Ortaklaştırabildiğimiz bir dünyada yaşamak
Fotoğraf: MA
Dünya ölçeğinde bir salgınla baş edilmeye çalışılırken gördük ki, biz yüreği solda atanların bıkmadan dile getirdiği, eleştirdiği pek çok zorluk hepimizin kapısını öyle ya da böyle çaldı ve kapitalizmin önüne katıp sürüklediği insanlık değerlerine ihtiyacı da alabildiğine görünür kıldı. Bu değerlerden belki de en önemlisi ve insan olmanın koşulu bir diğerini fark edip hissedebilme ve yaşadığı zorlukla baş etmesinde dayanışmayı hayatımızın odağına yerleştirmekti. Bizler bu dayanışmaya aşina bir nesil olarak büyüdük. Gecekondusu yıkılanın yanında taş taşımaktan, bacak kadar boyumuzla mahallelerde koruyucu hekimliğe soyunmaya varan dayanışma örnekleri kişisel olarak benim için insan hakları mücadelesinde eyleyenlerden biri olmaya dönüştü. Geçtiğimiz yıllar içinde bu dayanışmanın adıyla sanıyla anıldığı bir akademik ortamın içinde de serpilip boy verdi. OHAL’le başlayan ihraçlar hem ihraç edilenin yanında olma hem de her şehirde kurulan Dayanışma Akademileriyle birlikte üretme deneyimi içinde önemli bir okul oldu bencileyin pek çok insana. Eskişehir Okulu da (https://www.eskisehirokulu.org/) bu hafta salgında cezaevlerini konuşacağımız bir dersi düzenlerken, ihraç akademisyenlerle dayanışmayı olanaklı kılan Uçurtma Kitap Kafe’nin (https://www.nadirkitap.com/ucurtma-kitap-kafe-sahaf54502.html) salgın nedeniyle kapanmasının bu dayanışmanın sınırlarını zorladığını öğrendim. Salgınla birlikte kargo çalışanlarına zarar vermemek adına internet alışverişini sınırlamış olsam da (İtiraf etmeliyim ki bir de saç tıraş makinası almak zorunda kaldım, yer çekimine isyan ederek uzayan saçlarımla başa çıkmakta zorlanınca) dayanışma amacının da bu sınırı biraz olsun esnetebileceğini düşünerek hemen web sitesinden kitap aldım.
Immanuel Kant insan olmaya dair yolumu çizerken çok yararlandığım bir felsefeci, adı üstünde aydınlanma çağının yapıtaşlarından. O nedenle de 2004 yılında ölümünün 200. yılı anısına düzenlenen bir sempozyumun, “Muğla Üniversitesi Uluslararası Kant Sempozyumu Bildirileri” kitabını görünce onu da listeye ekledim. Felsefecileri okumak ve dinlemek her zaman yeni sorularla hayata dönmemi, dönüp gördüklerimi anlamamı sağlayan yolu aydınlatır. Bunların başında da ne şanslıyım ki çağdaşım, her dinlediğimde yeni kavramlara yelken açtığım Nilgün Toker Kılınç geliyor, sizler de Youtube’da yaptığımız İnsan Hakları Söyleşileri’ni izliyorsanız fark etmişsinizdir.
Kitaplarım kısa sürede elime ulaştı, kolinin içinden bir de incelikle yazılmış not çıktı, dostlar var olsun. Kitabı elime alınca çok hoş bir başka sürpriz beni karşıladı, her ne kadar tahmin etmem gerekse de…
Sevgili Nilgün’ün de bir bildirisi vardı tabii ki! Kitabın sonlarına doğru olsa da, “Kaybolan İnsanlık İdealinin Yeniden Canlandırılması: Çağdaş Felsefede Kant’a Dönüş” bildirisiyle başladım okumaya bekleneceği üzere. İyi ki o yazıyla başlamışım. Kafamda binlerce soru dönüp duruyor uzun zamandır zira, tam yaklaşacak gibiyken yanıtını kaçırdığım. İnsanların kendiliğinden ve kendinde var olan bir bağla birbirine bağlanmadığı, farklılıkların benzerliklerin önüne yerleştirildiği, dolayısıyla artık kendinde bir bütünlük oluşturmayan insanın yalnız bir grup içinde benzerlik taşıyan varoluşlarında tanınması ve anlaşılması gerektiği savı üzerinden hareketle insanları birbirine bağlayan şeyin ne olduğu sorusuyla başlıyor yazı. Birbirleriyle ahlaki ve politik bağa sahip olmayan insanların bir arada yaşayabilmesi için yanıt arıyor Habermas’dan Arendt’e uzanan bir düşünceler zincirinde. Arendt’in modern dünyanın ahlaki öznesinin yıkılışının ilan edildiği anda, insanların bir grubunun diğerlerini yok edişini kendi ahlaki bütünlüğüne en ufak zarar vermeden temellendirilebildiği o anda dünyanın nasıl yeniden ortak bir dünya haline gelebileceği sorusunun da en yakıcı biçimde ortaya çıktığını hatırlatması belki yaşadığımız bu günler için de geçerli. Açlık grevi/ölüm orucunda ölen iki genç insan; Helin Bölek ve Mustafa Koçak’ın ardından İbrahim Gökçek’in yaşaması için sesini duyurmaya çalışanlara yönelen nefret dili veya bir farklılığa yok etme refleksi ile bakan ve bu yıkıcı söylemi ahlaki olarak temellendirenler için de ortak dünyayı nasıl kuracağımız sorusunun yanıtı şimdi hemen hissedilen bir ihtiyaç. İletişimsel bir eylemlilik öneriyor Habermas, ama nasıl? İnsanlık düşüncesini yok edici bir çatışma yerine, çatışmanın dinamizmini de ortadan kaldırmadan ama yıkıcı olmak yerine yargılama yetisinin güçlendirildiği bir insanlık değerler bütünüyle ortak bir dünyayı kurmak için daha çok yolumuz var. Ayrımsız dayanışma bu yola döşenen en değerli taşlardan biri olabilir mi? İhtiyacı olduğunu fark ettiğimizde mesela, öncesinde bizi öldürmek isteyenlerle dahi!
- İnadına tanıklık 05 Aralık 2024 04:41
- Çetelere bütçe 21 Kasım 2024 04:59
- Büyümeden annen sana, ölüm alacak 14 Kasım 2024 04:42
- Bu zamanda hekim olmak 07 Kasım 2024 04:43
- İnsan hakları mücadelesine devam 31 Ekim 2024 04:43
- Çeteler kol geziyor 24 Ekim 2024 04:43
- Kimi, niye aşağılıyoruz? 17 Ekim 2024 04:34
- Şiir yazmanın sorumluluğu 03 Ekim 2024 04:43
- Siyah çöp torbasına atılan insanlığımız 26 Eylül 2024 04:45
- Sistematik işkence 19 Eylül 2024 04:41
- Narin bir çocuk 12 Eylül 2024 04:43
- Savaş hesabı 05 Eylül 2024 05:26