The Last Dance ve Jordan kuralları
The Last Dance belgeselinin afişi
“The Jordan Rules”, 1988/89, 89/90 NBA şampiyonu Detroit Pistons’ın, Michael Jordan’ı savunma prensiplerine verilen isim olmanın dışında Chicago Bulls’un ilk şampiyonluğu (1991) sonrası yayımlanan bir kitabın da adı. Dönemin Chicago Tribune Muhabiri Sam Smith -ki kendisini başka bir kitabı vesilesiyle bu köşede geçtiğimiz 3 hafta boyunca bolca andık- tarafından yazılan kitap, dünya sporunun en güçlü figürlerinden birinin takımında olan bitenleri, içeriden tanıklıklarla anlatması bakımından müthiş bir gazetecilik işiydi ve çok ses getirdi. Kitapta yazılanlar Nike, McDonald’s gibi küresel markaların yüzü, NBA’in altın çocuğu olan Michael Jordan’ın kişiliği hakkında hoş olmayan gerçekleri açığa çıkarıyordu. Aynı yıl Playboy dergisinin röportajında “Saf bir centilmen, eksiksiz bir sportmen, temiz aile babası ve mütevazı, ayakları yere basan bir yarı-tanrı” olarak tanımlanan Jordan’a dair çok daha gerçekçi bir profil çizen kitapta yazılanlar, genel ve beylik bazı karalamaların dışında yalanlanmadı. Nitekim Jordan’ın kumar problemi, var olmayan “takım arkadaşlığı” ve kendi çıkarları için meslektaşlarının hak mücadelesine köstek olabildiği gibi gerçekler kısa sürede konuşulur oldu. Büyü bozulmuştu ama Jordan basketbol sahasında o kadar iyiydi ve arkası o kadar güçlüydü ki imajının tamamen bu olumsuzluklar tarafından belirlenmesi imkansızdı. Neticede söz konusu kitabın yaratıcıları olarak Sam Smith ve Jordan’ın takım arkadaşları (Kitaptaki mahrem bilgilerin kaynakları elbette onlardı) “Majesteleri” için daha gerçekçi bir imaj yaratmış oldu.
Michael Jordan’ın, Netflix’te yayımlanan ve büyük ilgi çeken “The Last Dance” belgeseli* sebebiyle endişeli olduğu biliniyordu. Belgeselin Yönetmeni Jason Hehir, The Athletic’e yaptığı açıklamada, Jordan’ın, izleyenlerin takım arkadaşlarına neden öyle davrandığını anlamayacağını, bu yüzden kendisinin “Berbat bir insan olduğunu” düşüneceklerini söylediğini aktarmıştı. Jordan’a göre nihayetinde kazanabilmek için takım arkadaşlarının zihinsel olarak daha güçlü, sert hale gelmesi gerekiyordu, o da bu yüzden onları mental olarak zorlayabilecek yöntemlere başvuruyordu. Hakaret etmek, lakap takmak, küçük düşürmek… Jordan’ın takım arkadaşlarıyla iletişimi hemen hemen bundan ibaretti.
Michael Jordan ve rekabetçiliği, oyun kuralları içerisinde kazanmak için her şeyi yapabileceği, kapasitesini sonuna kadar zorlayabileceği vs. bilindik hikaye. Tarihin kanıtladığı, Sam Smith’in “The Jordan Rules”ta ortaya koyduğu ve bugünlerde “The Last Dance”te yeniden gördüğümüz bir başka şeyse Jordan’ın her şeyi o kadar da bilmediği.
Detroit’in aslında son derece basit savunma ilkelerinden oluşan, bir savunma stratejisinden çok kapsamlı bir medya kampanyası (Bu kampanya Detroit’in, Jordan’a kolay faul çalındığına dair kasetler hazırlaması ve bunu NBA’e göndermesiyle başlıyor) olan “Jordan Kuralları”nın başarısının sırrı Bulls’un Jordan’ı hücumun “tek adam”ı haline getirmesinde yatıyordu. Jordan ne kadar müthiş olursa olsun tek kişi, basketbolsa takım oyunuydu. Bu kadar basit. Sezon boyunca “Hata yapacağız ve Jordan bizi yerin dibine sokacak” endişesiyle yaşayan diğer oyuncuların da öne çıkma fırsatı bulabilmesi gerekiyordu. Phil Jackson koçluk görevini devralınca, Tex Winter’ın üçgen hücumu sayesinde bu düzeni değiştirme fırsatını yakaladı ve bu, Jordan’ın büyük tepkisini çekti. Yarı saha hücumunda üçgenler oluşturmaya, hızlı pas alışverişine, boş şut imkanı yaratmaya ve doğaçlamaya olanak tanıyan, teoride tüm oyuncuların topa eşit oranda dokunma fırsatı yakaladığı hücum sistemi Jordan’a tamamen tersti.
Jordan, Tex Winter’a “O ne kazanmış ki” diyerek saygı duymuyor, Phil Jackson’ın kendisini “sıradan bir oyuncu”ya çevirmeye çalıştığını iddia ediyor, “Sayı krallığını kazanmasını engelleyeceği”nden bahsediyordu. Belgeselde dediği gibi 24 saniyenin sonunda topun Bill Cartwright’ta kalmasını kesinlikle istemiyordu. Phil Jackson ise Jordan’ın dışında tehditler yaratmaları gerektiğini savunuyor, takımdaki diğer oyuncuların da öz güven kazanması gerekliliğinin önemini kendisine anlatmaya çalışıyordu. Chicago Bulls’un ilk şampiyonluğunun hikayesi bu çatışmadan ibaretti ve böylesi bir sezonun son maçında Jordan’ın Jackson’ı dinleyerek son periyotta arka arkaya boştaki John Paxson’ı bulması ve onun şutlarıyla şampiyonluğun kazanılması bu çatışmanın epik bir şekilde sonlanmasını sağlıyordu.
Şimdi bir kez daha düşünelim. Bulls’a ilk şampiyonluğu kazandıran, Jordan’ın iddia ettiği gibi onun takım arkadaşlarını zorbalıkla hizaya getirmesi, “güçlendirmesi” mi, yoksa Jordan’ın basketbolun bir takım oyunu olduğu gerçeğini kısmen kabullenmesi mi?
Önümüzdeki hafta The Last Dance ve The Jordan Rules üzerinden kazanma, takım olma, bireysellik, rekabetçilik meselelerini tartışmaya devam edelim.
*Ey Netflix Türkiye! İzleyicilerinize saygı gösterin ve belgeselin çevirisini basketboldan azıcık da olsa anlayan insanlara verin.
- 100 yıl arayla Paris’te iki olimpik dönüm noktası 26 Temmuz 2024 05:27
- Papara baskını ve marka değeri 19 Mart 2024 04:10
- Bozacılar ve şıracılar 12 Mart 2024 04:46
- Beşiktaş'a cüret gerek 05 Mart 2024 04:42
- "Dünümüzü getirin, yarınımızı verelim" 27 Şubat 2024 04:15
- Geriden oyun kurmayı, yarım alanlara sızmayı atla, göğe bakalım 20 Şubat 2024 04:50
- "En eski spor arkadaşları"nın 2024 model çekişmesi 13 Şubat 2024 04:21
- Gerçeğin yumruğu: İşte Türk futbolu bu! 13 Aralık 2023 04:56
- Çalınmış ülke, bölünmüş spor: Filistin 23 Ekim 2023 04:36
- City Football Group-Başakşehir flörtü 09 Ekim 2023 04:00
- Süper Lig, süper sömürü 02 Ekim 2023 04:30
- 'Voleybol Ülkesi' miyiz? 25 Eylül 2023 04:25