde iki yaşam hakkı ihlali oldu. İkisinden de yara aldık insanlık olarak.

Böyle giderse daha çok yaşam hakkı ihlali ile karşı karşıya kalacağız. Konser yasaklarına karşı başlattıkları açlık grevi/ölüm orucu sürecinde Helin Bölek uzun yılların ardından ölen ilk açlık grevcisi olmuştu bu ayın başında. Ölümler olmasın diye yaptığımız görüşmeler sonuçsuz kalmıştı. Bir konser izni çıksa İbrahim Gökçek’i yaşatabiliriz belki, adil yargılama talepleri duyulsa Avukatlar Ebru Timtik ve Aytaç Ünsal’ı da…

Devletler intikam almaz, diye başlayan idam cezasını dünya üzerinden silme mücadelesi ne yazık ki başka araçlarla yeniden önümüze konan bir engelle karşı karşıya. Atomlarımızın ayrıştırılıp düşman kılındığı bir dünya tasavvuruna rağmen hepimiz birbirimizin atomlarını taşımaya devam ediyoruz oysa ki, her “ölsünler!” nidasıyla kendi atomunuza dönüyor dileğiniz.

Mustafa Koçak’ın ölümünün ardından, Londra’dan bir mektup aldım sevgili meslektaşım, dostum, kendisi de işkence görenlerin rehabilitasyonu alanında çalışan Aida Alayarian’ın yazdığı. Pek çok ülkeden ellinin üzerinde insan, yazarlar, sanatçılar, bilim insanları aydınlar daha fazla ölüm olmasın diyerek açlık grevi/ölüm orucundaki insanların sesine kulak verilmesi çağrısı yapmış ve sevgili Aida da dayanışma duygularıyla bu çağrıyı bana da iletmişti. İşte o mektubu okuduğumdan beri kafamda dolaşan dizeler bundan… Bana ait her bir atom, sana da ait canım dostum, senin her bir atomunun bana ait olduğu gibi. Şiirin sonraki dizelerinde dediği gibi, “… çöplüğe çevirdiğimiz/ okyanuslar İngilizce veya Farsça ya da Fransızca konuşmazlar.” Aynı dili konuşabiliriz, birbirimizi anlayabiliriz. Yalnızca moleküllerimiz anımsasa, başarabiliriz yaşamdan yana olmayı.

Bir çağrım var. Sayın Cumhurbaşkanı’ndan randevu talep ediyoruz insan hakları savunucuları olarak, bir de kendisine doğrudan anlatalım istiyoruz yaşam hakkının, o eşsizliğin korunması için çözüm önerilerimizi.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa