02 Mayıs 2020 01:00

Diyanet İşleri Başkanı’nın açtığı tartışma neye hizmet ediyor?

Fotoğraf: DHA

Paylaş

24 Nisan günü cuma hutbesinde Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın, “İslam, zinayı en büyük haramlardan kabul ediyor. Lutiliği, eşcinselliği lanetliyor. Nedir bunun hikmeti? Hastalıkları beraberinde getirmesi ve nesli çürütmesidir bunun hikmeti” diyerek, salgın hastalıkların nedenini de eşcinselliğe ve zinanın yaygınlaşmasına bağlaması yeni bir tartışmayı gündeme getirdi. Daha doğrusu ülkemizde, gerek deprem, kuraklık, sel vb. doğal afetlerde gerekse hükümetlerin çözüm bulmakta zorlandıkları her konuda bir “günah keçisi”ne ihtiyaç duyulduğunda açılan tartışmalar kategorisinden bir tartışma gibi görünüyordu Diyanet İşleri Başkanı Erbaş’ın açtığı tartışma.

Koronavirüsün bir “pandemi”ye dönüşmesi, milyonlarca kişinin virüse yakalanması ve ölü sayısının yüz binlere varması, ama henüz bir aşı ya da tedavi edici bir ilacın bulunamamış olması karşısında Erbaş, ortaya çıkan boşlukta, “LGBTİQ+ bireyleri ve zina yapanları” bütün kötülüklerin nedeni olarak gösterip “dini bir çözüm” sunuyordu!

SADECE BİR AÇIKLAMA DEĞİL!

Eğer bu kadarla kalsaydı, “Diyanet ya da ulema bunu sık sık yapar” denilip geçilebilirdi. Ama bu sefer böyle olmadı!

İlk bakışta Erbaş’ın açtığı tartışma Türkiye’nin klişe olmuş bir tartışması gibi görünse de, son 5 yıldaki gelişmeler dikkat alındığında; “cuma hutbesi”nden sonra oluşan siyasi tablo bu tartışmanın “tek adam yönetimi”nin inşasında yeni bir adımın vesilesi yapılmak için kurgulanıp devreye sokulan bir tartışma olduğunu gösteriyor.

Çünkü Erbaş’ın sözlerine Ankara Barosunun, “...Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın deprem, LGBTİQ+, kadın ve çocuk söylemlerine rağmen halen görevde kalması durumunda, sonraki konuşmasında halkı ellerinde meşalelerle meydanlarda cadı diye kadın yakmaya davet etmesi kimseyi şaşırtmamalıdır. Anılan şahsı ve ona hak veren zihniyeti büyük bir şaşkınlık ve ibretle kınadığımızı tüm kamuoyuna saygıyla arz ederiz” şeklindeki açıklaması karşısında, pazartesi günü kameraların karşısına geçen Cumhurbaşkanı, Erbaş’a her bakımdan sahip çıkarak bir bakıma bunu gösterdi.

Cumhurbaşkanı, “Diyanet İşleri Başkanımıza yapılan saldırı devlete yapılan saldırıdır. (Diyanet İşleri Başkanı’nın) Söyledikleri de sonuna kadar doğrudur. Diyanet İşleri Başkanı’mız o açıklamasıyla sadece inancının, ilminin, yürüttüğü görevin gereğini yerine getirmiştir “ dedikten sonra bir yandan bakanlar öte yandan da medya ve sosyal medyadaki yandaşlar harekete geçirildi.

Cumhurbaşkanı’ndan sonra Sözcüsü İbrahim Kalın, sosyal medya hesabından, “Zamanı ve mekânı yaratan Allah’ın hükmüne dil uzatanlar bu dünyada da ahirette de hüsrandadır. İlahi hükmü dile getiren #AliErbasyanlızdeğildir“ mesajına İletişim Başkanı Fahrettin Altun, Bakanlar Mustafa Varank, Zehra Zümrüt Selçuk, Abdulhamit Gül benzer içeriklerle destek verdiler. Bu desteklere Diyarbakır Kayyumu ve Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu da katıldı!

Bütün bu gelişmelerden kendisine görev çıkaran Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Ankara Barosu hakkında, “Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri aşağılama” iddiasıyla bir soruşturma başlatıldığını duyurdu. Ankara Barosunun açıklamasına destek veren Diyarbakır Barosu hakkında da soruşturma başlatıldığı açıklandı.

VATANDAŞIN SOSYAL YAŞAM TARZINA MÜDAHALE!

Böyle bir şeye, bilim ve laiklikle taban tabana zıt ve ancak şeriat rejimiyle yönetilen ülke bakanları ve yüksek yöneticilerinin yazabileceği şekilde mesajlarla katılmak, sorunun Ankara Barosunun açıklaması olmadığını açıkça gösteriyor.

Erbaş’ın açtığı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir kampanyaya dönüştürdüğü tartışmanın üç boyutu var:

1) ‘Din tartışmasına çekme gayreti: Tartışmanın, “Erbaş’ın ilahi hükmü yerine getirdiği”yle ilgili boyutu “ilahiyat”la ilgilidir. Ki, kimi ilahiyatçılar Erbaş’ın söylediklerinin dinle, diyanetle bir ilgisinin olmadığını iddia ederken, bir bölümü Erbaş’a destek veriyor. Bu yüzden tartışmanın bu yanı daha çok ilahiyatçılar arasında olacak görünmektedir. Gürültünün burada koparılması da zaten asıl tartışmanın Erbaş’ın söylediklerinin “ilahi hüküm” olup olmadığı değildir. İşin bu yanı tepkileri bastırmak ve tartışmayı bir sonucun alınamayacağı “din tartışması”na dönüştürmek içindir.

2) Sosyal yaşam tarzına müdahale: Erbaş’ın iddiasının sosyal yaşama yansıması, sayısı şu ya da bu kadar olan bir toplum kesiminin yaşam tarzına açıkça müdahale etmektir. Dahası bu müdahale ile İslami yaşamı benimseyen “milletin”, “İslam’a uygun” olmayan yaşam tarzlarına müdahale ederek onları engellemesi, cezalandırmasına da meşruiyet kazandırılmak istenmektedir. Nitekim, MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin, “Müslüman mahallesinde salyangoz sattırtmayız” demesini eleştiren Özgür Özel’i Bahçeli’nin yardımcısı, “Bunun hesabını ülkücü hareket sorar” diyerek tartışmayı tehdide taşımış bulunmaktadır. Ki, bu tutum, aynı zamanda iktidardakilerin istemedikleri bütün yaşam tarzlarına karşı müdahale etmeyi de içermektedir.

3) Tek adam yönetiminin inşa amacı: Tartışmanın diğer yanı ise her T.C. vatandaşını ilgilendirmektedir. Tabii en çok da laik ve demokratik Türkiye idealini savunan, Türkiye’nin demokratikleşmesi mücadelesi içinde yer alan, “tek parti tek adam yönetimi”nin egemen olmasına karşı mücadele veren herkesi yakından ilgilendirmektedir. Bu yüzden Erbaş’ın söyledikleri demokratik özgürlükleri ve laik bir hukuk düzenini savunan Ankara Barosunu da doğrudan ilgilendirmektedir. Bu yüzden de Ankara Barosunun görüşlerini açıkça ifade etmesi ifade özgürlüğünün az çok olduğu her ülkede her vatandaşın, en başta da barolar gibi kurumların hakkıdır.

İktidar bu adımlarla laik ve demokratik bir Türkiye, seküler bir yaşam isteyen güçleri ve arkasındaki kitleleri etkisizleştirip sindirmek istemektedir. Tek parti tek adam yönetiminin tabanını güçlendirmek de bu amaçlar arasındadır. Bu yüzden de Erbaş’ın attığı adım gelip geçici ya da rastlantısal değildir.


‘Tek adam yönetimi’nin en hassas iki kurumu: Diyanet ve MİT!

Tek parti tek adam yönetiminin üç yıllık icraatına bakıldığında, eski hükümetlerin en önemli, en saygın kurumları olan bakanlıklar tek adam döneminde tek adamın sekreterleri derekesine düşürülmüştür. Ama iki kurumun itibar kazanması için olağanüstü çaba gösterilmiştir.

Bunlardan birisi MİT’tir, diğeri Diyanet!

MİT tırları davasında gazeteciler müebbetle yargılanmış, bazıları yıllarca tutuklu kalmışlardır.

En son olarak Libya’da hayatını kaybeden bir MİT mensubunun cenazesini haber yapan 6 gazeteci tutuklanmış, af yasasına, MİT’e dokunan gazetecilerin bundan böyle “teröristler”le aynı muameleyi göreceğine dair yasa çıkarılmıştır.

Bu dönemde MİT’e “kale” denen bir bina yapılmış, MİT Başkanı bütün dış gezilerde Cumhurbaşkanı’nın en yakınındaki kişi olmuştur!

Bütün öteki kurum ve başındakilerin tek adam karşısında itibar ve yetkileri sıfırlanırken, Diyanet itibarı yükselen ikinci kurum olmuştur. Diyanet İşleri Başkanı iç gezilerde, temel atma törenlerinde Cumhurbaşkanı’nın en yakınındaki kişi olmuştur. Bütçesi 7-8 bakanlıktan büyük olan Diyanet için, eğitimden sağlığa, cezaevlerinden sosyal güvenliğe... her alanda resmi  ve yarı resmi kurumların belirli bir koordinasyon içinde çalışması için görevlendirmeler yapılmış, yapılmaktadır.

Bu yüzden de Erbaş’ın ne bu son açıklaması ne de ona sahip çıkılıp Ankara ve Diyarbakır Barolarına soruşturma açılması, kendi başına gelişmeler değildir. Tersine, “tek parti tek adam yönetimi”nin amacına varması için bir türlü ele geçiremediği TBB, TMMOB, TTB gibi meslek örgütlerinin etkilerini azaltmak ve onları bölmek üzere harekete geçilmiştir. Nitekim AKP MYK’sinin son toplantısında konu ele alınmış, “Avukatlar Kanunu”nda değişiklik yapılması için karar alınmıştır.

Bu bile Erbaş’ın açıklamasıyla başlatılan tartışmanın kendi başına bir olay olmadığını göstermektedir.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa