26 Nisan 2020 20:00

NBA’i değiştiren emek mücadelesi -3 | Oscar Robertson NBA’e karşı

Oscar Robertson

Fotoğraf: Wikimedia Commons

Paylaş

Oscar Robertson, 1.96’lık boyuyla bir araya getirdiği atletizmi, skorerliği ve oyun görüşüyle dönemi için eşsiz bir guard’dı. Magic Johnson ve LeBron James dahil “büyük oyun kurucu”ların ilk örneğiydi ve bu özelliğiyle basketbolun oynanış biçimini değiştirdi. Ancak onun öncülüğü sadece parkelerle sınırlı değildi. 1965’te Oyuncular Birliği başkanlığına seçilen Robertson, ABD halkının en hareketli olduğu dönemde ülke sporunda emek tarihinin en sert mücadelesinin başrolündeydi.

Bir köle torunu olarak 1938’de ırkçılığın güçlü olduğu Tennessee’nin Charlotte kentinde dünyaya geldi. Ailesi yoksulluk ve ırkçılıktan kaçarak Indianapolis’e taşındı ama burası da Ku Klux Klan’ın mıntıkasıydı. Adını yarı siyah yarı yerli bir liman işçisi olan ve “Amerikan Devrimi’nin ilk şehidi” olarak görülen Crispus Attucks’tan alan, sadece siyahların okuduğu bir okulda okudu. Ve bu okulun 1950’lerde Koç Ray Crowe’un öncülüğünde gerçekleştirdiği basketbol reformunun ürünüydü. Robertson, Koç Crowe ve onun enerjik, agresif oyun tarzından basketbolcu olmanın ötesinde cüretkâr olmayı, kimliğinden utanmamayı, gerekirse herkese meydan okumayı öğrendi. İnanmayacaksınız ama Crowe öncesi Crispus Attucks gibi siyah liselerinin takımları, kendilerini kentin beyaz liderliğine kabul ettirmek, ırkçıları kızdırmamak gibi anlaşılır nedenlerle potansiyellerini tam olarak yansıtamayacakları, pasif bir oyun tarzı sergiliyorlardı. Beyazların hisleri incinmesin diye smaç basmanın “ayıp” kabul edildiği dönemlerdi.* Ama Robertson, içerisinde Rosa Parks’ı da barındıran isyancıların kuşağından geliyordu.

Daha önceki yazılarda bahsettiğimiz gibi 1964 All-Star ve 1967 Play-Off boykotu tehditleri ve ABA’in kurulması sonrası artık basketbolcular ciddi bir pazarlık gücüne kavuşmuştu. Kimi oyuncular çok daha yüksek maaşlar ve sosyal haklar karşılığında ABA’in yolunu tutarken NBA de standartlarını yükseltmek zorunda kalıyordu. Koşullar halen taleplerin çok uzağındaydı. Örneğin Robertson draft edildiği Cincinnati Royals’tan ayrılıp daha çok para ya da şampiyonluk kazanabileceği bir takıma gidemiyordu çünkü sözleşmesi üzerinde söz hakkı yoktu. 1970’te artık 32 yaşına geldiğinde yeni koç Bob Cousy’nin talebiyle Milwaukee Bucks’a takas edildi ve burada sonradan Kareem Abdul-Jabbar ismini kullanacak olan Lew Alcindor’la kariyerinin tek NBA şampiyonluğunu kazandı. 

NBA, ABA’i içine katarak tekel konumunu sürdürmeyi böylece parkelerdeki hak mücadelesini fazla ilerlemeden kesmeyi hedefliyordu. 1970’te Robertson’ın adıyla açılan dava ilk zaferini NBA-ABA birleşmesine engel olarak elde etti. Birleşmenin engellenmesi yani NBA’in yeniden tekel haline gelmesinin önüne geçilmesi oyunculara ücret artışından, sağlık hizmetine, hazırlık maçlarının sayısının azaltılmasından siyahların dışlanmayacağı oteller bulunmasına pek çok yan hak olarak geri dönüyordu. Çünkü oyuncuların artık söz hakkı vardı, talep edebiliyorlardı. Esas zafer ise 1976’da kazanıldı ve bugünkü Free Agency (serbest oyuncu) yasaları kabul edildi. Artık basketbolcuların kaderi draft edildikleri kulübün başkanının iki dudağı arasında değildi, sözleşmeleri bittiğinde serbest kalabileceklerdi. İlk yıllarda önemi çok hissedilmeyen bu hak, her şeyi değiştirdi ve NBA sadece 10 yıl içerisinde popülaritesini katlayan küresel bir fenomen haline geldi. Bu fenomenin esas yaratıcıları, yani 1960’larda emeklilik hakkı bile olmayan basketbolcular artık spor/eğlence endüstrisinin kendine has denkleminde devasa paralar kazanan ve şöhret içinde yaşayan yıldızlara dönüştü. Bunun da pek çok yan etkisi oldu tabii, ama o da başka bir serinin konusu olsun.

Peki ya Oscar Robertson? O, 1974’te emekli oldu ve ismiyle anılan davanın kazandırdıklarından yararlanmadı. NBA ve takım sahipleri, kölelik düzenlerine isyan eden 1960 kuşağı basketbolcularının liderine karşı hep gizli bir ambargo uyguladı. Onun seviyesindeki bir basketbol aklına hiçbir organizasyonun yöneticilik görevi vermemiş olması başka türlü açıklanamaz. Emekliliği sonrası CBS’te yorumculuğa başlaması bile patronlar tarafından engellenmeye çalışıldı. Onunla aynı kuşaktan gelen Jerry West’in de dediği gibi “Oscar düşman görüldü ve bu süreçteki rolü nedeniyle hiçbir zaman bana verilen tipte yöneticilik görevleri ona teklif edilmeyecekti.”

NBA yönetimi ve takım sahipleri Robertson’ı hiçbir zaman unutmamış olabilir ama Pat Riley’nin şu sözlerinden anlayacağımız üzere bizler de onun “tarihin doğru tarafında” olduğunu hiç unutmayacağız: “Yurttaş Hakları Yasası, gençlik ve savaşla dolu bir 10 yıldan çıkmıştık ve o kendini Muhammed Ali gibi, Jim Brown gibi öne attı. Sesinizi duyurabilmek için bunu yapmanız gerekir. Oscar bizim yoldan sapmamızı önleyen kişiydi, güçlü durursanız haklarınızı ve özgürlüğünüzü kazanırsınız… Robertson davası her şeyi tetikleyen şey oldu… Her zaman bir öncüye ihtiyaç vardır.”

*Bu anlamda Movie 43’ün basketbol sahnesi kesinlikle absürt bir komedi mübalağası değildir. Siyahlar yeteneklerini serbestçe sergileyebileceklerini öğrendikleri andan itibaren basketbolu domine etmiştir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa